İnsan bazan kendi kendisine yük olur, bilir misiniz?
Hiç kendinizi taşıyamadığınız oldu mu?
Sarhoşluktan bahsetmiyorum, sarhoştan delinin de, en azgın itin de korktuğunu biliyorum!
Ama sorguluyorum: yıllardır bizzat bildiklerinizin, artık söylense de duyanlara hiç bir yararı olmayacak olan gördüklerinizin, ağırlığı altında ezildiğiniz oldu mu?
Sırrını sakladıklarınız, sizin sırlarınızı saklayarak ölmüşler ama siz sağsınız ve ölmüş sırdaşınızla birlikte bildiklerinizden dolayı asla alakası olamayan kişiler, itham edilirken susmaya mecbur olduğunuz ve bu mecburiyeti size sadece vicdanınızın emrettiği, istisnaî haller yaşadınız mı?
Bu hali ancak bu halde olanlar bilirler ve onlar da, şimdiye kadar söylememişler, şimdi söyleyemezler, yarın da söylemezler!
Bir zamanlar; iki-üç yılda bir toplantılarda bir araya gelinirse bazı sır olaylar, ortakları arasında konuşulabilirdi, artık o da bitti! Çünkü aynı fikir havuzundan beslenerek büyüyen sırdaş-dertdaş-yoldaş bir nesil, kırk parçaya bölündü!
En basit ve romantik söylemle:
Bazıları eski!
Bazıları eskitenler! Bazıları eskitilenler!
Bazıları da; kendi kendilerine eskitilememekle övünenler!
Ama hepsinin sıfatlarının öznesi, eski!
Eski çamlar da bardak artık!
Veya "Eskiye rağbet olsa bit pazarına nûr yağardı!" diyen en-TELLEK-tüellerimiz var!
Bütün ömrünü bencilce yaşayan, bütün ömrünü şahsî çıkarları doğrultusunda, esen rüzgârın yönüne doğru çevrilerek yaşayan ve buna evrilme diyen; evrilmiş-devrilmiş, devşirilmişler yüzünden, ömürlerini toplumsal çıkarlar uğruna hibe eden mefkûreci/ülkücü/idealistlerin neredeyse tamamına "aptal" denilen, anlaşılmaz bir zamandayız!
Aslında mefkûreci/ülkücü/idealistlere aptal deme cür'etinde bulunan kurnazlar bilmezler ki; hem kendilerini, hem ailelerini, hem de yakınlarını dalından kopmuş yaprak misali rüzgâra teslim eden kendileridir!
Bilmezler ki, yağmur ve damlası inatçıdır; damla-damla yağar da yağar!
Damlalar birikir, taşar göletler oluşturur yine taşarlar, taşkın sular birikir dereler oluşturur coşarlar, coşkun sular buluşur selleşir ve deryaya doğru sabırsızca koşarlar!
Selden korkulur!
Coşkun sudan ürkülür!
Taşkın derelerden sakınılır ama yağmur damlası yok sayılırken inatla göletler, dereler, coşkun sular ve seller oluşturmaya devam eder!
Bazen taşkın seller, -farkında olmadan- buluştukları deltada-havzada deryalarını da bulandırırlar!
Ama bilmez ki, bu bulanma olmazsa olmaz! Çünkü "Su, bulanmadan durulmaz!"
Hatırlar mısınız, bazan; "Derya dereleri çağırdı, koşuyoruz!" diyerek yollara düşeriz! Hareket noktamızdan Deryamıza ulaşıncaya kadar, yol boyu önümüze gelen damla birikintilerimizi de alarak Deryamıza götürürüz!
İyi yaparız!
İyi yaptığımızı zannederiz ama Deryamıza taşıdıklarımızdan bazılarının suyumuzu bulandırdıklarını fark edemeyiz!
Fark eden Deryamız da, deryalığı gereği Gönlü ile bu bulantıları yıkar temizler, farkında bile olmayız!
Geçtiğimiz günlerde TRT ekranlarında Tarih Profesörü Tufan Gündüz; "Biz, yetim bir neslin çocuklarıyız!" diye müthiş bir cümle kurdu, çarpıldım!
Niye bilmem aklıma Yaşar Kemal'in İnce Memed'i ve 1920'lerin Türkiyesi geldi...
Sıkıldı canım, burkuldu yüreğim!
Yaşım gereği; otomobilsiz, otobüssüz hatta kamyonsuz günleri hatırladım!
İyi atları, iyi atlara binen kötü ağaları hatırladım!
Jandarmanın öldürdüğü ve ahalinin yasını tuttuğu eşkıyaları hatırladım!
CHP'li olmasalar da, "Paşacı CHP'li" arkadaşlarına-komşularına sonsuz saygılı, büyüklerimizi hatırladım!
Allah hepsine rahmet eylesin!
O güzel adamları ve mücadele ettikleri Hükumet destekli kötü adamları hatırladım!
Varsıl veya yoksul herkesin, devlet dairesinde bir masa kapsın hayaliyle çocuklarını okutmak için verdikleri mücadeleleri hatırladım!
Ve tabii bir memur maaşı ile iki kız, beş erkek toplam yedi çocuğunun yedisini de okutan Rahmetli Babamı ve O'nun; "Oğlum! Dünyada rahat etmek istiyorsan Devletin yasalarına; dünyada ve ahirette rahat etmek istiyorsan Allah'ın yasalarına uy!" öğüdünü hatırladım!
Hatırladım ve bir su damlası gibi düştüğüm yerde kendi kendime çalkalanarak bir dalga oluşturmaya çalıştım!
Beğler!
Vallahi su, bulanmadan durulmaz ama keçiyi yemeğe kararlı kurdun, akıl almaz bahanelerini göremezsek; keçi olmadan, kurt olmayanlara yem oluruz!
Nasıl söylenir henüz bilmiyorum ama suyumuzu bulandıran keçiler var ve biz kurt karakterimizi kaybetmişiz!
Keçiler bizim!
Başkalarının bulandırdığı su, bizim!
Ama biz kurt değiliz!
Daha önce anlattığım "Daktilocu Tavşan" hikâyemdeki gibi; mağara bizim, mağaranın girişinde daktiloculuk yaptırılan tavşan bizim; tavşanın tuzağına düşen tilki de bizim, kurt da ama mağaraya saklanmış aslan bizim değil!
Daktilocu tavşanın tuzağına düşen Kurnaz Tilkiler veya Cesur Kurtların, önümüzdeki referandumda; "Evet" veya "Hayır" demeleri neye yarar, yabancıların bulandırdığı suyumuzu biraz daha bulandırmaktan başka?
Aklıma Rahmetli Müslüm Gürses'in:
"Dalgalandım da duruldum
Koştum ardından yoruldum.
Binlerce güzel gördüm
Bir tek sana vuruldum" diye inlemesi geldi ve her şeye rağmen;
"BİZ BİLİRİZ BİZİM İŞLERİMİZİ/İŞİMİZ KİMSEDEN SORULMAMIŞTIR!" dedim vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ?
Hiç kendinizi taşıyamadığınız oldu mu?
Sarhoşluktan bahsetmiyorum, sarhoştan delinin de, en azgın itin de korktuğunu biliyorum!
Ama sorguluyorum: yıllardır bizzat bildiklerinizin, artık söylense de duyanlara hiç bir yararı olmayacak olan gördüklerinizin, ağırlığı altında ezildiğiniz oldu mu?
Sırrını sakladıklarınız, sizin sırlarınızı saklayarak ölmüşler ama siz sağsınız ve ölmüş sırdaşınızla birlikte bildiklerinizden dolayı asla alakası olamayan kişiler, itham edilirken susmaya mecbur olduğunuz ve bu mecburiyeti size sadece vicdanınızın emrettiği, istisnaî haller yaşadınız mı?
Bu hali ancak bu halde olanlar bilirler ve onlar da, şimdiye kadar söylememişler, şimdi söyleyemezler, yarın da söylemezler!
Bir zamanlar; iki-üç yılda bir toplantılarda bir araya gelinirse bazı sır olaylar, ortakları arasında konuşulabilirdi, artık o da bitti! Çünkü aynı fikir havuzundan beslenerek büyüyen sırdaş-dertdaş-yoldaş bir nesil, kırk parçaya bölündü!
En basit ve romantik söylemle:
Bazıları eski!
Bazıları eskitenler! Bazıları eskitilenler!
Bazıları da; kendi kendilerine eskitilememekle övünenler!
Ama hepsinin sıfatlarının öznesi, eski!
Eski çamlar da bardak artık!
Veya "Eskiye rağbet olsa bit pazarına nûr yağardı!" diyen en-TELLEK-tüellerimiz var!
Bütün ömrünü bencilce yaşayan, bütün ömrünü şahsî çıkarları doğrultusunda, esen rüzgârın yönüne doğru çevrilerek yaşayan ve buna evrilme diyen; evrilmiş-devrilmiş, devşirilmişler yüzünden, ömürlerini toplumsal çıkarlar uğruna hibe eden mefkûreci/ülkücü/idealistlerin neredeyse tamamına "aptal" denilen, anlaşılmaz bir zamandayız!
Aslında mefkûreci/ülkücü/idealistlere aptal deme cür'etinde bulunan kurnazlar bilmezler ki; hem kendilerini, hem ailelerini, hem de yakınlarını dalından kopmuş yaprak misali rüzgâra teslim eden kendileridir!
Bilmezler ki, yağmur ve damlası inatçıdır; damla-damla yağar da yağar!
Damlalar birikir, taşar göletler oluşturur yine taşarlar, taşkın sular birikir dereler oluşturur coşarlar, coşkun sular buluşur selleşir ve deryaya doğru sabırsızca koşarlar!
Selden korkulur!
Coşkun sudan ürkülür!
Taşkın derelerden sakınılır ama yağmur damlası yok sayılırken inatla göletler, dereler, coşkun sular ve seller oluşturmaya devam eder!
Bazen taşkın seller, -farkında olmadan- buluştukları deltada-havzada deryalarını da bulandırırlar!
Ama bilmez ki, bu bulanma olmazsa olmaz! Çünkü "Su, bulanmadan durulmaz!"
Hatırlar mısınız, bazan; "Derya dereleri çağırdı, koşuyoruz!" diyerek yollara düşeriz! Hareket noktamızdan Deryamıza ulaşıncaya kadar, yol boyu önümüze gelen damla birikintilerimizi de alarak Deryamıza götürürüz!
İyi yaparız!
İyi yaptığımızı zannederiz ama Deryamıza taşıdıklarımızdan bazılarının suyumuzu bulandırdıklarını fark edemeyiz!
Fark eden Deryamız da, deryalığı gereği Gönlü ile bu bulantıları yıkar temizler, farkında bile olmayız!
Geçtiğimiz günlerde TRT ekranlarında Tarih Profesörü Tufan Gündüz; "Biz, yetim bir neslin çocuklarıyız!" diye müthiş bir cümle kurdu, çarpıldım!
Niye bilmem aklıma Yaşar Kemal'in İnce Memed'i ve 1920'lerin Türkiyesi geldi...
Sıkıldı canım, burkuldu yüreğim!
Yaşım gereği; otomobilsiz, otobüssüz hatta kamyonsuz günleri hatırladım!
İyi atları, iyi atlara binen kötü ağaları hatırladım!
Jandarmanın öldürdüğü ve ahalinin yasını tuttuğu eşkıyaları hatırladım!
CHP'li olmasalar da, "Paşacı CHP'li" arkadaşlarına-komşularına sonsuz saygılı, büyüklerimizi hatırladım!
Allah hepsine rahmet eylesin!
O güzel adamları ve mücadele ettikleri Hükumet destekli kötü adamları hatırladım!
Varsıl veya yoksul herkesin, devlet dairesinde bir masa kapsın hayaliyle çocuklarını okutmak için verdikleri mücadeleleri hatırladım!
Ve tabii bir memur maaşı ile iki kız, beş erkek toplam yedi çocuğunun yedisini de okutan Rahmetli Babamı ve O'nun; "Oğlum! Dünyada rahat etmek istiyorsan Devletin yasalarına; dünyada ve ahirette rahat etmek istiyorsan Allah'ın yasalarına uy!" öğüdünü hatırladım!
Hatırladım ve bir su damlası gibi düştüğüm yerde kendi kendime çalkalanarak bir dalga oluşturmaya çalıştım!
Beğler!
Vallahi su, bulanmadan durulmaz ama keçiyi yemeğe kararlı kurdun, akıl almaz bahanelerini göremezsek; keçi olmadan, kurt olmayanlara yem oluruz!
Nasıl söylenir henüz bilmiyorum ama suyumuzu bulandıran keçiler var ve biz kurt karakterimizi kaybetmişiz!
Keçiler bizim!
Başkalarının bulandırdığı su, bizim!
Ama biz kurt değiliz!
Daha önce anlattığım "Daktilocu Tavşan" hikâyemdeki gibi; mağara bizim, mağaranın girişinde daktiloculuk yaptırılan tavşan bizim; tavşanın tuzağına düşen tilki de bizim, kurt da ama mağaraya saklanmış aslan bizim değil!
Daktilocu tavşanın tuzağına düşen Kurnaz Tilkiler veya Cesur Kurtların, önümüzdeki referandumda; "Evet" veya "Hayır" demeleri neye yarar, yabancıların bulandırdığı suyumuzu biraz daha bulandırmaktan başka?
Aklıma Rahmetli Müslüm Gürses'in:
"Dalgalandım da duruldum
Koştum ardından yoruldum.
Binlerce güzel gördüm
Bir tek sana vuruldum" diye inlemesi geldi ve her şeye rağmen;
"BİZ BİLİRİZ BİZİM İŞLERİMİZİ/İŞİMİZ KİMSEDEN SORULMAMIŞTIR!" dedim vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017