Ruh iyiye güzele kanatlanıp gitmek isterken nefis insanı hep kötülüğe sürüklemeye, ruhu aşağıya doğru çekmeye çalışır. Ruh ve nefsin bu mücadelesi insanoğlunun son nefesine kadar sürmektedir. Her müsabakada olduğu gibi bu müsabakanın da yol göstericileri teknik direktörleri, hocaları, üstatları, insanı kâmilleri bulunmaktadır. Tabiri caiz ise ruhun teknik direktörü nefsi yenmesi için taktikler veren Peygamber, Ehl-i Beyt ve onların aşk ocağında pişenlerdir.
Nefsin, hevanın, hevesin, kötülüklerin teknik direktörleri ise iblis ve aveneleridir.
İşte bu iki tarafın asıl mücadele alanı insanın vücut ülkesidir.
Nefisimiz bizi nura hakka, hakikate, iyiye, güzele, tevhide davet edenlere üstün gelirse biz bu dünyanın tuzağına düştük ve hak hesabına bu maçın bu mücadelenin mağlubu olacağız demektir.
Allah korusun ebedi hayatımızı kaybetme noktasına gelebiliriz.
Ancak; Peygamberlerimizin, Ehl-i Beyt'inin ve onların aşk ocağında pişenlerin bizi kurtarmak için uzattıkları eli tutarsak kurtulanlardan olacağız. O vakit bu dünya için yine Rabbimizin buyurduğu gibi "Biz göğü, yeri ve aralarında olan varlıkları oyuncak olsun diye yaratmadık."(Enbiya,21/16) Ayeti kerime gereğince;
Bu dünyada ki Allah'ın yarattığı her şeyi ahiretimizi mamur etmek için kullanırız. Allaha vereceğimiz hesabı düşünerek yaşarız, dünyayı ahiretimiz için bir binek olarak görürüz.
Bu dünya insan için, ahiret için mahsulatın ekildiği bir tarla, amellerin yazıldığı bir defter, imtihanın yapıldığı bir salon, müsabakanın gerçekleştiği bir yer olduğu bilinciyle, Allah'a kul Habibi Kibriya'sına ve Ehl-i Beytine layık olmak için çalışırız, hayırlı ameller yaparız, bu sınavı başarılı bir şekilde vermeye gayret ederiz.
Bu dünya bu sebeple ciddi bir okuldur, bir mekteptir, bir üniversitedir… Ayet-i kerimelerden, Peygamber Efendimizden, Ehl-i Beyt'inden bize gelen mesajlar kısaca diyor ki; sakın tembellik edip de imtihanı kaybetmeyin. İmtihan çok ciddidir, ilave bir bütünlemesi, telafi sınavı da asla söz konusu değildir…
Bu sebeple, dünyayı aynı zamanda nefsani, heva ve heveslere hitap eden bir oyun ve eğlence yeri olarak görmek gerekiyor. Bu dünya tuzaklarla, aldatmacalarla dolu, Allah'ın rızasını kazanmaya götüren yolları tıkayan, hak yoldan çıkaran ve dolayısıyla gayriciddi insanların oyuncağı olan bir eğlence merkezi hükmündedir.
Gerçekten bu yönüyle şu dünya hayatı bir anlık lezzetten ibarettir. Öyle gaddardır ki, bir lezzet verse bin elem çektirir, bir üzüm yedirse yüz tokat vurur.
Bu açıdan hayata bakılırsa görülür ki, şu geçen hayat bir uykudur. Ömür bir rüya gibi geçmiş, geri kalan ömür ise bir rüzgâr gibi uçar gider.
Bu konuda sözü gönül sultanı Yunus Emre hazretlerine bırakalım;
"Gelin ey âşıklar gelin Bu menzil uzağa benzer
Nazar kıldım şu dünyaya Kurulmuş tuzağa benzer
Bir pirin eteğin tuttum Ana beli deyüp gittim
Nice yüz bin günah ettim Her biri bir dağa benzer
Çağla Derviş Yunus çağla Sen özünü Hakk'a bağla
Ağlar isen başına ağla Elden vefa yoğa benzer."
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025