"Eğer biz, O'nun arkadaşı, dostu olmak istiyorsak, O'nun ne dediğine çok iyi dikkat etmemiz lazım. Oda O'nun gönderdiği peygamberlerinin müjdeleriyle, yollarıyla, kitaplarıyla anlaşılabilir. Biz, bu gerçeğe belki inanç olarak inanıyoruz ama pratikte, yani günlük hayatımızda bunu uygulamıyoruz.
İşin sözüyle devamlı meşgul olur ve yaşantıdan uzak kalırsan, ilaçları hastanın önüne koyarak, kullanmadan, sadece görmek suretiyle tedaviye çalışmak gibi bir şey yapmış olursun. Bütün ilaçları hastanın önüne koymuşsun ama hiçbirisinden istifade ettiği yok. Bütün tedavi edici unsurlar vitrinde ama hiçbirini alıp, kullanmıyorsun. Ne kadar fayda görürsün?
…
"İbadette insan, önce Allah'ın (c.c) hukukuna, Allah'ın(c.c) çizdiği ölçülere dikkat eder. Ondan sonra kulların hukukuna, herkesin hukukuna riayet eder. Bilir ki herkesin hukuku, Allah'ın (c.c) hukuku ile ilgilidir…
Nefis dediğimiz o badire, o tuzak insanı kendi tasarrufuna aldığı zaman, iradesini kendi esiri yapar. İnsan farkında olmadan nefsinin iradesi, isteği istikametinde hayatını yönlendirir. Nefsin esiri olur. Ha başkası tutmuş sizi bir yere hapsetmiş, ha nefis esir etmiş, hapsetmiş. Ne fark eder…
Baklası sizi esir etse hiç olmazsa mazlumsunuz. Bunda mazlum değilsiniz. Bunda zalimsiniz. Nefis ipini gevşetmeyeceksin. Oysa sen, ipini sıkacak yerde yuları onun eline verdin. Onu, Allah'a (c.c) secde ettireceksin. Bu noktaya geldiğiniz zaman Allah'a(c.c) sevdanız başlar. Hürriyetinize kavuşursunuz.
Nefsin esaretinden kurtuldunuz mu hür olursunuz. Hür oldunuz mu, Allah(c.c) ile beraber olursunuz. İbadetle olur bütün bunlar, ibadetsiz olmaz…
"O halde kul, hiçbir şart ve hiçbir halde Rabbinin mağfiret eşiğinden ayrılmamalıdır. Ne affedilmişliğin getireceği şımarıklık ve gevşeklik ne de bağışlanma ümidinin yokluğuyla gelecek olan küskünlük ve Hakk'a(c.c) dargınlık, çıkış yolu değildir, çıkmaz sokaktır.
Bu sebeple kul tövbeye sarılmalı ve her dem Rabbinin rahmet kapısını güzel amellerle, rahmeti celb edecek samimi ve ihlâslı gayretlerle çalmalıdır. Asla ümidini yitirmemelidir. Zira ancak kâfir olan Hak'tan ümidini keser…
Samimiyet ve ihlâs sahibi mü'min bilsin ki, Allah (c.c) kuluna karşı, kişinin nefsine olan merhametinden daha da merhametlidir. O, rahmeti gereği her türlü zorlukta kullarına lütuf kapılarını açar. Bu hususta müminin Rabbi'ne tam bir itikat ve teslimiyetle bağlanması şarttır. Zira hayır ve şer Allah'tandır…
Hiçbir başarı kişinin kendisine ait olmayıp, Allah'ın (c.c) lütfündendir. Bu itikat üzere olan, her türlü kaza ve bela anında Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden ümit kesmeden, lütuf kapılarında sadık bir bekçi gibi bekler. Allah'ta(c.c) ona lütuf ve ihsan kapılarını açar…
Müminler, Hakk'ın yardımı ile kendi ayakları üzerinde, kendi güçleri üzerinde durmak ve yükselmek zorundadırlar. Aksi halde ikiyüzlü, samimiyet yoksunu dava işportacıları tarafından sancağın yüzüstü bırakılması kaçınılmazdır. Bu ise davanın bel kemiğine en kritik ortamda indirilebilecek ağır bir darbe olur…
Biz bu dünyada bir karar vereceğiz. Burada saltanatı sürmek için mi yoksa ebedi hayatı kazanmak için mi varız. Ben kararımı verdim. Ben ebedi bir hayat için çalışıyorum.
Müminin asıl vatanı ölümden sonra vuku bulacak olan anavatanıdır, yani ahiret alemidir. Biz her ne kadar dünya içerisinde kaldığımız sürede hayatta kazanmanın mücadelesini veriyor isek de bunun asıl sebebi, maksadı, sadece dünyada bunları bina etmek değil kazancımızı ahirete taşıyabilmek içindir…
Ölüm "bedensiz bir hayatın vücut anatomisi olmadan organizma olmadan hayatın devam etmesi halidir maddi alemden manevi aleme geçiş demektir…
Hatta bazı büyükler ölüme "bedeni terk edip bir başka kapıdan çok mükemmel, mutantan, mütezeyyin, yani donatılmış süslenmiş fevkalâde mükemmel bir ülkeye aleme gidiştir" diye tarif ederler hakikat ölüm vuslattır, Allah'a kavuşmaktır…
İman ehli olarak insanların elinden tutarsınız. Düşkünleri, zayıfları, fukarayı görür, destek olursunuz, onlara sırt verirsiniz. Ve de toplumda bölücü değil bütünleştirici olursunuz.
"Adım attığınız bir işte Allah (c.c.) rızası yoksa adımınızı geri atın"
Bir çocuğun yazı yazmaya başladığını düşünün. İlk yazdığı yazıdan memnun olur daha iyi yazma gayretinde bulunmazsa çivi yazısı gibi yazı yazar. Ama çok mükemmele doğru gayret ederse günün birinde hattat olur.
Taat ve ibadette de olay böyledir. Yaptığını tam görmediğin zaman mükemmele doğru gidiyorsun. İşte insanın bu ruhu yakalaması lazımdır. Bunu yakalamak birbirini tamamlayan zincirin halkaları gibidir…
Hiçbir insan bağımsız değildir; mutlaka bir şeye kuldur. Dolayısıyla insan ya Allah'a kul olacaktır ya da her neyi tercih ettiyse...
İnsanın iç tabiatına dedik ya hem melek-i sıfatlar var hem hayvan-i sıfatları var. Düşün ki hayatında bu hayvani sıfatları melek-i sıfatlarına esir etmiş onda melek-i sıfatlar hüküm kurmuş tam insan olmuş İnsan-ı Kâmil olmuş o insan ölecek sureti de insan, sireti de insan.
Ama düşün ki görünüşte insan hakikatte kin var nefret var. Bunlar kimin halidir? Hayvanın halidir; kin, deve kini derler, yılan gibi sokma derler.
Bu ahlak ahlak-ı zemime hayvanların halleridir şimdi bu da hâkim olur da bu hal üzere insan ölürse görünüşte yakışıklı bak şimdi delikanlı has bir adam meğer gitti hayvan suretinde.
Bunu tebdil etmemiz lazım hayatta kazanç budur işte insan olarak geldik insan olarak gidelim insan olarak Allah'a yürüyelim.
Maksat bu, o zaman nasıl ölüyorsak öyle dirileceğiz işte insan gibi ölelim insan gibi dirilelim…
Şöyle bir olay da var: Psikiyatrinin sahasıdır psikiyatrik olaylar, hastalıklar. Ama bizde psikolojik ve psikiyatrik sahaya girdiğinizde ruhu tanımayan bir dünya, bir tıp dalı görürsünüz.
"Ruh nedir?" diyorsunuz. "Organizmanın hadiseler karşısında tepkisidir" cevabını veriyor.
"Organizmanın olaylar karşısında tepkisidir" diye insanı tanımlayan bir ilim, insana kendini anlatamaz, insanı anlatamaz. Bu ilim dalı da insanın muhtaç olduğu sıhhati insana veremez.
Onun için insanı ilaçlarla uyuşturarak tedavi etmeye çalışıyorlar. Mesele insanın dimağını uyuşturarak onu bir noktalara taşımak değildir.
Ona geldiği yeri, geldiği kökü, özü tanıtarak onu kendine kavuşturmaktır; bugün insanlığın asıl meselesi budur.
Bugün biz, bunu arıyoruz. Batı bunu arıyor. Uzakdoğu'su bunu arıyor. Şark dünyası bunu arıyor. İşte böyle bir anlayışla insanoğlu, "kim çözerse ben onun yanında olurum" diyor. Bugün hakikatte zımnen insanlığın verdiği mesaj budur.
Hak hesabına kazanılmış insan
Dikkat edilirse, biz yazılarımızda, sohbetlerimizde insanı merkeze alan bir anlayış ortaya koyuyoruz.
Çünkü insanı tanımadan, insanı anlamadan insanla ilgili hiçbir meseleyi çözmek mümkün değil.
Yine biz şöyle bir tespitte bulunmuştuk: "İnsanı kendi yararına ve Hak hesabına, Hak adına kazanmak." Mutmain olmuş insanı tarif ederken; kendi yararına kazanılmış, Hak adına kazanılmış bir insan modelinden bahsediyoruz.
Bugün insanlığın huzuru, saadeti, mutluluğu için "kalkınma" diye bir maddi problemden bahsediliyor. Zannediliyor ki biz, insanı çok fazla doyurduk mu, çok fazla giydirdik mi, çok fazla ev yaptık mı, çok fazla altına araba verdik mi o insan mutlu olacak.
Ben diyorum ki, bu çok yanlış. Bunlar olmasın, demiyoruz. Elbette bunların insanın hayatında yeri ve değeri vardır. Veya insanın kullandığı malzemeleri siz son derece mükemmel, teknik araç ve gereçlerle donattığınız zaman, onun hukuk düzenini mükemmel hale getirdiğiniz zaman, onun sistematiğini geliştirdiğiniz zaman, mutlu olacağı zannı var, vehmi var bugün.
Bu, niçin böyle oldu? Evvela buradan hareketle bir meseleyi gündem etmemiz lazım…"
İyi bayramlar
İşin sözüyle devamlı meşgul olur ve yaşantıdan uzak kalırsan, ilaçları hastanın önüne koyarak, kullanmadan, sadece görmek suretiyle tedaviye çalışmak gibi bir şey yapmış olursun. Bütün ilaçları hastanın önüne koymuşsun ama hiçbirisinden istifade ettiği yok. Bütün tedavi edici unsurlar vitrinde ama hiçbirini alıp, kullanmıyorsun. Ne kadar fayda görürsün?
…
"İbadette insan, önce Allah'ın (c.c) hukukuna, Allah'ın(c.c) çizdiği ölçülere dikkat eder. Ondan sonra kulların hukukuna, herkesin hukukuna riayet eder. Bilir ki herkesin hukuku, Allah'ın (c.c) hukuku ile ilgilidir…
Nefis dediğimiz o badire, o tuzak insanı kendi tasarrufuna aldığı zaman, iradesini kendi esiri yapar. İnsan farkında olmadan nefsinin iradesi, isteği istikametinde hayatını yönlendirir. Nefsin esiri olur. Ha başkası tutmuş sizi bir yere hapsetmiş, ha nefis esir etmiş, hapsetmiş. Ne fark eder…
Baklası sizi esir etse hiç olmazsa mazlumsunuz. Bunda mazlum değilsiniz. Bunda zalimsiniz. Nefis ipini gevşetmeyeceksin. Oysa sen, ipini sıkacak yerde yuları onun eline verdin. Onu, Allah'a (c.c) secde ettireceksin. Bu noktaya geldiğiniz zaman Allah'a(c.c) sevdanız başlar. Hürriyetinize kavuşursunuz.
Nefsin esaretinden kurtuldunuz mu hür olursunuz. Hür oldunuz mu, Allah(c.c) ile beraber olursunuz. İbadetle olur bütün bunlar, ibadetsiz olmaz…
"O halde kul, hiçbir şart ve hiçbir halde Rabbinin mağfiret eşiğinden ayrılmamalıdır. Ne affedilmişliğin getireceği şımarıklık ve gevşeklik ne de bağışlanma ümidinin yokluğuyla gelecek olan küskünlük ve Hakk'a(c.c) dargınlık, çıkış yolu değildir, çıkmaz sokaktır.
Bu sebeple kul tövbeye sarılmalı ve her dem Rabbinin rahmet kapısını güzel amellerle, rahmeti celb edecek samimi ve ihlâslı gayretlerle çalmalıdır. Asla ümidini yitirmemelidir. Zira ancak kâfir olan Hak'tan ümidini keser…
Samimiyet ve ihlâs sahibi mü'min bilsin ki, Allah (c.c) kuluna karşı, kişinin nefsine olan merhametinden daha da merhametlidir. O, rahmeti gereği her türlü zorlukta kullarına lütuf kapılarını açar. Bu hususta müminin Rabbi'ne tam bir itikat ve teslimiyetle bağlanması şarttır. Zira hayır ve şer Allah'tandır…
Hiçbir başarı kişinin kendisine ait olmayıp, Allah'ın (c.c) lütfündendir. Bu itikat üzere olan, her türlü kaza ve bela anında Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden ümit kesmeden, lütuf kapılarında sadık bir bekçi gibi bekler. Allah'ta(c.c) ona lütuf ve ihsan kapılarını açar…
Müminler, Hakk'ın yardımı ile kendi ayakları üzerinde, kendi güçleri üzerinde durmak ve yükselmek zorundadırlar. Aksi halde ikiyüzlü, samimiyet yoksunu dava işportacıları tarafından sancağın yüzüstü bırakılması kaçınılmazdır. Bu ise davanın bel kemiğine en kritik ortamda indirilebilecek ağır bir darbe olur…
Biz bu dünyada bir karar vereceğiz. Burada saltanatı sürmek için mi yoksa ebedi hayatı kazanmak için mi varız. Ben kararımı verdim. Ben ebedi bir hayat için çalışıyorum.
Müminin asıl vatanı ölümden sonra vuku bulacak olan anavatanıdır, yani ahiret alemidir. Biz her ne kadar dünya içerisinde kaldığımız sürede hayatta kazanmanın mücadelesini veriyor isek de bunun asıl sebebi, maksadı, sadece dünyada bunları bina etmek değil kazancımızı ahirete taşıyabilmek içindir…
Ölüm "bedensiz bir hayatın vücut anatomisi olmadan organizma olmadan hayatın devam etmesi halidir maddi alemden manevi aleme geçiş demektir…
Hatta bazı büyükler ölüme "bedeni terk edip bir başka kapıdan çok mükemmel, mutantan, mütezeyyin, yani donatılmış süslenmiş fevkalâde mükemmel bir ülkeye aleme gidiştir" diye tarif ederler hakikat ölüm vuslattır, Allah'a kavuşmaktır…
İman ehli olarak insanların elinden tutarsınız. Düşkünleri, zayıfları, fukarayı görür, destek olursunuz, onlara sırt verirsiniz. Ve de toplumda bölücü değil bütünleştirici olursunuz.
"Adım attığınız bir işte Allah (c.c.) rızası yoksa adımınızı geri atın"
Bir çocuğun yazı yazmaya başladığını düşünün. İlk yazdığı yazıdan memnun olur daha iyi yazma gayretinde bulunmazsa çivi yazısı gibi yazı yazar. Ama çok mükemmele doğru gayret ederse günün birinde hattat olur.
Taat ve ibadette de olay böyledir. Yaptığını tam görmediğin zaman mükemmele doğru gidiyorsun. İşte insanın bu ruhu yakalaması lazımdır. Bunu yakalamak birbirini tamamlayan zincirin halkaları gibidir…
Hiçbir insan bağımsız değildir; mutlaka bir şeye kuldur. Dolayısıyla insan ya Allah'a kul olacaktır ya da her neyi tercih ettiyse...
İnsanın iç tabiatına dedik ya hem melek-i sıfatlar var hem hayvan-i sıfatları var. Düşün ki hayatında bu hayvani sıfatları melek-i sıfatlarına esir etmiş onda melek-i sıfatlar hüküm kurmuş tam insan olmuş İnsan-ı Kâmil olmuş o insan ölecek sureti de insan, sireti de insan.
Ama düşün ki görünüşte insan hakikatte kin var nefret var. Bunlar kimin halidir? Hayvanın halidir; kin, deve kini derler, yılan gibi sokma derler.
Bu ahlak ahlak-ı zemime hayvanların halleridir şimdi bu da hâkim olur da bu hal üzere insan ölürse görünüşte yakışıklı bak şimdi delikanlı has bir adam meğer gitti hayvan suretinde.
Bunu tebdil etmemiz lazım hayatta kazanç budur işte insan olarak geldik insan olarak gidelim insan olarak Allah'a yürüyelim.
Maksat bu, o zaman nasıl ölüyorsak öyle dirileceğiz işte insan gibi ölelim insan gibi dirilelim…
Şöyle bir olay da var: Psikiyatrinin sahasıdır psikiyatrik olaylar, hastalıklar. Ama bizde psikolojik ve psikiyatrik sahaya girdiğinizde ruhu tanımayan bir dünya, bir tıp dalı görürsünüz.
"Ruh nedir?" diyorsunuz. "Organizmanın hadiseler karşısında tepkisidir" cevabını veriyor.
"Organizmanın olaylar karşısında tepkisidir" diye insanı tanımlayan bir ilim, insana kendini anlatamaz, insanı anlatamaz. Bu ilim dalı da insanın muhtaç olduğu sıhhati insana veremez.
Onun için insanı ilaçlarla uyuşturarak tedavi etmeye çalışıyorlar. Mesele insanın dimağını uyuşturarak onu bir noktalara taşımak değildir.
Ona geldiği yeri, geldiği kökü, özü tanıtarak onu kendine kavuşturmaktır; bugün insanlığın asıl meselesi budur.
Bugün biz, bunu arıyoruz. Batı bunu arıyor. Uzakdoğu'su bunu arıyor. Şark dünyası bunu arıyor. İşte böyle bir anlayışla insanoğlu, "kim çözerse ben onun yanında olurum" diyor. Bugün hakikatte zımnen insanlığın verdiği mesaj budur.
Hak hesabına kazanılmış insan
Dikkat edilirse, biz yazılarımızda, sohbetlerimizde insanı merkeze alan bir anlayış ortaya koyuyoruz.
Çünkü insanı tanımadan, insanı anlamadan insanla ilgili hiçbir meseleyi çözmek mümkün değil.
Yine biz şöyle bir tespitte bulunmuştuk: "İnsanı kendi yararına ve Hak hesabına, Hak adına kazanmak." Mutmain olmuş insanı tarif ederken; kendi yararına kazanılmış, Hak adına kazanılmış bir insan modelinden bahsediyoruz.
Bugün insanlığın huzuru, saadeti, mutluluğu için "kalkınma" diye bir maddi problemden bahsediliyor. Zannediliyor ki biz, insanı çok fazla doyurduk mu, çok fazla giydirdik mi, çok fazla ev yaptık mı, çok fazla altına araba verdik mi o insan mutlu olacak.
Ben diyorum ki, bu çok yanlış. Bunlar olmasın, demiyoruz. Elbette bunların insanın hayatında yeri ve değeri vardır. Veya insanın kullandığı malzemeleri siz son derece mükemmel, teknik araç ve gereçlerle donattığınız zaman, onun hukuk düzenini mükemmel hale getirdiğiniz zaman, onun sistematiğini geliştirdiğiniz zaman, mutlu olacağı zannı var, vehmi var bugün.
Bu, niçin böyle oldu? Evvela buradan hareketle bir meseleyi gündem etmemiz lazım…"
İyi bayramlar
Akın Aydın / diğer yazıları
- Ahmaklığın bu kadarı da fazla ama / 04.12.2024
- Abdullah Öcalan, Bahçeli’den de, Erdoğan’dan da basiretliymiş / 02.12.2024
- Sosyal devlet ancak BTP ile mümkün / 01.12.2024
- Sosyal devletten demokratik krallığa / 30.11.2024
- Kıbrıs’a NATO kılıfı / 29.11.2024
- Jennifer Lopez, Sudeysi, Kabe ve Erdoğan / 28.11.2024
- AKP ve MHP, Türkiye’nin gerçek düşmanını perdeliyor / 27.11.2024
- Tam bağımsız Türkiye için vakit tamam, söz konusu vatandır / 25.11.2024
- Sinirde Avrupa’da birinci dünyada ikinci olmuşuz / 24.11.2024
- Tarımı bitirdiler… Şahidim Sayın Erdoğan’dır / 23.11.2024
- Abdullah Öcalan, Bahçeli’den de, Erdoğan’dan da basiretliymiş / 02.12.2024
- Sosyal devlet ancak BTP ile mümkün / 01.12.2024
- Sosyal devletten demokratik krallığa / 30.11.2024
- Kıbrıs’a NATO kılıfı / 29.11.2024
- Jennifer Lopez, Sudeysi, Kabe ve Erdoğan / 28.11.2024
- AKP ve MHP, Türkiye’nin gerçek düşmanını perdeliyor / 27.11.2024
- Tam bağımsız Türkiye için vakit tamam, söz konusu vatandır / 25.11.2024
- Sinirde Avrupa’da birinci dünyada ikinci olmuşuz / 24.11.2024
- Tarımı bitirdiler… Şahidim Sayın Erdoğan’dır / 23.11.2024