Türk Milletinin vatanı olan Türkiye, Doğusuyla, batısıyla; kuzeyi ile güneyi ile Misakı Milli sınırlarıyla ayrılamaz bir bütündür. Ancak ortak adımız ve kimliğimiz olan Türklüğümüz pek çok farklılıklarımızı bir zenginlik olarak, ortak bir tatta, ortak bir ruhta ve ortak bir kapta, birlik ve beraberlikle bir bütünlük içinde koruyan, yaşatan en temel kimliğimizdir.
Namık Kemal, "Vatan Yahut Silistre" adlı tiyatrosunda bakın vatan sevgisini nasıl resmediyor;
Vatan! Vatan! Tehlikede diyorum. İşitmiyor musun? Beni Allah yarattı, vatan büyüttü.
Beni Allah besliyor, vatan için besliyor. Ben anamın karnından vatana geldiğim vakit, vatan karnımı doyurdu.
Çıplaktım vatan sayesinde giyindim. Vatanımın nimeti kemiklerimde duruyor. Vücudum vatanın toprağından, nefesim vatanın havasından. Vatanımın uğrunda ölmeyeceksem ya ben niçin doğdum?"
Tabi Namık Kemal yaşadığı dönemin travmasını dizelerine yansıtmış, biz bugün, "vatanım uğrunda, milletimin kalkınması için çalışmayacaksam ya ben niçin doğdum" diye küçük bir tashih yapalım. Elbetteki o kara günler gelmesin ama vatan bizim şehadetlerimizle kurtulacaksa o şerbeti de seve seve içeriz. Ama şimdi Türk gençliğinin muhasır medeniyeti yakalayıp, geçmesi için çok çalışması lazım. Çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız…
Neyse, konuyu farklı bir kulvara sokmadan konumuza dönecek olursak;
İnsan duygusal bir varlıktır. Duygularıyla çevresine bakan, duygularıyla varlığını ortaya koyabilen insanoğlu, bu özelliği ile yaşadığı her yere bir anlam, bir ruh taşır ve bir ruh katar bu ruhu da sanatta, mimaride, musikide müşahhas hale getirir.
İnsan ait olduğu mekândan bir süre ayrı düştüğü zaman o yeri hemen özler. Bu özlemini bitirmek için de hemen sılaya, yani yurduna dönmek ister. Döndüğü yer yuvası, evi ise ilk söylediği "insanın evi gibisi yok" cümlesidir. Ne güzel özetlemiş atalarımız; "Bülbülü altın kafese koymuşlar ah vatanım demiş."
Neden insan doğduğu, büyüdüğü, yerlere yakınlık duyar, bağlanır veya ayrı kaldığında da neden hemen özlemini çeker? Neden oralar yıkılıp harap olsa da o yerlerin hasretini çeker, hatıralarında yaşattığı geçmişinin mekânını, o mekânın bahçesini ağacını, dağını, çeşmesini, yaylasını, ovasını, çiçeğini, böceğini, insanlarını özler, o yerleri rüyalarında görür?
Hatta öyle ki, gurbete gidenlerin vatanına, yurduna, sılasına duyduğu özlemleri şiirlere, türkülere, romanlara, filmlere konu olmuştur. Gurbet zem edilmiştir.
Mekânların insanın kimliğini inşa etmede büyük bir etkisi vardır.
Toprak, mekân insan ile buluştuğu zaman bir anlam kazanır. İnsanlar yaşadığı coğrafya ile tanımlanır, anlamlandırılır. Yaşanılan mekâna, toprağa aidiyet duygusuyla birlikte sahiplik duygusu da oluşur.
Yaşadığı toprak vatanı olur.
Yaşadığı ev yuvası olur.
Yaşadığımız topraklarda, mekânlarda doğumla başlayan hayat tecrübesi, bireyin veya sakininin mekânla arasında duygusal bir bağın oluşmasına zemin hazırlar. Bizim köy, bizim memleket, hemşerim vs. gibi aidiyet, sahiplenme, vefa, sadakat duygularını artırır.
Çocukluğun beşiği olan aile, anne, baba, dede, nene, kardeşler ve akrabalar ile paylaşılan, sınırları kesin hatlarla belirlenmiş psikolojik bir mekân olarak ev, yurt içinde yaşayanlarda bir aidiyet duygusu oluşur, oralı olurlar. Ev sakinleri bu evde geçirdikleri anlar ile bir mekân algısı edinir. Bu mekana dahil olmayanlar bu yoğun duyguları yaşamayanlar ev halkı tarafından yabancı olarak tanımlanır.
Mekân veya mekânın kimliği ile hatırası olmayan ötekileşir, yabancı kabul edilir. Başka bir köyden birisi köyümüze gelse, yerleşse bile o köyün yerlileri sonradan geleni yabancı diye kategorize ederler. Çünkü yerli değildir, yabancıdır. Yabancılığının nedeni o köyün ve köylüsünün hatırasında, geçmişinde yeri olmadığındandır.
Vatan, yuva, yurt, köy sadece sosyal mekânlar değildir, doğup büyüdüğümüz ve ortak hafızanın aktarıldığı, kökleri ve sürekliliği ifade eden, milli, manevi değerlerin yaşandığı yerlerdir. Vatan, yurt yüzyıllık süreçlerin birikim ve fedakârlıklarının ortak acı, ortak mutlulukların, ortak başarının sonucunda oluşan bir bilincin bir derinliğin karşılığıdır. Anıların, yeni hikâyelerin, yeni kültürel sembollerin biriktirilmesiyle, yaşanılanların anlamlandırılması ile bir vatan mümkün olabilir ki bu süreç nesiller alabilir.
Ülke hukuki ve jeopolitik bir kavram iken, vatan manevi yönü, milli duyguları, kültürel bağları içerir.
Evin ya da yurdun, vatanın yerlileri ile yabancıları arasındaki uçurumun kaynağı zihinsel, tarihsel ve sosyokültürel birikimdir. Bu birikim ile akraba olduğumuz farklı coğrafyalardaki soydaşlarımızla anlaşmamız, duygudaşlık yapmamız çok kolay olabilmektedir. Mesela Azerbaycan ile bu yakınlığımızdan dolayı, "İki devlet, bir milletiz" sözü, tam da bu gerçeği ifade etmektedir.
Vatan, yurt, yuva, birilerinin çocukluğunun beşiği olan, anılarının deposu niteliğindeki yerlerdir. Bu yerlerin her karışında kalbi, imani, bir bağı ve hatırası vardır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi zihinsel, tarihsel ve sosyokültürel birikimlerde yakınlığımız olmayan, sonradan gelenler için ise belki bir otobüs durağı mesabesinde olan şimdilik bir yaşam alanıdır. Bu nedenle ülkelerin sonradan gelen misafirleri, göçmenleri, mültecileri olabilmekle birlikte bizim için vatan, atalarımızdan devraldığımız, içimizde yaşattığımız milli ve manevi değerleri beşikteki çocuğumuza bırakacağımız bir ümittir.
Atalarımızdan devraldığımız ümidi, gelecek nesillere taşımak zorundayız, çünkü bizler kadim bir ulusun evlatlarıyız.
- Ağaç yaş iken eğilir, ancak… / 31.08.2024
- Görünüyorum o halde varım / 07.05.2024
- Çanakkale ile İstiklal marşındaki ruh aynı ruh / 18.03.2024
- Matematiğin, fiziğin formülü mü yoksa insanlığın formülü mü? / 19.02.2024
- İnsanlığa insanlık yolculuğu şart / 15.01.2024
- Güçlü aile güçlü millet demektir / 19.12.2023
- Cumhuriyet yüz yaşında, nice yüzyıllara / 01.11.2023
- Saygı beyaz çizgimiz olmalı / 15.10.2023
- Dinin mücadelesi dinsizlikle değil din ile olmuştur / 10.09.2023