Türkiye'de tartışmaların rüzgârı hep iki taraftan eser: Ya akıl her şeydir, duygular gereksizdir diyenler ya da inanç ve hislerle yaşayan, aklı devre dışı bırakanlar. Ama işin gerçeği şu: Hayat ne sadece akılla ne de sadece duyguyla yaşanır. Tıpkı şu iki sözün bize söylediği gibi:
"Aklı olmayanın dini yoktur." Yani, din körü körüne inanarak değil, akılla anlaşılmalı.
"Akıl, aşkın şehrinde çamura batmış bir merkeptir." Yani, akıl her şeyi açıklayamaz; bazı şeyler hissedilerek, sezgiyle anlaşılır.
Bunu bir yolculuğa benzetelim: Harita olmadan bilinmeyen bir yere gidebilir misin? Belki gidersin ama kaybolma riskin büyük. Peki, sadece haritaya bakarak bir şehri gerçekten keşfedebilir misin? O şehrin ruhunu yaşamak, insanlarıyla konuşmak, sokaklarında kaybolmak gerekmez mi? İşte mesele tam da bu.
Din ezber değil, anlamaktır
Geçenlerde bir gençle sohbet ettim. "Namaz kılıyor musun?" diye sordum. "Evet" dedi. "Peki, neden kılıyorsun?" diye sordum. "Çünkü öyle öğrendim" dedi. "Peki, namazın anlamı ne? Sana ne katıyor?" diye sordum. Cevap yok. İşte bütün mesele bu soruda kilitleniyor. Namaz spor mu? Ramazanlarda ki teravih kıldıran jet imamlara bakarsanız biraz öyle. Nerde namazda ki huşu, nerde namazın insana kazandırması gereken insan olma, adam olma ,kul olma bilinci? "Namaz insanı bütün kötülüklerden uzaklaştırır," doğru. Eee bakıyoruz işin pratiğinde bunu göremiyoruz. İnsan sormadan edemiyor, sorun namazın kendisinde mi? Yoksa namazı kılanda mı? Görünüş de namazın bütün kurallarına riayet edilerek kılınmış olmasına rağmen, namazın insana kazandırması gereken güzellikler hayata yansımıyor, görünmüyor.
Hadi akla soralım; Akıl Efendi ben namazın görünüşte ki bütün kurallarına riayet ederek kılıyorum ama benim hayatıma bir tesiri olmadı. Ben yine aynı tas, aynı hamam, hayatımda değişen bir şey yok. Sorun nerede? Namazda mı? Namaz kıldığını sananda mı? Hadi Akıl efendi çık işin içinden?
Böyle bir durumda namaz bir ritüelden öteye geçebilir mi? Aynı şekilde biri oruç tutuyorsa ama bunun ne anlama geldiğini bilmiyorsa, bu bir bilinçli ibadet mi olur, yoksa otomatik bir alışkanlık mı? İşte burada akıl devreye girmeli. Neyi, neden yaptığını bilmek gerekir. Akıl namazı hakkıyla kılanların hayatlarından dersler çıkarmalı, Kuranda hakkıyla namazı kimlerin kıldığını, Allah (cc) bizim kimler gibi olmamız gerektiği konusunda ki tavsiyelerini anlamalı. Bu yol haritasıyla işin içine girmeli.
Şimdi biri sana gelip "Güneş Dünya'nın etrafında dönüyor" dese hemen inanır mısın? Elbette hayır. Çünkü bilimsel verilere güveniyorsun, araştırıyorsun. O halde, dini konularda da aynı titizliği göstermek gerekmez mi? Körü körüne inanmak, bir başkasının sana söylediğini düşünmeden kabul etmek demektir.
İşte "Aklı olmayanın dini yoktur" sözünün anlamı bu: İnanç, düşünerek, sorgulayarak ve anlayarak yaşanmalı.
Ama her şey akılla açıklanabilir mi?
Öte yandan, akıl her şeyin çözümü müdür? Hayatımızdaki en büyük deneyimleri düşünelim.
Birine âşık olduğunda, neden âşık olduğunu tam olarak açıklayabilir misin? "Çok güzel" veya "karakteri iyi" diyebilirsin ama aşk bundan daha fazlası. Akıl burada bir yere kadar çalışır, ama işin büyük kısmı duygular ve sezgilerle ilgilidir.
Müzik dinlerken hissettiklerini mantıkla anlatabilir misin? Bir şarkıyı seviyorsun, ama neden? Melodisi mi, ritmi mi, sözleri mi? Peki ya sana sadece bir huzur veriyorsa? İşte burada akıl bir noktaya kadar işe yarar, gerisini hisler tamamlar.
Sevdiğin biri öldüğünde, akıl sana yetiyor mu? Doktorlar sana ölüm nedenini anlatır. "Kalp durdu" ya da "Organlar iflas etti" derler. Ama senin için mesele bundan ibaret mi? O kişinin yokluğu, bıraktığı boşluk, anılar? İşte burada akıl yetmiyor. Duygular, inanç, sezgi devreye giriyor.
Bu yüzden, "Akıl, aşkın şehrinde çamura batmış bir merkeptir." Çünkü hayatın bazı yönleri mantığın sınırlarını aşar. Bu konu bir köşe yazısına sığmayacak kadar uzun bir konu.
Sonuç: Ne aklı atalım, ne de sadece akla sarılalım
Şimdi düşünelim: Eğer sadece akılla yaşasaydık, hayatın anlamını bulabilir miydik? Robot gibi mekanik bir şey olurduk. Peki, tamamen duygulara kapılsaydık, yönümüzü kaybetmez miydik? Bazı çöller var akılla öğrenilip, aşılıyor, bazı okyanuslar var duygu, huşu, aşk kanadıyla geçiliyor. İkisi de ruh ve beden gibi…
Bir yolculuğa çıkarken harita kullanırsın. Bu harita akıldır. Ama o şehirde gerçekten yaşamak için gezmen, denemen, hissetmen gerekir. İşte bu da inanç ve sezgidir.
Türkiye'de insanlar genellikle ya tamamen akılcı ya da tamamen duygusal oluyor. Orta yolu bulan var mı? Yok. Oysa ne aklı çöpe atmalıyız ne de aklı her şeyin merkezine koymalıyız. Yoksa ya yolumuzu kaybederiz ya da yola çıkamayız.
İnanç, akılla anlaşılır, kalple yaşanır. Biri olmadan diğeri eksik kalır. Mesele, aklın çizdiği yolda, kalbinle yürüyebilmektir.
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025
- İmam-ı Şafi ve Ehl-i Beyt sevgisi: Bir inanç ve ahlak meselesi / 11.03.2025
- İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Ehl-i Beyt sevgisi ve Ramazan’a yaklaşımı / 10.03.2025
- Atatürk ve dini değerler: Kur'an’a saygı, tefsir, Diyanet ve hutbeler / 09.03.2025
- Mustafa Kemal Atatürk’ün Ramazan ayına, Kur'an’a ve Peygamber Efendimize hürmeti / 08.03.2025