Yıl -yine - 1995, anlata anlata bitiremeyeceğim bir sene. Tarih her şeyi her ayrıntısıyla yazabilse keşke. Yazmayı sevmeyen bir millet olduğumuz için mümkün olmayan bir şey bu. Madem diyorum zamanında yazmadık şimdi yazalım, çünkü bu tarihin yazılması gerek. Ötelerde bir yerlerde muhakkak nurlu kalemlerle bunları yazanlar vardır ama bu; anlatma, tebliğ etme, mirasın hakkını verme, kul olma, layık olma sorumluluğunu bizim üzerimizden almaz. Bu sebeple bana bu tarihi yaşamayı lütfeden Rabbime şükrederek yazmaya devam ediyorum.
Ülkenin en iyi eğitim fakültesine gidip geliyorum, onlarca derse giriyorum. Hepsinde bir eksiklik var, öyle hissediyorum, bunu sadece ben hissetmiyorum, herkes hissediyor bence, özellikle sorgulayan, düşünen, muhakeme eden birileri ise. Pırıl pırıl bir gençlik var amfide oturmuş, gözleri hülyalı ve endişeli geleceğe bakıyor. Bir Türk gencinin bakışı, duruşu böyle mi olmalı diye geçiriyorum gönlümden. Bir girdaba benzetmeye başlıyorum üniversite okumayı, bu kampüslerde, bu amfilerde, kantinlerde, yol kenarındaki kafelerde, eğlence yerlerinde olup bitenleri gördükçe.
"Gel ey zamandan üstün makamları aşan genç;
Cennet senin mekanın, Hak yolunda koşan genç.
Zaman, mekan seninle hakikate gömülsün,
Tarihine sahip çık, ağlayan yüzler gülsün.
Sen şehit doğuracak duvak altında gelin,
Yıkılmış harabeyi kaldırsın güçlü elin.
Sen ey genç, özlediğim, beklediğim emelsin,
Bu çökük harabeyi yükseltecek tek elsin." (Gençliğe Mesaj, Prof. Dr. Haydar Baş).
Her biri birer vecize niteliğinde olan bu dizeleri İcmal Gençlik'in duvarında, güzel bir çerçeve içinde gördüm ve hayran kaldım; hem sanatsal/edebi yönü çok güçlü hem dini hayatla iç içe, hem tarih kokuyor, hem ahireti müjdeliyor hem de yol gösteriyor.
Odada bulunan gençlere dönüp baktım, hiçbiri bizim kampüstekiler gibi bakmıyor. Hepsi kendinden emin, vakarlı, nerede ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilen, cesur, gözü pek, eli yüzü nurlu, hakka hukuka sonuna kadar riayet eden, edepli, hayalı, gözleri umut ve aşk saçan gençler.
İçimden 'Bunlar aradığını bulmuş, şükürler Rabbime ki ben de şu an buradayım' diye geçirdim. "21 Eylül 1995, senin doğum günün olsun!" dediler, "Olsun elbette!" karanlıklardan aydınlığa çıktığımız gün doğum günümüz, Cenab-ı Hakk'a yaratıldığımız gibi tertemiz döndüğümüz gün de düğün günümüz olsun, o da ancak bu istikamette mümkün gibi duruyor, dedim.
"Gel" dediler, "Bugün Meltem Koleji'nin açılışı var, Üstat Prof. Dr. Haydar Baş da katılacak, oraya gidelim." Yol boyunca düşündüm, bu kadar özel okul varken bir tane daha açmanın anlamı ne olabilir ki? (Elbette bunun hikmetinin bir kısmını Prof. Dr. Haydar Baş Hocamızın o günkü konuşmasında, bir kısmını birkaç yıl sonra, bir kısmını da yaşayarak anladım, hala anlayamadığım hikmetlerin olduğuna da eminim).
"Sen, ezel anasından doğdun ölmemek için,
Tecellilere ermek, maddeyi delmek için.
Ebediyet yolcusu, nasıl sığarsın kaba?
Sen insanlığa örnek en mükemmel bir baba.
Ezeli ayrılıktan sadık gönlün kanasın,
Peygamberin müjdesi mübarek bir anasın.
Ayağını öpecek cennetlik olmak için,
Bir tarih dirilecek seni doğurmak için." (Gençliğe Mesaj, Prof. Dr. Haydar Baş).
Bu kutlu dizeler orada da gururla, aşkla okundu. Okulun duvarlarında bu ifadeler yoktu ama maneviyatı tüm duvarlara, sınıflara, sıralara, tahtalara, öğretmenlerin çehresine sinmiş gibiydi. Oradan da nakış nakış çocukların, gençlerin kalbine işlenecek, ülkesine, milletine hayırlı, çalışkan nice gençler yetişecekti, öyle de oldu, olacak da inşaallah. Öyle bir anne, öyle bir baba, öyle bir genç modeli gizli ki bu dizelerde, onu aşikâr eden ve ülkemize hediye eden bir 'Hoca'yı dinliyordum o gün, o kalabalığın içinde.
Gözümün önünden okulların durumu akıp geçti, 'insan' eğitimiyle ilgili hiçbir şeyin olmadığı, teorik ve maddesel bilginin, başarının yeterli görüldüğü okullar - hala da öyle.- Okulların zina, sigara, uyuşturucu, şiddet, ahlaksızlık, tembellik, vurdumduymazlık yuvaları haline geldiğini görüyor ve duyuyorduk – hala da görüyor ve duyuyoruz.-
Böyle çirkinliklerin olduğu bir ortamda temiz bir nesil yetiştirme imkanı elbette yoktur. Meltem Okullarını açarak büyük bir basiret gösteren 'Hocam' bu alanda tek öncü olmuştur. Eğitimdeki başarının güzel ahlak ve imanla da taçlanması gerektiğini, asıl ihtiyaç duyduğumuz şeyin bu olduğunu yine o günlerde ve her daim O'ndan öğrendik.
'Hocam, Hocam' diyordu etrafındaki herkes, oldukça tuhaf gelmişti bu bana. Hoca ya okulda olur ya camide. Neden Hocam diyorlar ki; beyefendi desinler, abi desinler, Haydar Bey desinler… Zamanla gördüm ki bu Hoca hayatın içinde, her şeyin merkezinde, okuldakini, camidekini de öğretiyor, sadece öğretmiyor, yaşatıyor, birebir uygulatıyor. İnsanların sadece dünyasını değil ahiretini de kurtarmaya çalışıyor.
Zamanla her 'Hocam' deyişteki minnettarlığı, vefayı, sevgiyi, saygıyı, hürmeti hissedebildim. Bu çok farklı bir 'Hoca'ydı; yirmi dört saati eğitim olan, her anıyla uyarıcı, rehber, rol model olan biriydi, diğer hocalarla arasında dağlar, kıtalar, okyanuslar, görünür görünmez nice ilimler vardı. Anlayabilene ne mutlu.
NOT: Üniversite sınavına birkaç gün kalmış durumda, sınava girecek tüm gençlerimize başarılar diler; Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in tarihe ve geleceğe ışık tutan bu şiirinin tamamını üzerinde düşüne düşüne okumalarını ve özümsemelerini tavsiye ederim.
- Ev okulu/okul gerekli mi? / 29.09.2020
- Okullar açılmadan, ziller çalmadan… / 28.08.2020
- Kendimize uygun mesleği seçmek / 30.07.2020
- Meslek seçiminin ilk adımı / 29.07.2020
- YKS gençliği ne alemde? / 21.07.2020
- Hayatın anlamını yakalamak / 19.07.2020
- LGS sonrası ebeveyn tutumları / 09.07.2020
- YKS öncesi / 26.06.2020
- Üstat ve eğitim-II / 25.06.2020