Bugün Türkiye'mizin belki "tarihinin en stratejik zaman tüneli"nden geçtiği hususunda hemen herkes aynı kanaati taşıyor. Ülkemizin, ekonomik, sosyal, siyasal, dini, kültürel, askeri... vs alanlarda çok hassas bir süreçten geçtiğini itiraf etmeyen yok. Buna bir de dünyanın tutulduğu "globalizm fırtınası"nı ekleyivererek, içinden geçilen stratejik zaman tünelinin vaziyetini, varın siz tahayyül edin.
Birlik şart ama...
Böyle bir süreç, istiklal ve istikbalimiz açısından daha bir birlik olmayı, birbirimize daha bir yakın durmayı, kafa kafaya vermeyi, devlete yani millete ait kurumlar ve iradeler arasında ahengi gerektiren bir zaman değil midir, sorusuna; aklı selim, "Tabii ki, şüphesiz" diye cevap verir. Millet de bu cevabı vermektedir. Bir de Kuvayı Milliye kadrosu, yeni değil, 2025 yıl diyebileceğimiz uzun bir süreden beri bunu haykırmaktadır. Düşünün bakalım; gerisi nerede? Gayrısı yok... Gayrısı, sanki sadece atışma ve cebelleşmeye memur. Özellikle son 10 yıllık politik serüvenimiz, "daha çok ayrışma, daha çok dağılma" olarak gerçekleşti. Bu vahim durum, politik dağınıklığın ötesinde maalesef milletdevlet arasında, sivilasker ilişkileri bağlamında yaşanageldi. Ve böylece de devam etmektedir.
Hesapsız kotarılan işler
Özellikle, milli benlik, tarihsel gerçekler ve Türk milletinin misyonu, ulusal bağımsızlık, global sömürü çerçevesinde dayatılan kriterlerin ülkemize yüklediği ekonomik ve siyasal maliyet... açılarından hiçbir ince hesap yapmadan Türkiye'yi AB'nin ağına atmayı vazife edinen kimi etkili ve yetkililer, bazı aydınlar ve enteller, bu dağılma ve ayrışmayı planlı bir biçimde hızlandırdılar. Şu AB işinin getirisi ve götürüsü hesaplanmadı, hesaplanmıyor. Hatta, şimdi treni kaçırıyoruz, hesabı sonra yaparız, deniyor. En somut ve en net biçimde Gümrük Birliği'nde yaşadığımız gibi, işlerin zarar faturasını, kotarıldıktan üçdört sene sonra, yani iş işten geçtikten ve taşlar başımıza düştükten sonra fark ediyoruz.
Milli dirence karşı manevralar
Ne hazindir ki, sosyal demokrat, liberal, milliyetçi, muhafazakâr veya hepsinden bir tutam karışık eski ve yeni siyasi parti ve oluşumlarımızın hemen hepsi, yoğurt yeme biçimleri farklılık arzetse de Türkiye'yi bu "AB namlı truva atı"na bindirmeye kararlı durmaktadırlar. Bu noktada karşılarına çıkabilecek sivil ve askeri kesimden muhtemel "milli dirençleri kırmak" adına, miletin dağılması ve ayrışması kabilinden riskleri de göze alarak, ne pahasına olursa olsun, işi kotarma planlarını adım adım uygulamayı sürdürmektedirler.
Ülkenin gerçekten hassas bir süreçten ve ekonomik bir çöküşten geçtiğini milletten daha iyi bilen kimi siyasi iktidar ve muhalefet sahiplerinin, devlet ve millete ait kurumlar ve iradeler arasında birlik ve ahenten ziyade gerilim ve gerginliği körükleyici manevralara girmeleri elbette çok iyi okunmalıdır.
Mesaj millete verildi
Bu bağlamda ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın parti kongresindeki "Ulusal güvenlik sendromu" tarzındaki çıkışının değerlendirilmesinde oldukça önemli bazı noktaların gözden kaçırıldığı kanaatindeyim. Zannedildiği gibi Yılmaz, bu çıkışıyla "askeri dünyaya şikayet etme"yi denememiştir. Hedef yurdışı değildir. Bilakis, mesaj yurtiçine verilmiştir. "Gücünü milletten aldığını ve milletinin emrinde olduğunu" ifade eden iradenin, "global şefler"in açıkça belirttikleri üzere AB'ye üyelik sürecinde "nicelik ve nitelik bakımından zayıf düşürülebilmesi" için, toplum nezdindeki imajının tırtıklanması, dayandığı toplumsal payandaların çekilmesi lazım gelir. Vakıa bu oldu. Eğer askeri irade, kuvvetini, yurdışından alıyor olsa idi, "şikayet merciinin yabancılar olduğu" kanaati doğru olabilirdi.
Beyanlar patinajında gizli zaafiyet
Ama bu manevranın, milletin değil, yabancı odakların ekmeğine yağ sürdüğü bir gerçektir. Dolayısıyla, özellikle son dönem AB sürecinde yaşanan bu kabil gerilimlerin, millet nezdinde oluşturduğu muhtemel yıpranmaların tamir edilmesi şarttır. Hatta "beyan ve karşı beyanlar patinajı" şekline dönüşen sivilasker diyaloğunun bir "irade zaafiyeti" olarak algılanmasının en kısa sürede önüne geçilmesi kaçınılmazdır. Zira, bu zaafiyet "devlet zaafiyeti" demektir, ona götürür. Vatanın ve milletin hayrına olmaz.
Bu politik manevraların akabinde cereyan eden veya edecek birtakım karmaşık tablolar, devletmillet, sivilasker bütünlüğünü son derece zedeler ki, asıl ulusal güvenlik sorunu o zaman baş gösterir. Ülkenin içinden geçtiği bu en hassas stratejik süreçte, ister sivil, ister asker, devleti temsil eden hiçbir iradenin, değil böyle bir zaafiyetle ma'lul olması, böyle bir görüntü vermesi dahi tarihi bir yanlış olur.
Yanlış okuma yanlışa götürür
Askerin milletle yakınlaşması, mütedeyyin insanlarla arasında örülen perdelerin kaldırılması noktasında kamuoyuna yansıyan çalışmaların, Yılmaz'ın çıkışının okunmasında görüldüğü üzere "yanlış okuma" üzerine bina edilmemesi gerektiği kanatindeyim.
Yıllarca mütedeyyin Anadolu insanının peşine "din hafiyesi" olarak düşmüş insanların bu projede "aracı" olarak kullanılması halinde bu çaba tutmaz. Ya da Vatikan'ın çağdaş misyonerlik yöntemi olan "hoşgörü ve dinlerarası diyalog"unun Anadolu uzantısı haline gelmiş akademisyenlerin brifingleriyle bu iş yürümez. Yıllarca din adına Vehhabi fundamentalizmini ve Mısır radikalizmini, tercümelerle milletin hafızasına kazıyarak İslam'ın "asıl olan kulluk, ibadet ve aşk boyutu"nu tersyüz edip tehlikeli gösteren "dedikodu sermayeli ilahiyatçılar"la ise hiç olmaz.
Doğru adres yanıltmaz
Millet ve devletin arasını bulacak olan proje, ancak Türk milletinin Maveraünnehir'de Ehli Beyt'ten alıp yaşaya geldiği ve Anadolu insanının halen yaşadığı "kulluk ve ibadet" esası üzere şekillenmiş, "dünya ve ahiret dengesi" etrafında yükselen din anlayışını samimiyetle yaşayan, anlatan ve aktaran ilim ve irfan erbabıyla, karakterli akademisyenlerle gerçekleşebilir. Bu anlayışta bayrak, vatan, din, devlet, millet, asker bir bütündür. Kuvayı Milliye ruhu da bu kuşatıcı gerçektir. Prof. Dr. Haydar Baş Bey'den biz böyle öğrendik. Dilerseniz siz de sorabilirsiniz... Yakın tarih şahittir ki, bu adres yanıltmaz.
Din ve vicdan, ibadet, fikir ve ifade... gibi hürriyetler alanıyla ilgili düzenlemeler, siyasi iradeleri ilgilendirdiği halde, faturaların başka iradelere kesilmesinin önüne, ancak milletin tüm değerlerini kucaklayan böyle bir Kuvayı Milliye ruhuyla kenetlenmekle geçilebilir. Bencil yaklaşımlar, hayali korku ve evhamlarla bu ruhta kenetlenmek düşünülmez ve de bunda başarı sağlanamazsa, her taraftan piyonların bazan millete yönelik, bazan devlete yönelik, bazan askere yönelik, çoğu zaman da AB işaretleriyle şekillenen "hürriyet ve çoğulculuk adına bölücü sürpriz oyunlar" hep varolmaya devam edecektir.
Milletin kaderini yoğuranların asıl vebali buradadır.
Birlik şart ama...
Böyle bir süreç, istiklal ve istikbalimiz açısından daha bir birlik olmayı, birbirimize daha bir yakın durmayı, kafa kafaya vermeyi, devlete yani millete ait kurumlar ve iradeler arasında ahengi gerektiren bir zaman değil midir, sorusuna; aklı selim, "Tabii ki, şüphesiz" diye cevap verir. Millet de bu cevabı vermektedir. Bir de Kuvayı Milliye kadrosu, yeni değil, 2025 yıl diyebileceğimiz uzun bir süreden beri bunu haykırmaktadır. Düşünün bakalım; gerisi nerede? Gayrısı yok... Gayrısı, sanki sadece atışma ve cebelleşmeye memur. Özellikle son 10 yıllık politik serüvenimiz, "daha çok ayrışma, daha çok dağılma" olarak gerçekleşti. Bu vahim durum, politik dağınıklığın ötesinde maalesef milletdevlet arasında, sivilasker ilişkileri bağlamında yaşanageldi. Ve böylece de devam etmektedir.
Hesapsız kotarılan işler
Özellikle, milli benlik, tarihsel gerçekler ve Türk milletinin misyonu, ulusal bağımsızlık, global sömürü çerçevesinde dayatılan kriterlerin ülkemize yüklediği ekonomik ve siyasal maliyet... açılarından hiçbir ince hesap yapmadan Türkiye'yi AB'nin ağına atmayı vazife edinen kimi etkili ve yetkililer, bazı aydınlar ve enteller, bu dağılma ve ayrışmayı planlı bir biçimde hızlandırdılar. Şu AB işinin getirisi ve götürüsü hesaplanmadı, hesaplanmıyor. Hatta, şimdi treni kaçırıyoruz, hesabı sonra yaparız, deniyor. En somut ve en net biçimde Gümrük Birliği'nde yaşadığımız gibi, işlerin zarar faturasını, kotarıldıktan üçdört sene sonra, yani iş işten geçtikten ve taşlar başımıza düştükten sonra fark ediyoruz.
Milli dirence karşı manevralar
Ne hazindir ki, sosyal demokrat, liberal, milliyetçi, muhafazakâr veya hepsinden bir tutam karışık eski ve yeni siyasi parti ve oluşumlarımızın hemen hepsi, yoğurt yeme biçimleri farklılık arzetse de Türkiye'yi bu "AB namlı truva atı"na bindirmeye kararlı durmaktadırlar. Bu noktada karşılarına çıkabilecek sivil ve askeri kesimden muhtemel "milli dirençleri kırmak" adına, miletin dağılması ve ayrışması kabilinden riskleri de göze alarak, ne pahasına olursa olsun, işi kotarma planlarını adım adım uygulamayı sürdürmektedirler.
Ülkenin gerçekten hassas bir süreçten ve ekonomik bir çöküşten geçtiğini milletten daha iyi bilen kimi siyasi iktidar ve muhalefet sahiplerinin, devlet ve millete ait kurumlar ve iradeler arasında birlik ve ahenten ziyade gerilim ve gerginliği körükleyici manevralara girmeleri elbette çok iyi okunmalıdır.
Mesaj millete verildi
Bu bağlamda ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın parti kongresindeki "Ulusal güvenlik sendromu" tarzındaki çıkışının değerlendirilmesinde oldukça önemli bazı noktaların gözden kaçırıldığı kanaatindeyim. Zannedildiği gibi Yılmaz, bu çıkışıyla "askeri dünyaya şikayet etme"yi denememiştir. Hedef yurdışı değildir. Bilakis, mesaj yurtiçine verilmiştir. "Gücünü milletten aldığını ve milletinin emrinde olduğunu" ifade eden iradenin, "global şefler"in açıkça belirttikleri üzere AB'ye üyelik sürecinde "nicelik ve nitelik bakımından zayıf düşürülebilmesi" için, toplum nezdindeki imajının tırtıklanması, dayandığı toplumsal payandaların çekilmesi lazım gelir. Vakıa bu oldu. Eğer askeri irade, kuvvetini, yurdışından alıyor olsa idi, "şikayet merciinin yabancılar olduğu" kanaati doğru olabilirdi.
Beyanlar patinajında gizli zaafiyet
Ama bu manevranın, milletin değil, yabancı odakların ekmeğine yağ sürdüğü bir gerçektir. Dolayısıyla, özellikle son dönem AB sürecinde yaşanan bu kabil gerilimlerin, millet nezdinde oluşturduğu muhtemel yıpranmaların tamir edilmesi şarttır. Hatta "beyan ve karşı beyanlar patinajı" şekline dönüşen sivilasker diyaloğunun bir "irade zaafiyeti" olarak algılanmasının en kısa sürede önüne geçilmesi kaçınılmazdır. Zira, bu zaafiyet "devlet zaafiyeti" demektir, ona götürür. Vatanın ve milletin hayrına olmaz.
Bu politik manevraların akabinde cereyan eden veya edecek birtakım karmaşık tablolar, devletmillet, sivilasker bütünlüğünü son derece zedeler ki, asıl ulusal güvenlik sorunu o zaman baş gösterir. Ülkenin içinden geçtiği bu en hassas stratejik süreçte, ister sivil, ister asker, devleti temsil eden hiçbir iradenin, değil böyle bir zaafiyetle ma'lul olması, böyle bir görüntü vermesi dahi tarihi bir yanlış olur.
Yanlış okuma yanlışa götürür
Askerin milletle yakınlaşması, mütedeyyin insanlarla arasında örülen perdelerin kaldırılması noktasında kamuoyuna yansıyan çalışmaların, Yılmaz'ın çıkışının okunmasında görüldüğü üzere "yanlış okuma" üzerine bina edilmemesi gerektiği kanatindeyim.
Yıllarca mütedeyyin Anadolu insanının peşine "din hafiyesi" olarak düşmüş insanların bu projede "aracı" olarak kullanılması halinde bu çaba tutmaz. Ya da Vatikan'ın çağdaş misyonerlik yöntemi olan "hoşgörü ve dinlerarası diyalog"unun Anadolu uzantısı haline gelmiş akademisyenlerin brifingleriyle bu iş yürümez. Yıllarca din adına Vehhabi fundamentalizmini ve Mısır radikalizmini, tercümelerle milletin hafızasına kazıyarak İslam'ın "asıl olan kulluk, ibadet ve aşk boyutu"nu tersyüz edip tehlikeli gösteren "dedikodu sermayeli ilahiyatçılar"la ise hiç olmaz.
Doğru adres yanıltmaz
Millet ve devletin arasını bulacak olan proje, ancak Türk milletinin Maveraünnehir'de Ehli Beyt'ten alıp yaşaya geldiği ve Anadolu insanının halen yaşadığı "kulluk ve ibadet" esası üzere şekillenmiş, "dünya ve ahiret dengesi" etrafında yükselen din anlayışını samimiyetle yaşayan, anlatan ve aktaran ilim ve irfan erbabıyla, karakterli akademisyenlerle gerçekleşebilir. Bu anlayışta bayrak, vatan, din, devlet, millet, asker bir bütündür. Kuvayı Milliye ruhu da bu kuşatıcı gerçektir. Prof. Dr. Haydar Baş Bey'den biz böyle öğrendik. Dilerseniz siz de sorabilirsiniz... Yakın tarih şahittir ki, bu adres yanıltmaz.
Din ve vicdan, ibadet, fikir ve ifade... gibi hürriyetler alanıyla ilgili düzenlemeler, siyasi iradeleri ilgilendirdiği halde, faturaların başka iradelere kesilmesinin önüne, ancak milletin tüm değerlerini kucaklayan böyle bir Kuvayı Milliye ruhuyla kenetlenmekle geçilebilir. Bencil yaklaşımlar, hayali korku ve evhamlarla bu ruhta kenetlenmek düşünülmez ve de bunda başarı sağlanamazsa, her taraftan piyonların bazan millete yönelik, bazan devlete yönelik, bazan askere yönelik, çoğu zaman da AB işaretleriyle şekillenen "hürriyet ve çoğulculuk adına bölücü sürpriz oyunlar" hep varolmaya devam edecektir.
Milletin kaderini yoğuranların asıl vebali buradadır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019