Merhum Prof. Dr. Haydar Baş anıyoruz. Ruhu şad, makamı A'la olsun.
Benim bitmeyen rüyamdı O. Öğrenebildiği madde ve manaya dair ne kadar hakikat, doğruluk, güzellik, iyilik varsa O'nun vesilesiyle öğrendim, ve yaşam şekli haline getirmeye çalıştım.
Evet, rüya, dedim. Çünkü hakkın batıl, batılın hak gösterildiği, doğru söyleyenin yalanlandığı, yalan söyleyenin doğrulandığı, kalabalıkların su diye ateşe koştukları, dünyalık menfaatler için hakikate sırt döndükleri, güç odaklarından korktukları için hakikati söylemekten vazgeçtikleri şu zaman diliminde, 'korkmaz İbrahim olan Nemrut'un ateşinden' diyerek önümüze düşerek bir hayat yaşattı.
Bu zamanda böyle bir hayat güzel bir rüya değil de nedir?
Ve 14 Nisan 2020. Bitmeyen rüyam bir anda hasrete dönüştü. Bu hasreti çoktan haber vermişti ama biz bu ayrılığı hiç hesap edememiştik!
"Artık demir almak günü gelmişse zamandan; Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli; Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu! Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden."
90'lı yıllardaki 'Ölüm ve ötesi' sohbetinde bizzat dillendirmişti Yahya Kemal Beyatlı'nın o meşhur şiirini Merhum Prof. Dr. Haydar Baş Hocam.
Meğer mutlak hakikati haber veriyormuş. İşte o geminin 14 Nisan 2020'de son yüz yılın en onurlu misafiri vardı. Misafirini alarak ebedi hayata demir aldı.
Bizler ise yıllardır o siyah ufka bakıyoruz gözleri nemli!
Evet, 'birçok seneler geçti; dönen yok seferinden' ama biz, O'nun ile yaşadık ve O'nun ile yürümeye devam ediyoruz.
Mevlana'ya 'sevgili nasıl olmalı' diye sormuşlar. 'Sevilecek biri olmadığı zamanlarda bile seni sevmeli. Sarılacak biri olmadığı zamanlarda bile sana sarılmalı. Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı…"
İşte Haydar Baş Hocamız aramızdayken de aramızdan ayrıldıktan sonra da örnek hayatıyla, aziz hatırasıyla, fikirleriyle, projeleriyle, nasihatleriyle, muhabbetiyle sarıldığımız beden, güvendiğimiz baş ve dayandığımız omuzdur. Ruhun şad olsun Hocam.
'Ben bu milletin kendisiyim'
Tabi insan, sevdiği tanıdığı kadar anlatır, anladığı kadar tanıtır. Bizde öyle! Benim için Haydar Baş tek cümle ile 'yaşam sevincim' diyebilirim. Çünkü hedeflerimin çok uzağında kaldığım, umutlarım tükendiği şu kısa dünya hayatında asıl hedefleri bana gösteren, 'niçin yaşıyoruz' sorusunun cevabını veren, bana, hayatı sevdiren adamdı O.
O'nun hakkında çok şeyler yazılır, örnekler verilir. Hepsi doğrudur. Peki, Prof. Dr. Haydar Baş, kendisini nasıl tariflendiriyordu?
'Ben, bu milletin aşıyım. Açıyım, gözyaşıyım. Damarında akan kanıyım. Ben, canıyım. Ben, bu milletin fakiriyim. Ben, bu milletin zenginiyim. Ben, bu milletin kendisiyim…'
Hedefini de çok net ortaya koyuyordu: 'Bizim bütün hesabımız son nefes içindir. Bizim siyasetimiz de, ticaretimiz de Allah rızası içindir'.
73 yılda bu iddialarını da ispatladı
Prof. Dr. Haydar Baş 73 yıllık ömrünü bütün noktalarıyla, nükteleriyle bu iddialarını tek tek ispatlayarak dolu dolu bir hayat yaşadı.
Vatan-millet aşkı daha çocukluğunda başlamıştı. Karda, çamurda, yağmurda milli bayramlara katılmak için Sarıtaş Mahallesinden Akçaabat'a nasıl bir heyecan ve coşkuyla gittiği ekranlarda defalarca anlatmıştı.
Maneviyatından asla ödün vermeyen, üzerine düşen yükümlülükleri harfi harfine yerine getiren, çalışkan, zeki bir öğrenci olduğunu, çok iyi futbol oynadığını, savunma sporlarındaki başarılarını O'nu yakinen tanıyanlar ifade ederlerdi.
İdealist bir insandı. Her girdiği ortamda farklı ve dikkat çekici fikirleriyle odak olmuştu. Üniversite gerek öğrenci iken ve gerekse öğretim görevlisi iken ve öğretmenlik yaptığı yıllarda bu vasıflarından ötürü herkes tarafından saygı, sevgi duyulan bir kişilikti O.
Öğretmenlik yaptığı yıllardaki hatıralarını da defalarca ekranlarda dile getirdi. O sadece öğrencilerinin değil ailelerinin de öğretmenliğini yapıyor, her ortamda eğitmenlik görevini yerine getiriyordu.
Her daim, 'önce insan' diyordu. İman, diyordu. Vatan, diyordu. Bayrak, diyordu. Milli birlik, beraberlik, diyordu.
O'nun bu birleştirici ruhu, birilerinin zoruna gitmiş olacak ki, 80 darbesinde içeri aldılar, hapse attılar.
Ama O, birleştirici ruhunu dört duvar arasında da sergiledi. Solcusuyla, sağcısıyla dost oldu, hep beraber kardeş oldular.
Darbe sonrası yıllarda bir taraftan ticaret ile meşgul olurken diğer taraftan ilim ve insan ile meşguliyetini daha da ileri safhalara taşıyor, fikir, düşünce dernekleri kuruyordu.
Mesaj, Öğüt ve İcmal dergilerini yayına sokarak Anadolu'ya milli ve manevi tohumlar atıyordu.
90'lı yıllarda Mesaj Tv, Meltem Tv ve Yeni Mesaj Gazetesi ile artık hem Anadolu'ya, hem de dünyaya, 'önce insan' serzenişini haykırıyordu.
İş Baş'a düştü
Siyasete girmeden önce ülkemizin ekonomik, siyasal, sosyal ve itikadı problemlerini, devlet ve milletimiz üzerinde oynanan ve de planlanan oyunları, neticelerini parti ayırımı yapmadan bütün partilere ve de milletimize tek tek anlattı. Çıkış ve çözüm yollarını ortaya koydu.
Ama maalesef ne siyasiler, ne devlet ve ne de millet tarafından dikkate alınmadı. Ama o vazgeçmedi. Çünkü mevzu vatandı, milletti, imandı.
Ve 'İş Baş'a düştü' diyerek 2001 yılında siyaset sahnesine çıktı. Evet, O adam Prof. Dr. Haydar Baş'tı.
50 bin sahifelik 63 eserinde, binlerce makalesinde bir o kadar televizyon programlarında, açıklama ve demeçlerinde, hemen hemen bütün il ve ilçelerimizde gerçekleştirilen toplantılarda, uluslararası sempozyum ve oturumlarda hep insan, dedi. İslam, dedi. İman, dedi. Vatan, dedi. Millet, dedi. Biz, kardeşiz, dedi.
Ortaya koyduğu Milli Ekonomi Modeli, Ehl-i Beyt Külliyatı ve Hoş Geldin Atatürk eserleriyle insanımızın, İslam dünyasının ve insanlığın adeta hayat reçetesini açıkladı.
Yaşamak isteyenler bu reçeteleri aldı ve hayata geçirdi. Yaşamak istemeyenler ise çırpınıyor. Devam edecek
Benim bitmeyen rüyamdı O. Öğrenebildiği madde ve manaya dair ne kadar hakikat, doğruluk, güzellik, iyilik varsa O'nun vesilesiyle öğrendim, ve yaşam şekli haline getirmeye çalıştım.
Evet, rüya, dedim. Çünkü hakkın batıl, batılın hak gösterildiği, doğru söyleyenin yalanlandığı, yalan söyleyenin doğrulandığı, kalabalıkların su diye ateşe koştukları, dünyalık menfaatler için hakikate sırt döndükleri, güç odaklarından korktukları için hakikati söylemekten vazgeçtikleri şu zaman diliminde, 'korkmaz İbrahim olan Nemrut'un ateşinden' diyerek önümüze düşerek bir hayat yaşattı.
Bu zamanda böyle bir hayat güzel bir rüya değil de nedir?
Ve 14 Nisan 2020. Bitmeyen rüyam bir anda hasrete dönüştü. Bu hasreti çoktan haber vermişti ama biz bu ayrılığı hiç hesap edememiştik!
"Artık demir almak günü gelmişse zamandan; Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli; Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu! Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden."
90'lı yıllardaki 'Ölüm ve ötesi' sohbetinde bizzat dillendirmişti Yahya Kemal Beyatlı'nın o meşhur şiirini Merhum Prof. Dr. Haydar Baş Hocam.
Meğer mutlak hakikati haber veriyormuş. İşte o geminin 14 Nisan 2020'de son yüz yılın en onurlu misafiri vardı. Misafirini alarak ebedi hayata demir aldı.
Bizler ise yıllardır o siyah ufka bakıyoruz gözleri nemli!
Evet, 'birçok seneler geçti; dönen yok seferinden' ama biz, O'nun ile yaşadık ve O'nun ile yürümeye devam ediyoruz.
Mevlana'ya 'sevgili nasıl olmalı' diye sormuşlar. 'Sevilecek biri olmadığı zamanlarda bile seni sevmeli. Sarılacak biri olmadığı zamanlarda bile sana sarılmalı. Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı…"
İşte Haydar Baş Hocamız aramızdayken de aramızdan ayrıldıktan sonra da örnek hayatıyla, aziz hatırasıyla, fikirleriyle, projeleriyle, nasihatleriyle, muhabbetiyle sarıldığımız beden, güvendiğimiz baş ve dayandığımız omuzdur. Ruhun şad olsun Hocam.
'Ben bu milletin kendisiyim'
Tabi insan, sevdiği tanıdığı kadar anlatır, anladığı kadar tanıtır. Bizde öyle! Benim için Haydar Baş tek cümle ile 'yaşam sevincim' diyebilirim. Çünkü hedeflerimin çok uzağında kaldığım, umutlarım tükendiği şu kısa dünya hayatında asıl hedefleri bana gösteren, 'niçin yaşıyoruz' sorusunun cevabını veren, bana, hayatı sevdiren adamdı O.
O'nun hakkında çok şeyler yazılır, örnekler verilir. Hepsi doğrudur. Peki, Prof. Dr. Haydar Baş, kendisini nasıl tariflendiriyordu?
'Ben, bu milletin aşıyım. Açıyım, gözyaşıyım. Damarında akan kanıyım. Ben, canıyım. Ben, bu milletin fakiriyim. Ben, bu milletin zenginiyim. Ben, bu milletin kendisiyim…'
Hedefini de çok net ortaya koyuyordu: 'Bizim bütün hesabımız son nefes içindir. Bizim siyasetimiz de, ticaretimiz de Allah rızası içindir'.
73 yılda bu iddialarını da ispatladı
Prof. Dr. Haydar Baş 73 yıllık ömrünü bütün noktalarıyla, nükteleriyle bu iddialarını tek tek ispatlayarak dolu dolu bir hayat yaşadı.
Vatan-millet aşkı daha çocukluğunda başlamıştı. Karda, çamurda, yağmurda milli bayramlara katılmak için Sarıtaş Mahallesinden Akçaabat'a nasıl bir heyecan ve coşkuyla gittiği ekranlarda defalarca anlatmıştı.
Maneviyatından asla ödün vermeyen, üzerine düşen yükümlülükleri harfi harfine yerine getiren, çalışkan, zeki bir öğrenci olduğunu, çok iyi futbol oynadığını, savunma sporlarındaki başarılarını O'nu yakinen tanıyanlar ifade ederlerdi.
İdealist bir insandı. Her girdiği ortamda farklı ve dikkat çekici fikirleriyle odak olmuştu. Üniversite gerek öğrenci iken ve gerekse öğretim görevlisi iken ve öğretmenlik yaptığı yıllarda bu vasıflarından ötürü herkes tarafından saygı, sevgi duyulan bir kişilikti O.
Öğretmenlik yaptığı yıllardaki hatıralarını da defalarca ekranlarda dile getirdi. O sadece öğrencilerinin değil ailelerinin de öğretmenliğini yapıyor, her ortamda eğitmenlik görevini yerine getiriyordu.
Her daim, 'önce insan' diyordu. İman, diyordu. Vatan, diyordu. Bayrak, diyordu. Milli birlik, beraberlik, diyordu.
O'nun bu birleştirici ruhu, birilerinin zoruna gitmiş olacak ki, 80 darbesinde içeri aldılar, hapse attılar.
Ama O, birleştirici ruhunu dört duvar arasında da sergiledi. Solcusuyla, sağcısıyla dost oldu, hep beraber kardeş oldular.
Darbe sonrası yıllarda bir taraftan ticaret ile meşgul olurken diğer taraftan ilim ve insan ile meşguliyetini daha da ileri safhalara taşıyor, fikir, düşünce dernekleri kuruyordu.
Mesaj, Öğüt ve İcmal dergilerini yayına sokarak Anadolu'ya milli ve manevi tohumlar atıyordu.
90'lı yıllarda Mesaj Tv, Meltem Tv ve Yeni Mesaj Gazetesi ile artık hem Anadolu'ya, hem de dünyaya, 'önce insan' serzenişini haykırıyordu.
İş Baş'a düştü
Siyasete girmeden önce ülkemizin ekonomik, siyasal, sosyal ve itikadı problemlerini, devlet ve milletimiz üzerinde oynanan ve de planlanan oyunları, neticelerini parti ayırımı yapmadan bütün partilere ve de milletimize tek tek anlattı. Çıkış ve çözüm yollarını ortaya koydu.
Ama maalesef ne siyasiler, ne devlet ve ne de millet tarafından dikkate alınmadı. Ama o vazgeçmedi. Çünkü mevzu vatandı, milletti, imandı.
Ve 'İş Baş'a düştü' diyerek 2001 yılında siyaset sahnesine çıktı. Evet, O adam Prof. Dr. Haydar Baş'tı.
50 bin sahifelik 63 eserinde, binlerce makalesinde bir o kadar televizyon programlarında, açıklama ve demeçlerinde, hemen hemen bütün il ve ilçelerimizde gerçekleştirilen toplantılarda, uluslararası sempozyum ve oturumlarda hep insan, dedi. İslam, dedi. İman, dedi. Vatan, dedi. Millet, dedi. Biz, kardeşiz, dedi.
Ortaya koyduğu Milli Ekonomi Modeli, Ehl-i Beyt Külliyatı ve Hoş Geldin Atatürk eserleriyle insanımızın, İslam dünyasının ve insanlığın adeta hayat reçetesini açıkladı.
Yaşamak isteyenler bu reçeteleri aldı ve hayata geçirdi. Yaşamak istemeyenler ise çırpınıyor. Devam edecek
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- Erdoğan’ın ‘Filistin’ nöbeti / 03.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- Erdoğan’ın ‘Filistin’ nöbeti / 03.04.2025