“İki
günü aynı olan, ziyândadır.”
“Hiç
ölmeyecek gibi çalış, yarın ölecek gibi ibâdet et” öğretisiyle dünya ve ahreti ilişkilendirerek
dengeleyen bir Büyük Dîn’in mensûbuyuz ama bugünümüz niye hep dünümüzden kötü?
Hayata
yenik müflîslerin, “Eskiden” diye başlayan masallarını dinlemeyen var mıdır? Bu
“Eskiden”le
başlayan sohbet, genellikle dinleyeni sıkar! Çünkü dinlemeye mecbûr edilen
herkesin de ‘eskiden’leri var ve hiç kimse, kendi ‘eskiden’ini, başkasıyla
kıyaslamaya kıyamaz!
Hepimizin
dede-ninemiz, ana-babamız; sıkıştığımızda gittiğimiz büyüklerimiz vardı eskiden,
bugün maalesef yok!
Sarı
Paşa, Gâzi Paşa, Atatürk unvanlı, “Bağımsızlık karakterimdir” diyen gök gözlü Büyüğümüz
vardı; silah arkadaşları, mesâi arkadaşları vardı eskiden, şimdi yok!
Daha
dün;
“Sana
dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim
gel seni tarihe desem, sığmazsın!” diye şühedâyı öven, hakkını teslîm eden
Mehmet Âkif vardı;
“Bilen,
bilmeyene desin:/ Birbirinden daha keskin
Çifte
ucu Zülfikâr’ın/ Hasmın iki gözü için!” diyen Ârif Nihat Asya vardı eskiden,
şimdi yok!
Dün
var olanlar, bugün yoklar diye; Hz. Peygamber (s.a.v.) ve hemen her ânımızda
varlıklarını
hissettiğimiz manevî ölümsüzlere rağmen, ziyânda mıyız? Gösterilen yoldan, öğretilen
terbiyeden, bırakılan ahlâkî mîrâstan uzaklaşıp kendimizi harâb eden, aklımızı
hiç
kullanmayan
biz mi; yoksa “Niye biraz daha mal bırakmadılar?” diye tembel utanmazlığıyla
sitem ettiğimiz “eskiler” mi kabâhatli?
Yârın
ne yapacağını bilmeyen, dünü reddederek Haçlı direktifleriyle Şühedâdan, Gâzi Paşa
ve arkadaşlarından kalan, millete mîras bırakılan Vatanı ve millî kazanımlar
KİT’leri, “Babalar gibi” satan, hoyratça harcayan; getirildikleri makamlarını
borçlu oldukları Cumhuriyetle hesaplaşmaya soyunanlar mı haklı?!
Veya;
“Düvel-i muazzâma” diye iltifat edilen “müttefik(!)” işgalcileri kovup,
minberinde dansöz
oynatılan
cami minârelerinden, yeniden Ezan-ı Muhammedi’yi inletenleri unutup inkâr eden,
laikliği
dinsizlik diye tarif eden, demokrasiye “amaç değil gereken durakta inilecek
araç” diyen, ikindi güneşinin uzattığı gölgeleriyle övünen, ileri demokrat yeni
kibirliler(!) mi haklı?! Yoksa biz de; Dinlerarası Diyalogcu işbirlikçilerle
mi, Haçlı ile Müslümanlara bomba yağdıran Medeniyetler İttifakçısı ‘Haçlı Müslümanlar’la
mı, Müslüman katleden kâfir askerlerine duâ edenlerle mi, bunlara yağcılığıyalakalığı entellik
sayan, dönen-değişen-gelişen, eyyâmcı, ucuz dolma kalemlerle mi ziyândan kurtulacağımızı
zannediyoruz?
Eski,
eskiden, eskici kavramları neye yarar?
Kime,
kimlere, ne zaman yaramış?
Yenileşmezsek,
güncelleşmezsek; önce ittihâdı (birlik), sonra terâkki (gelişme)yi düşünmezsek ziyânda
değil miyiz?
Kırk
yıllık; Ülkücünün, 68 Kuşağı Solcunun, Milli Görüşçünün eskisi-yenisi mi
olurmuş?
Kim,
kimi kandırıyor? Kim, kimle dalga geçiyor?
Askerlik
yaptık diye hepimiz, eski asker miyiz?
Hepimiz
çocuktuk diye kime “eski çocuk” diyoruz?
Desek
komik olmaz mı?
Kaç
kişinin, sadece kavga ve didişmelerle hatırlanan, çocukluk arkadaşıyla dostluğu
vardır?
Çocukluktan
sonraki gençlik ve delikanlılıkta başlamaz mı herkesin ‘eskiden’i?
Ve
hepimiz; ‘eskiden’ ahlâksızlığını, dönekliğini, korkaklığını bildiğimiz
kişilere ayıplarını kapatmak öğretisiyle güzel ahlâk adına(!) yardım ve
yataklık yapar ve istikrârlı ahlâksızlara yenik düşeriz!
Bu
dönekler, kalleşler, korkaklar, ahlâksızlar mı; yoksa onlara -güya- doğru
yapıyormuşça tanıklık ve sırdaşlık ederek susan, biz mi suçluyuz?
Eskiler;
eskici kapılarında, uydurma ‘eskiden’lerini pazarlayarak, dünü inkâr ederek alınıp
satılıyorlarsa bu pazardan kime, ne kâr çıkar?
Yıllardır
“yanlış söylem-yanlış uygulama”larla ‘eskiden’ de hiçbir şey olamamış hiçlere
iltifât
edenler
mi, en yakın yalakalar içinden seçerek hiçleri bir yere oturtmayı mahâret
sayanlar mı,
hiçlerin
hiçliklerini bile-bile yıllardır susanlar mı kabahâtli?
Sağcı-solcu,
ülkücü-devrimci, dinci-laik hepimiz birbirimizi biliriz!
İğrenç
komplolara figüranlık ederek hiçlikleri yanında aptallıklarını da
tescilleyenlere, ciddî bir
uyarı
şart artık:
Yeter
oldunuz! Çekilmez oldunuz! Ya susun ya da susun! Susun da sükûtu ikrârdan sayıp
selâm almayı farz bilenleri kaybetmeyin!
Bir
de ilgili herkese hitâben ortaya bir sözümüz olsun; eski elbiseyi ters-yüz
etmekle yeni elbise sahibi olunmaz! Yeni elbise isteyen; kumaş alacak, terziye
ölçüsünü verecek ve dikilmesini bekleyecek! Vesselâm...
“TAŞLAMAYLA
SÜRÜYE GİDEN İT,
KOYUNU
KURDA VERİR!”
Selâm, sevgi, dua...
günü aynı olan, ziyândadır.”
“Hiç
ölmeyecek gibi çalış, yarın ölecek gibi ibâdet et” öğretisiyle dünya ve ahreti ilişkilendirerek
dengeleyen bir Büyük Dîn’in mensûbuyuz ama bugünümüz niye hep dünümüzden kötü?
Hayata
yenik müflîslerin, “Eskiden” diye başlayan masallarını dinlemeyen var mıdır? Bu
“Eskiden”le
başlayan sohbet, genellikle dinleyeni sıkar! Çünkü dinlemeye mecbûr edilen
herkesin de ‘eskiden’leri var ve hiç kimse, kendi ‘eskiden’ini, başkasıyla
kıyaslamaya kıyamaz!
Hepimizin
dede-ninemiz, ana-babamız; sıkıştığımızda gittiğimiz büyüklerimiz vardı eskiden,
bugün maalesef yok!
Sarı
Paşa, Gâzi Paşa, Atatürk unvanlı, “Bağımsızlık karakterimdir” diyen gök gözlü Büyüğümüz
vardı; silah arkadaşları, mesâi arkadaşları vardı eskiden, şimdi yok!
Daha
dün;
“Sana
dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim
gel seni tarihe desem, sığmazsın!” diye şühedâyı öven, hakkını teslîm eden
Mehmet Âkif vardı;
“Bilen,
bilmeyene desin:/ Birbirinden daha keskin
Çifte
ucu Zülfikâr’ın/ Hasmın iki gözü için!” diyen Ârif Nihat Asya vardı eskiden,
şimdi yok!
Dün
var olanlar, bugün yoklar diye; Hz. Peygamber (s.a.v.) ve hemen her ânımızda
varlıklarını
hissettiğimiz manevî ölümsüzlere rağmen, ziyânda mıyız? Gösterilen yoldan, öğretilen
terbiyeden, bırakılan ahlâkî mîrâstan uzaklaşıp kendimizi harâb eden, aklımızı
hiç
kullanmayan
biz mi; yoksa “Niye biraz daha mal bırakmadılar?” diye tembel utanmazlığıyla
sitem ettiğimiz “eskiler” mi kabâhatli?
Yârın
ne yapacağını bilmeyen, dünü reddederek Haçlı direktifleriyle Şühedâdan, Gâzi Paşa
ve arkadaşlarından kalan, millete mîras bırakılan Vatanı ve millî kazanımlar
KİT’leri, “Babalar gibi” satan, hoyratça harcayan; getirildikleri makamlarını
borçlu oldukları Cumhuriyetle hesaplaşmaya soyunanlar mı haklı?!
Veya;
“Düvel-i muazzâma” diye iltifat edilen “müttefik(!)” işgalcileri kovup,
minberinde dansöz
oynatılan
cami minârelerinden, yeniden Ezan-ı Muhammedi’yi inletenleri unutup inkâr eden,
laikliği
dinsizlik diye tarif eden, demokrasiye “amaç değil gereken durakta inilecek
araç” diyen, ikindi güneşinin uzattığı gölgeleriyle övünen, ileri demokrat yeni
kibirliler(!) mi haklı?! Yoksa biz de; Dinlerarası Diyalogcu işbirlikçilerle
mi, Haçlı ile Müslümanlara bomba yağdıran Medeniyetler İttifakçısı ‘Haçlı Müslümanlar’la
mı, Müslüman katleden kâfir askerlerine duâ edenlerle mi, bunlara yağcılığıyalakalığı entellik
sayan, dönen-değişen-gelişen, eyyâmcı, ucuz dolma kalemlerle mi ziyândan kurtulacağımızı
zannediyoruz?
Eski,
eskiden, eskici kavramları neye yarar?
Kime,
kimlere, ne zaman yaramış?
Yenileşmezsek,
güncelleşmezsek; önce ittihâdı (birlik), sonra terâkki (gelişme)yi düşünmezsek ziyânda
değil miyiz?
Kırk
yıllık; Ülkücünün, 68 Kuşağı Solcunun, Milli Görüşçünün eskisi-yenisi mi
olurmuş?
Kim,
kimi kandırıyor? Kim, kimle dalga geçiyor?
Askerlik
yaptık diye hepimiz, eski asker miyiz?
Hepimiz
çocuktuk diye kime “eski çocuk” diyoruz?
Desek
komik olmaz mı?
Kaç
kişinin, sadece kavga ve didişmelerle hatırlanan, çocukluk arkadaşıyla dostluğu
vardır?
Çocukluktan
sonraki gençlik ve delikanlılıkta başlamaz mı herkesin ‘eskiden’i?
Ve
hepimiz; ‘eskiden’ ahlâksızlığını, dönekliğini, korkaklığını bildiğimiz
kişilere ayıplarını kapatmak öğretisiyle güzel ahlâk adına(!) yardım ve
yataklık yapar ve istikrârlı ahlâksızlara yenik düşeriz!
Bu
dönekler, kalleşler, korkaklar, ahlâksızlar mı; yoksa onlara -güya- doğru
yapıyormuşça tanıklık ve sırdaşlık ederek susan, biz mi suçluyuz?
Eskiler;
eskici kapılarında, uydurma ‘eskiden’lerini pazarlayarak, dünü inkâr ederek alınıp
satılıyorlarsa bu pazardan kime, ne kâr çıkar?
Yıllardır
“yanlış söylem-yanlış uygulama”larla ‘eskiden’ de hiçbir şey olamamış hiçlere
iltifât
edenler
mi, en yakın yalakalar içinden seçerek hiçleri bir yere oturtmayı mahâret
sayanlar mı,
hiçlerin
hiçliklerini bile-bile yıllardır susanlar mı kabahâtli?
Sağcı-solcu,
ülkücü-devrimci, dinci-laik hepimiz birbirimizi biliriz!
İğrenç
komplolara figüranlık ederek hiçlikleri yanında aptallıklarını da
tescilleyenlere, ciddî bir
uyarı
şart artık:
Yeter
oldunuz! Çekilmez oldunuz! Ya susun ya da susun! Susun da sükûtu ikrârdan sayıp
selâm almayı farz bilenleri kaybetmeyin!
Bir
de ilgili herkese hitâben ortaya bir sözümüz olsun; eski elbiseyi ters-yüz
etmekle yeni elbise sahibi olunmaz! Yeni elbise isteyen; kumaş alacak, terziye
ölçüsünü verecek ve dikilmesini bekleyecek! Vesselâm...
“TAŞLAMAYLA
SÜRÜYE GİDEN İT,
KOYUNU
KURDA VERİR!”
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017