Türkiye maalesef yine karanlık bir süreçten geçiyor. İktidarın hukuk üzerinden yürüttüğü baskılar, toplumsal fay hatlarını derinleştiriyor. Son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında ortaya atılan iddialar ve gözaltı süreci, sadece hukuki değil; aynı zamanda siyasi, toplumsal ve ahlaki bir krizin de kapılarını araladı.
Bu sürecin toplumsal yansımasını anlamak için sokağa, üniversitelere ve halkın ruh haline bakmak yeterli. Türkiye'nin dört bir yanında insanlar "Hak, hukuk, adalet" sloganlarıyla sokaklara dökülüyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde öğrenciler günlerdir eylemde. İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere birçok üniversitede gençler, yaşananları yalnızca hukuki bir mesele olarak değil, bir demokrasi sınavı olarak görüyor.
Saraçhane'de nöbet tutan insanlar, farklı yaş gruplarından bireyler eylemlerde bir araya geliyor. Türkiye'nin farklı illerinde benzer görüntüler var. İnsanlar, bu süreci adli değil, siyasi bir operasyon olarak okuyor. Bu algının ortaya çıkması bile başlı başına bir krizin göstergesidir. Çünkü hukuka olan güvenin sarsılması, devletin temellerinin çatlaması anlamına gelir.
Hukukun temel bir kaidesi vardır: Her mesele hem usulden hem esastan değerlendirilir. Bu çerçevede 'zarf' ve 'mazruf' ilişkisine dikkat çekmek gerekir. Yani mektubun içeriğinden önce, zarfın doğru adrese gidip gitmediği önemlidir. Eğer adres yanlışsa, mektup da hedefine ulaşmaz. Bugün halkın büyük bir kesimi, İmamoğlu hakkında uygulanan yöntemi – yani zarfı – hatalı buluyor. İçeriğe geçmeden önce usule takılıyor, çünkü adalet duygusu zedelenmiş durumda. Devletin temelini adalet oluşturur. Meclisimizin duvarında yazan "Adalet mülkün temelidir" sözü, sadece bir yazı değil; bir devlet felsefesidir. Ancak bugün bu felsefe derinden yara almış durumda. Çünkü devletin asli kurumları, adalet mekanizması dahil, kişisel hesaplaşmalara ve siyasi mücadelelere alet edilmeye başlanmışsa, bu bir devlet krizidir. Bugün yapılması gereken; siyasi tarafgirlikten sıyrılıp, hakkaniyetin ve eşitliğin yanında durmaktır. Çünkü siyaset gelip geçer, kişiler değişir, makamlar dönüşür. Ama devlet kalıcıdır. Kurumlar kalıcıdır. Kurumsal yapılar yıkıldığında, yalnızca bugünü değil, geleceği de kaybederiz. Toplumda şu an ciddi bir güvensizlik ortamı var. İnsanlar konuşmaya korkuyor. Ama öyle bir noktaya gelindi ki, dört günlük eylem yasağına rağmen binlerce insan yasağı tanımadan sokaklara çıkıyor. Bu, artık halkın sabrının tükendiğinin, vicdanının ayaklandığının işaretidir. Bugün yaşadıklarımız, yalnızca bir belediye başkanının karşı karşıya kaldığı hukuki süreçten ibaret değil. Bu bir turnusol kağıdıdır. Hukukun, adaletin, halkın vicdanının ve devletin tarafsızlığının ne durumda olduğunu gösteren acı bir örnektir. Herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi gereken bir dönemden geçiyoruz.
Unutmayalım, adaletin sesi kısıldığında, vicdanlar konuşur; bugün yankılanan bu ses, yalnızca bir isyan değil, devletin kendi özüne dönmesi için yükselen tarihi bir çağrıdır.
- ABD açıktan İran’ı hedef olarak gösterdi / 20.03.2025
- Dünya ateş çemberinde: Türkiye’nin stratejisi ne olmalı? / 10.03.2025
- Wilson’dan İmralı’ya: Türkiye’yi bölme planı mı devrede? / 04.03.2025
- Oruç, ilahi bir emir ve bilimsel bir şifadır / 03.03.2025
- Yeraltı zenginliklerimiz için millî mücadele zamanıdır / 23.02.2025
- Kızılderililerden Ortadoğu'ya aynı senaryo / 15.02.2025
- Amerika’nın hamleleri küresel gerginliği arttırıyor / 07.02.2025
- Emekliye lüks yaşam: Maaş kuş, harcamalar uçuş / 31.01.2025
- Kervan yolda düzülür, canlar yolda kaybolur / 30.01.2025