Mütareke ve magazin basınının Ankara Gazi Orduevi'ndeki 30 Ağustos resepsiyonuna çağrılı temsilcileri ertesi gün manşetlerine Genelkurmay İkinci Başkanı'nın o gece sarfettiği "Allah"lı bir cümleyi taşımakta en ufak bir mahzur görmediler.
Nasıl görsünlerdi ki, bir taşla tam üç kuş vurmuşlardı. Orgeneral Büyükanıt hem Allah demiş, hem ordu demiş, hem de aynı cümlede Avrupa Birliğinden bahsetmişti.
Ben gene de o basının malûm temsilcilerinin duyduklarını anlamadıklarını, dolayısı ile değerlendirme hatası yaptıklarını, böylelikle de olayı yanlış aktardıklarını, kamuoyunu "taammüden" yanılttıklarını ileri sürmekte ısrar ediyorum.
Ya inceliği kavramadılar, yahut olayı görmek istedikleri gibi gördüler.
Büyükanıt ne demiş; "Ordu Avrupa Birliği'ne karşı diyenleri Allah çarpar."
Ben de aynı fikirdeyim. Paşaya tamamen katılıyorum.
Çünkü ben de Türkiye'nin AB'ye girmesinde en ufak bir mahzur görmüyorum. Ancak.....
Ufak, küçücük bir takım şartlarım var.
Kıbrıs ve Ege verilmeyecek, ülke bölünmeyecek, resmî dil Türkçe olarak kalacak, egemenlikten (millî bayrak, millî ordu, millî para, millî ve bağımsız yargı, millî gümrük) vaz geçilmeyecek.
Okuyucu bu "ufak" şartların, eski değil sadece emekli bir asker olan bendenizin fikirleri olmadığını, TSK'nın her fırsattan istifade ile bu köşede aktardığımız görüşleri olduğunu iyi bilir. Meraklısı hem bizim eski yazılarımıza hem gazetenizde yayını yeni biten "Ya Ayyıldız-Ya Oniki yıldız" başlıklı diziye bakabilirler.
Peki ne oldu da mütareke ve magazin basınının akredite ve seçilmiş temsilcileri hep bir ağızdan ordunun AB'ye karşı olmadığını ileri sürmeye başladılar?
"Arkadaşlar"ın ileriye taşıdıkları ve okuyucularına yansıttıkları umut; Mesut Yılmaz'ın Ulusal Güvenlik çıkışından sonra sert geçeceği düşünülen Ağustos MGK'sının ılımlı havasından ve toplantıdan sonra yayınlanan olağan bildirinin yumuşak üslûbundan kaynaklanıyordu.
Gelin o halde Ağustos MGK'sını, bildirisini ve 30 Ağustos resepsiyonunu bir de biz "asker gözüyle" değerlendirelim.
Bir kere önce Ecevit'in mutemet yardımcısı Özkan'ın toplantı öncesi uyguladığı mekik diplomasisi sayesinde Yılmaz konuyu açmadığı gibi Bahçeli de (her zamanki gibi) herhangi bir tavır koymamış.
Bunun üzerine toplantıda askerler beklenildiğinin aksine "sıcak" davranmışlar.
Bildiride de Yılmaz'ın endişelerini de tatmin eder bir biçimde son derece ılımlı şöyle bir temenni cümlesi yer almış: "Anayasa değişikliklerinin olgunlaştırılarak TBMM Genel Kurulu'ndan geçmesi temennileri dile getirilmiştir."
Bakmayın Taha Akyol'un bu cümleyi bile beğenmeyerek; "Parlâmentonun yetkisine saygı duyuyoruz ve güveniyoruz" şeklini önermesine... Onun derdi zaten bağcıyı dövmek.
İlgi sırasına göre Yılmaz, Bahçeli, Ecevit ve bütün siyasiler MGK bildirisinde yer alan bu cümle ile kucaklarına fitili ateşlenmiş bir dinamit lokumunun konulduğunun farkında değiller mi acaba?
Eylül'de olağanüstü toplanacak TBMM'de anayasa değişikliği görüşmeleri sırasında (tabiî eğer görüşülecekse.... Çünkü mevcut "filli" sisteme göre parlâmenter demokratik sistemimiz bütün organlarıyla çalışmamakta, bu hükümetçe değiştirilen içtüzük sayesinde maddeler bir türlü görüşülememekte, zaten "liderler zirvesi" millet, vekilleri ve devlet adına "öyle uygun görülen" kararları zaten önceden aldığı için vekillere genel kurul salonunda görüşecek bir şey kalmamaktadır) herkesin saçı önüne düşecek, ak mı kara mı olduğu milletçe görülecektir. Biz de keyifle bu görüşmeleri tarihe not olarak düşeceğiz.
Kimin, mangalda milliyetçilik adına kül bırakmayan hangi parti veya partilerin veya hangi vekillerin Kıbrıs'ı, Ege'yi, Güneydoğu'yu sattığını, bayrak, para, asker, yargı bağımsızlığından kimlerin nasıl gözünü kırpmadan vazgeçtiğini millet bu sayede Eylül'de görecektir.
Asker böyle davranmakla kapalı kapılar ardında kendi sırtından politika yaparak "asker böyle istiyor" diyenlerin ipliğinin pazara çıkarılmasına imkân sağlamıştır.
Takke düºecek, kel görünecektir Eylül'de.
Bu arada Ağustos MGK'sında komutanların söylediği bir sözün Ecevit'i rahatsız ettiği anlaşılmaktadır.
Güyâ Kıvrıkoğlu demiş ki; "Yahu her sene masanın asker tarafı değişiyor, karşı
taraf hep aynı".
Evet; masanın öbür tarafında 1960'lı yıllardan beri Demirel ve Ecevit oturmuyor mu?
Yoksa içine düşürüldüğümüz perişan durumun sebebi hakikaten bu mu?
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin, masanın bu tarafındaki her sene değişen asker mi daha demokrat yoksa karşı tarafındaki hiç değişmeyen sivil mi?
Hangisi padişahlık?
Kıvrıkoğlu bu lâfı söylememişse bile iyi uymuş, "cuk" oturmuş.
Hayâli bile cihan değmez mi?
Nasıl görsünlerdi ki, bir taşla tam üç kuş vurmuşlardı. Orgeneral Büyükanıt hem Allah demiş, hem ordu demiş, hem de aynı cümlede Avrupa Birliğinden bahsetmişti.
Ben gene de o basının malûm temsilcilerinin duyduklarını anlamadıklarını, dolayısı ile değerlendirme hatası yaptıklarını, böylelikle de olayı yanlış aktardıklarını, kamuoyunu "taammüden" yanılttıklarını ileri sürmekte ısrar ediyorum.
Ya inceliği kavramadılar, yahut olayı görmek istedikleri gibi gördüler.
Büyükanıt ne demiş; "Ordu Avrupa Birliği'ne karşı diyenleri Allah çarpar."
Ben de aynı fikirdeyim. Paşaya tamamen katılıyorum.
Çünkü ben de Türkiye'nin AB'ye girmesinde en ufak bir mahzur görmüyorum. Ancak.....
Ufak, küçücük bir takım şartlarım var.
Kıbrıs ve Ege verilmeyecek, ülke bölünmeyecek, resmî dil Türkçe olarak kalacak, egemenlikten (millî bayrak, millî ordu, millî para, millî ve bağımsız yargı, millî gümrük) vaz geçilmeyecek.
Okuyucu bu "ufak" şartların, eski değil sadece emekli bir asker olan bendenizin fikirleri olmadığını, TSK'nın her fırsattan istifade ile bu köşede aktardığımız görüşleri olduğunu iyi bilir. Meraklısı hem bizim eski yazılarımıza hem gazetenizde yayını yeni biten "Ya Ayyıldız-Ya Oniki yıldız" başlıklı diziye bakabilirler.
Peki ne oldu da mütareke ve magazin basınının akredite ve seçilmiş temsilcileri hep bir ağızdan ordunun AB'ye karşı olmadığını ileri sürmeye başladılar?
"Arkadaşlar"ın ileriye taşıdıkları ve okuyucularına yansıttıkları umut; Mesut Yılmaz'ın Ulusal Güvenlik çıkışından sonra sert geçeceği düşünülen Ağustos MGK'sının ılımlı havasından ve toplantıdan sonra yayınlanan olağan bildirinin yumuşak üslûbundan kaynaklanıyordu.
Gelin o halde Ağustos MGK'sını, bildirisini ve 30 Ağustos resepsiyonunu bir de biz "asker gözüyle" değerlendirelim.
Bir kere önce Ecevit'in mutemet yardımcısı Özkan'ın toplantı öncesi uyguladığı mekik diplomasisi sayesinde Yılmaz konuyu açmadığı gibi Bahçeli de (her zamanki gibi) herhangi bir tavır koymamış.
Bunun üzerine toplantıda askerler beklenildiğinin aksine "sıcak" davranmışlar.
Bildiride de Yılmaz'ın endişelerini de tatmin eder bir biçimde son derece ılımlı şöyle bir temenni cümlesi yer almış: "Anayasa değişikliklerinin olgunlaştırılarak TBMM Genel Kurulu'ndan geçmesi temennileri dile getirilmiştir."
Bakmayın Taha Akyol'un bu cümleyi bile beğenmeyerek; "Parlâmentonun yetkisine saygı duyuyoruz ve güveniyoruz" şeklini önermesine... Onun derdi zaten bağcıyı dövmek.
İlgi sırasına göre Yılmaz, Bahçeli, Ecevit ve bütün siyasiler MGK bildirisinde yer alan bu cümle ile kucaklarına fitili ateşlenmiş bir dinamit lokumunun konulduğunun farkında değiller mi acaba?
Eylül'de olağanüstü toplanacak TBMM'de anayasa değişikliği görüşmeleri sırasında (tabiî eğer görüşülecekse.... Çünkü mevcut "filli" sisteme göre parlâmenter demokratik sistemimiz bütün organlarıyla çalışmamakta, bu hükümetçe değiştirilen içtüzük sayesinde maddeler bir türlü görüşülememekte, zaten "liderler zirvesi" millet, vekilleri ve devlet adına "öyle uygun görülen" kararları zaten önceden aldığı için vekillere genel kurul salonunda görüşecek bir şey kalmamaktadır) herkesin saçı önüne düşecek, ak mı kara mı olduğu milletçe görülecektir. Biz de keyifle bu görüşmeleri tarihe not olarak düşeceğiz.
Kimin, mangalda milliyetçilik adına kül bırakmayan hangi parti veya partilerin veya hangi vekillerin Kıbrıs'ı, Ege'yi, Güneydoğu'yu sattığını, bayrak, para, asker, yargı bağımsızlığından kimlerin nasıl gözünü kırpmadan vazgeçtiğini millet bu sayede Eylül'de görecektir.
Asker böyle davranmakla kapalı kapılar ardında kendi sırtından politika yaparak "asker böyle istiyor" diyenlerin ipliğinin pazara çıkarılmasına imkân sağlamıştır.
Takke düºecek, kel görünecektir Eylül'de.
Bu arada Ağustos MGK'sında komutanların söylediği bir sözün Ecevit'i rahatsız ettiği anlaşılmaktadır.
Güyâ Kıvrıkoğlu demiş ki; "Yahu her sene masanın asker tarafı değişiyor, karşı
taraf hep aynı".
Evet; masanın öbür tarafında 1960'lı yıllardan beri Demirel ve Ecevit oturmuyor mu?
Yoksa içine düşürüldüğümüz perişan durumun sebebi hakikaten bu mu?
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin, masanın bu tarafındaki her sene değişen asker mi daha demokrat yoksa karşı tarafındaki hiç değişmeyen sivil mi?
Hangisi padişahlık?
Kıvrıkoğlu bu lâfı söylememişse bile iyi uymuş, "cuk" oturmuş.
Hayâli bile cihan değmez mi?
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002