Doğrudur, belki herkes yaşar, ancak önemli olan sana sunulan ömrü nasıl harcadığındır. Yaşamından sonra arkanda kalanlara hayırla yâd edilebilir bir ömür, bir hatıra bırakıp bırakmadığındır, sanırım önemli olan bu.
Evet, bir insan düşünün ki, koşullar ne olursa olsun o koşulları imanı, aklı ve zekâsıyla kendi yararına ve milleti yararına çevirebiliyor. Öyle bir ömür sürüyor ki, yüzlerce ömre sığacak hayırlı güzel işler yapıyor; çağına ve gelecek çağlara, nesillere ışık oluyor. Bu çalışmalarıyla da yüzbinlerin aklına, kalbine ve gönlüne dokunuyor. O gönüllerde taht kuruyor.
Bir ömürde yüzlerce ömre bedel bir hayat yaşadı, yüzbinlerin hayatına dokundu, yüzbinlerce sevenini arkasından gözü yaşlı bırakıp Hakk'a yürüdü Prof. Dr. Haydar Baş hocamız. Hasretle özlemle kavuşacağımız günü bekliyoruz.
Ölüm herkesin yaşayacağı bir son ancak her an ölecekmiş gibi nasıl yaşanır, her daim Allah'ın huzurunda nasıl olunur ve insanların içinde el kârda gönül yarda nasıl olunur ve bunun nasıl yapılır olacağının en güzel örneğini ortaya koydu. Nasıl öğretmenlik yapılır, nasıl düğün yapılır, nasıl bir aile olunur, nasıl baba, arkadaş, dost, komşu velhasıl nasıl iyi bir Müslüman olunurun hepsinin bu çağdaki en müşahhas örneğiydi Prof. Dr. Haydar Baş hocamız.
Çağına ve gelecek kuşaklara yol gösteren bir âlim, çok iyi bir vatanseverdi. Devletinin kâinat devleti olduğunu görmek, en büyük hedefiydi. Bunun için de çok ciddi projeler ortaya koydu. Dedesi Oğuz Kağan gibi fakirliğin suç sayıldığı, milletinin zengin olduğu, zekât verilebilecek kimsenin kalmadığı, devletinin müreffeh, güçlü ve tam bağımsız bir devlet olmasıydı hedefi. Bütün çalışmaları milletinin izzet içinde, birlik ve beraberlik içinde yaşamasını temin etmek üzerineydi. Bunun gerçekleşmesi için gecesini gündüzüne katarak çalıştı.
Evet; babamız, hocamız, üstadımız Hakk'a yürüdü. Bu fani dünyadan ebedi âleme gitti. Baş Hoca; en sevdiğine Rabbine öyle bir gitti ki adeta koşarak, gitti.
İnsan ölüme imrenir mi? Eğer ölüm gerçeğini Haydar Hoca'dan dinler ve onda yaşarsan vallahi o ölüme imrenirsin. Nasıl imrenilmez ki son yolculuğuna Hz. Hüseyin Efendimizin sancağı ile gidiyorsun. Hz. Hüseyin Efendimizin sancağına sarılan bedenin ruhunu kimler karşılamıştır sizce?
Böyle olmasına rağmen inanamadık, inanmakta zorlandık. Ama "her nefis ölümü tadacaktır" emrü fermanı gelmiş. Ne fayda!
Sık sık sohbetlerinde söylediği bir beyit vardı tam da onu bize yaşatarak gitti.
"Yâdında mı doğduğun anlar
Sen ağlardın gülerdi âlem
Öyle bir ömür sür ki mevtin
Olsun sana hande halka mâtem."
Yani; Doğduğun anları hatırlar mısın / Sen ağlıyordun, herkes pür-neş'e gülüp seviniyordu / Bu dünyada öyle bir hayat yaşa ki, öldüğün vakit / Sen yeni bir hayata sevinçle gözünü aç, bırak geride kalanlar ağlarsa ağlasın!
Tam da öyle oldu.
Hocam çok sevdiği Rabbine, Resûlullah'a ve Ehl-i Beyt'e kavuştu. Bu dünyada birlikte bir ömür sürdüğü dostlarına, evladına, annesine, babasına kavuştu. Hocamın Hakk'a yürüyüşü tam bir aşığın maşukuna kavuşmasının asrımızdaki en güzel örneği. Tam bir Şeb-i Arus.
Hocamızın ölüm gününü Mevlana'nın deyişiyle "Hakk'a vuslat" yani "Yaratana Kavuşma" (Düğün Günü-Gecesi) olmuştur. Hocamızın Şeb-i Arus'unun, vuslata erişmesinin 2. yıl dönümünde 14 Nisan'da Trabzon Akçaabat'taki kabri başında, tüm yurtta ve dünyanın birçok yerinde düzenlenen birçok etkinliklerle anıldı.
Hayatta iken hocamın kıymeti bilinmedi. Umarız artık bıraktığı eserlerinin ve emanetlerinin kıymeti bilinir, anlaşılır. Çünkü dünyanın içine düştüğü bu zifiri karanlıktan ancak Hoca Atatürk'ün, Baş Hoca'nın elinden tutmakla çıkılabilir ve kurtuluşumuz mümkündür.
Öyle ölümsüz eserler bıraktı ki arkasından sevenlerinin, takipçilerinin gözünü de, gönlünü de hep diri tutuyor. Bu zifiri karanlıkta fikirleriyle, eserleriyle yolumuzu aydınlatıyor. İyi ki seninle tanıştık hocam. Bu ömürde seninle tanışmak, seni sevebilmek Allah'ın en büyük ikramlarındandır. Ne mutlu sevenlerine ve onun sevdiği olmayı başarana, sürdürebilene.
Baş Hoca bu asırda İslam'ın emirlerini çok güzel bir biçimde hayata geçirdi. Toplumda yozlaşmış fikirlerle, doğru kabul edilen yanlışlarla, mücadele ederek gerçek İslam'ı yani Ehl-i Beyt'in yaşadığı İslam'ı anlattı. Anlatmakla kalmayıp bütün sevenleriyle, kadrosuyla bunu yaşadı, yaşattı. Hariçten gelen söylemlerle, yalan, yanlışlarla mücadele ederek tevhidin merkezi Ehl-i Beyt'tir diyerek en doğrusunu, en güzel bir biçimde müdellel olarak ortaya koydu.
Herhangi bir karşılık beklemeden sadece Allah rızası için vermenin nasıl olacağını bizatihi yaşayarak yaşatarak öğretti.
Sevginin, aşkın filmlerde, şarkılarda, romanlarda, hikâyelerde ya da menkıbelerde olmadığını yaşayarak ve yaşatarak gösterdi. Hakiki imanın bir insana nasıl bir kuvvet kazandırdığını, dik duruşu, hayata ve olaylara bir ölçü sahibi olarak bakmayı, Allah'ın, Resul'ünün ve Ehl-i Beyt'in muradı üzerine onların çizdiği istikamet üzere bir hayat yaşamayı öğretti. Bir elinize Ay'ı, bir elinize Güneş'i verseler de, dünyayı ayaklarınızın dibine serseler de Allah'ın ölçülerinin dışına çıkmamayı, bu dik duruşla dünyayı sömüren bütün üst akıllara feraset sahibi Müslüman bir Türk evladı olarak ilmiyle, imanıyla kazandığı üstün aklıyla, gönlüyle rest çekerek meydan okudu, tüm ezberleri bozdu.
Baş Hoca demek; cesaret demektir…
Baş Hoca demek; doğruların, yanlışlarla anlatıldığı bir dönemde doğru olanın, hak olanın yanında durma, ferasetini, onurunu ve şecaatini göstermek demektir.
Baş Hoca demek; hayatı son nefesi için, Allah'a hesap verme şuuruyla yaşamak demektir.
Baş Hoca demek; Allah için sevmek, Allah için tavır koyabilmek demektir.
Baş Hoca demek; samimiyet, fedakarlık, ikram, sadakat, vefa, dostluk, kardeşlik demektir.
Baş Hoca demek; nefis tezkiyesinin ve terbiyesinin adresi olan, adam olmanın üniversitesi demektir.
Baş Hoca demek; Allah'a itaat ve ibadet, mahlûkata merhamet ve hizmet etmek demektir.
Baş Hoca demek; Gönül demektir.
Baş Hoca demek; Hoca Atatürk demektir.
Baş Hoca demek; Al yıldızlı bayrak, vatan demektir.
Baş Hoca demek; Tam bağımsız Türkiye demektir.
Baş Hoca; Devlet gibi adam olmak demektir.
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025