"Ölmezden evvel, ölenlerin Allah'a yakınlığı çok daha farklıdır." Allah'ın bazı kulları vardır ki, dertlerini kimse bilmez.
Yalnız Allah ile dertlerini paylaşırlar.
Bu kulları tanımak için İnsan biraz arif olacak. Arif olmak bir şeyi olmadan evvel sezebilmektir.
Yoksa Yunus Emre'nin de dediği gibi dervişlik, ariflik hırka ve taçtan ibaret değildir. Anlamına, özüne hâkim olunamayan, bilinmeyen, yaşanılmayan, içselleştirilmeyen her şey roldür, gösteridir, tiyatrodur.
İşte ariflik odur ki söylediğini yaşayan, derdini dillendirmeyen salih kulları arayıp bulup onların derdine derman olmaya çalışmaktır. Reklamsız, sessiz, gösterişsiz bir şekilde.
İşin ehli diyor ki;
Onlara yani garibe, fakire, kimsesize yardım için uzanan eli Allah tutar.
Allah'ın bu garip, güzel kullarını ziyaret eden Allah'ı ziyaret etmiş gibi olur. Onlara yapılan ikram, verilen hediye Allah'a verilmiş gibidir.
Yoksa Allah her an bizimle beraber, "Allah kuluna can damarından daha yakın" ama gafletimizden bunu anlamıyoruz.
Ancak Hakk'ı daha yakından tanımak için, Allah'a yakın olmanın zevkini ve lezzetini yaşamak için bu hali bu muhabbeti yaşayan salih kullarla olmak gerekir.
Çünkü salih kullar ölümsüzlük kanunlarını öğrenmiş ve o kanunlara göre bir ömür sürmek için mücadele ediyorlar.
İlahi cazibenin cereyanında aydınlanan bu gönüller, bu güzel insanlar etrafını da, zamanını da aydınlatırlar.
Hakk'ın güzelliklerini yaşayanları bulup onlarla olursak, biz de onların boyasına, haline bulanmış ve aydınlanmış oluruz.
Ancak bu sahada çok dikkatli olmak da gerekiyor, çünkü bir mum kadar etrafına ışık veremeyen bazıları kendilerini parlak bir yıldız gibi, güneş gibi ışık veren olarak sunabilmekteler.
İnsanların masum manevi duygularını kullanıp, istismar ederek halkı kandırabiliyorlar. Bu tiplerden de uzak durmak gerekiyor.
Allaha yaklaşmak paha ile değil, bahane iledir.
Allah (cc) paha Allah'ı değildir, bahane Allah'ıdır.
Allah kulunu affetmek için bahaneye bakar. Ne kadar çok verdiğine değil, verdiğini hangi niyet ve anlam ile verdiğine bakar.
Mesela sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek. Verirken Cenabı Hak benden razı mı acaba, benim kuluna yaptığım bu infakta herhangi bir kabalık, incitici bir söz sarf ettim mi? muhakemesi içinde bir nezaketle yardımlarımızı, zekâtlarımızı vermeye her adımımızı bu şuur ile atmaya çalışmalıyız.
Ve şu muhakemeyi ya da eleştiriyi kendi kendimize yapmalıyız. Utan, niye benim yaşadığım belde de fakir var diye! Alan utanmasın…
Bu incelikleri koruyarak yapılan her türlü infak, ikram, hediye Hakk'ın rızasına insanı taşır.
Bu sebeple diyoruz ki alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. İlla bir şey alacaksan gariplerin yükünü al, gönlünü al, duasını al.
Merhametli olmak herkese yakışır ama kasası, kesesi dolu olana, güçlü olana, varlıklı, zengin olana merhamet daha çok yakışır.
Zengin merhametli olursa, fakiri, yoksulu, dulu, öksüzü, yetimi, kimsesizi, hastayı, öğrenciyi, borcu olanı, düğün yapacak olanı, yolda kalmış olanı, evi yıkılmış ortada kalmış, dara düşmüş olan kimselere merhamet eder, onlara kol kanat gerer ve böylece üzerine düşeni yapmış, zenginliğin hakkını vermiş olur.
İşte o zaman o cemiyette ki insanlar düşmekten korkmazlar çünkü bilirler ki düşersem beni tutacak hamiyetperver zenginlerim var.
Bu duygu o toplumun zenginlerine, varlıklılarına, güçlülerine karşı saygıyı ve hürmeti artırır.
Merhametin, hürmetin hâkim olduğu bir toplumda da muhabbet dal budak salar ve yeşerir. İnsanlar birlik ve beraberlik içinde kardeşçe yaşar.
Aslında İslam'daki zekât ibadetinin temel amacı da toplumda bu üçlü sacayağını yani merhameti, hürmeti ve muhabbeti oluşturup, sağlam bir cemiyeti var etmektir. Mescitlerdeki saf düzeninde herhangi bir protokolün olmamasındaki hikmet de bu olsa gerek. İslam'da ruhbanlığın olmaması, her müminin eşit olması üstünlüğün takvada olması vs. gibi ilkeler aslında tamamen toplumsal birliğin, beraberliğin, kardeşliğin, sevginin ve saygının inşasına yönelik uygulamalardır. Merhametin, hürmetin ve muhabbetin dal budak salıp cesametli bir şekilde yeşermesi için bu kavramların içini doldurmak ve bunun için de gereğini yapmak mecburiyetindeyiz.
Bu üçlü sacayaklarından birinin eksik olduğu toplumlar enfeksiyonlu toplumlardır. Yani bu toplumlarda haset başta olmak üzere, her türlü cehaleti, her türlü toplumsal hastalıkları gözlemek mümkündür.
- Görünüyorum o halde varım / 07.05.2024
- Çanakkale ile İstiklal marşındaki ruh aynı ruh / 18.03.2024
- Matematiğin, fiziğin formülü mü yoksa insanlığın formülü mü? / 19.02.2024
- İnsanlığa insanlık yolculuğu şart / 15.01.2024
- Güçlü aile güçlü millet demektir / 19.12.2023
- Cumhuriyet yüz yaşında, nice yüzyıllara / 01.11.2023
- Saygı beyaz çizgimiz olmalı / 15.10.2023
- Dinin mücadelesi dinsizlikle değil din ile olmuştur / 10.09.2023
- Mum kadar ışığı yok, Kendini Güneş sananlar / 06.09.2023