8 Kasım günlerini dünya "Şehircilik Günü" olarak kutluyor.
Bizi sorarsanız eğer, şehircilik günü münasebetiyle "Gece-kondular gökten-kondulara karşı" adlı filmi gösterime sunduk. İmar affıyla afişlere asılan film gişe rekorları kırıyor. Film 31 Aralık'a kadar gösterimde. Gördünüz gördünüz… Göremeyip kaçırdığınız filmi yeniden izlemek için bir yıl yani gelecek şehircilik gününü beklemeniz gerekecek.
Ancak bir sorunumuz var. Anlatım sorunu. Sinemada anlam ve anlatım çok boyutlu bir sorundur. Prodüktör, yönetmen, oyuncu, senaryo yazarı ve son olarak seyirci için apayrı anlamlar taşıyabilecek bir dizi cevap arayışı.
Filmin prodüktörü (yapımcısı) Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. 10 Mayıs 2018'de Meclis'te kabul edilen "kaçak yapılaşma affı" büyük ses getirirken amaç neydi? Yasa yapıcı gerçekten mimarlık ve şehircilik açısından mı anlıyordu konuyu? Böyle mi anlatmak istiyordu, ya da seçim yatırımına yönelik bir senaryoya mı onay veriyordu? İşte bir anlama ve anlatma sorunu.
Eğer seçim yatırımı ise bu, gelecek filmin adını şimdiden koyalım: "Mimarlık ve kent-çöküş süreci".
Film bitti, gerçeğe dönelim;
Kent planlaması ve mimarlık tasarımının son yarım asrı bir çöküş sürecidir. Her şeyi paraya indirgeyen bir ortamda bu yargı, kimi çevrelere garip gelebilir. Ne var ki, Türkiye'de ekonomik, politik ve kültürel iç ve dış mekanizmalar, kentsel değişimi olumsuz etkileyerek, kentin çağdaşlaşma hızını kesiyor.
Bunların başında ulusal kültür, öğretim düzeyi, politik ve ekonomik yozlaşmanın olumsuz etkileri geliyor. Göç alan büyük şehirlere örneğin İstanbul'a bakıyoruz, nüfus 20 milyonu hayli geçmiş.
Peki, halkın kentlileşmesi gerçekleşti mi? Hayır! Bunun eğitimle ilgisi var. İstanbul halkı, dünyanın benzer Avrupa kentleriyle karşılaştırılırsa, henüz kentli değil.
Bunun en temel eksikliği insan saygısının ve sevgisinin eksikliğinden kaynaklanıyor. Kalabalık bir kentte insanlar arasındaki ilişkiler sayısal olarak, köy ve küçük kente göre çok fazla. Kalabalığın uymak zorunda olduğu kurallar çok artmış. Kalabalık bir kentte başka türlü yaşama olanağı yok.
Ülkemizde kent algısı ne yazık ki, insan öncelikli ve insan merkezli bir nitelik taşımamaktadır. Kent bizde daha çok yapı, ulaşım, rant ekseninde kavranmakta, mekanik ve insan dışı bir alan olarak kodlanmakta ve bu çerçevede değerlendirmelere konu olmaktadır. Kentin öncelikle insan ve doğa dengesinin sağlandığı bir yerleşime dönüştürülmesi gerekmektedir. Binaların, betonun, alışveriş merkezlerinin (AVM) boğduğu bir kent değil, geniş bulvarları ve caddeleri ile açık, ferah ve herkesin özgürce ve eşit bir şekilde yararlanacağı bir kent tasarımına ihtiyacımız bulunmaktadır.
Önümüzde Mart ayında yapılacak seçimlerle demokrasinin beşiği konumundaki kentlerin yerinden yönetim kadrolarını belirleyeceğiz. Siyasi partilerde belediye başkan adayları için hummalı bir çalışma sürerken yeni bir kent anlayışını üretme adına projeler göremiyoruz. Oysa beklentimiz; etkin yönetim, kaliteli hizmet ve çağdaş kent. İnsan odaklı anlayış; iktidar odaklı demokrasiden insan odaklı demokrasiye geçiştir.
Özetlersek: Demokrasi, kentler, yaşanabilir bir çevre ve yeni nesil belediyecilik.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023