Sene 1990, ortaokul yıllarım, babamla şehir merkezinde bir sokakta yürüyoruz. Bir kasabın önünden geçerken, kasabın çırağının elindeki süngerle yerdeki kirli paspasa damlayan kanı silip aynı süngeri tezgahın üzerindeki et kesme tahtasına bıraktığını görüyorum. İğreniyorum, babama anlatıyorum ve ekliyorum: "Ben zabıta olacağım ve temizliğe dikkat etmeyen esnaflara ceza yazacağım ki bir daha yapmasınlar." Babam diyor ki: "Sen görmediğin zamanlarda aynı şeyi yapmaya devam edeceklerdir. Bu durumu düzeltmek o insanları eğitmekle olur."
Düşünüyorum, çok doğru. Öğretmen olma düşüncesi filizlenmeye başlıyor zihnimde. Öyleyse istikamet Anadolu Öğretmen Lisesi. Bu okulda her şey gayet iyi, eğitim dersleri de var; tüm derslerim çok iyi, ikinci olarak mezun oluyorum okuldan. Ama bir şey eksik, ruhumda fırtınalar kopuyor; bu ruhun da eğitilmeye ihtiyacı yok mu, var elbet ama nasıl, bilmiyorum.
Üniversite sınavlarına hazırlanıyorum, yıl 1995, mevsim bahar. İçimde kasırga var, gündüz ders çalışıyor, gece ağlıyorum, gözyaşları eşliğinde dua ediyorum: "Allah'ım, ben Sana layık bir kul olmak istiyorum ama nasıl olacağımı bilmiyorum."
TV'de gece yarısı Allah dostlarının hayatları var film olarak, hem ağlıyor hem izliyorum. Allah'ım diyorum, böyle bir İslam varsa bu insanların yaşadığı ne, işte burada eğitim var, nefis eğitimi, terbiyesi var, Allah her yerde, her şeyi görüyor, insanlar bunu bile bile nasıl günah işliyor, kul hakkı yiyebiliyor, demek ki bir şeyler ters gidiyor, yanlış veya eksik yapılıyor, biliniyor.
Birkaç ay bir dershaneye gidiyorum, en arkada oturuyor, derdimi içimde büyütüyorum; yanıma bir arkadaş geliyor, ders çıkışlarında sahilde bir bankta oturuyor, sohbet ediyoruz. Ben ona arayışımdan bahsediyorum; o bana Abdulkadir Geylani Hazretleri'nden ve onun yolunu takip eden öğrencilerinden söz ediyor, ben ağzı açık dinliyorum.
Sonra teyzesinin kızıyla tanıştırıyor beni, o benim derdime çare bulurmuş. Tanışıyoruz. Elinde bir fotoğraf var, bana gösteriyor, nur yüzlü, pırıl pırıl bir insan var fotoğrafta. Ama, diyorum, bu takım elbiseli? "Ne olmuş?" diyor "Takım elbiseli Müslüman olmaz mı?" Olmaz mı olur, niye olmasın ki, ne alaka, sarık cübbe giyen herkes gerçek Müslüman olsaydı…
Bir sürü soru soruyorum, hepsine cevap alıyorum. "Seni Prof. Dr. Haydar Baş'la tanıştıralım, onun sohbetlerine iştirak et, gönlün huzur bulur" diyor sonradan dostum olacak kişi. Üstelik öğretmen, üstelik profesör, e daha da ne isteyeyim Rabbimden. "Geceleri ettiğim dualar karşılık buldu galiba" diye geçiriyorum aklımdan.
Eylül 1995, Gazi Eğitim Fakültesi… Aradığımı buluyorum ama eğitim fakültesinde değil, dost meclisinde. Hz. Musa ile Hızır (a.s.)' ın kıssasını anlatıyor Haydar Hocam. Hz. Musa ledün ilmini öğrenmek için Hızır ( a.s)'a tâbi oluyor. Hocam'a ilk sorumu soruyorum: "Hz. Musa bir peygamber, yine de bir yol göstericiye mi ihtiyaç duyuyor?" "Evet" diyor Hocam, "Demek ki duyuyor." 'Ya' diyorum kendi kendime, 'Bir peygamberin dahi öğretmene ihtiyacı varken biz kim oluyoruz ki bu yolu yalnız gidebileceğimizi düşünüyoruz.'
Aradığım her şeyi, o günden sonra, O'nunla buldum.
Kaybolmasın diye de yazmaya karar verdim. Son yüzyılın en büyük mirasını devralmış olduğumuzu düşünüyorum; mübarek ola, anlatmak ve yaşamak nasip ola.
- Ev okulu/okul gerekli mi? / 29.09.2020
- Okullar açılmadan, ziller çalmadan… / 28.08.2020
- Kendimize uygun mesleği seçmek / 30.07.2020
- Meslek seçiminin ilk adımı / 29.07.2020
- YKS gençliği ne alemde? / 21.07.2020
- Hayatın anlamını yakalamak / 19.07.2020
- LGS sonrası ebeveyn tutumları / 09.07.2020
- YKS öncesi / 26.06.2020
- Üstat ve eğitim-II / 25.06.2020