Derdimiz memlekettir.
Türk devleti ve milletinin ilelebet payidar olmasıdır.
Gereksiz ve faydasız dedikodu haberleri ile yorgun ve umutsuz düşmüş milletimizi daha fazla üzmeye ve canını sıkmaya gerek yoktur.
Sevgili okurlarım…
Adını koyamayacağımız kadar çok hızlı gelişim, değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir çağda bulunmakta ve yaşamaktayız.
Günümüz dünyasında anlık ve konjonktürel gelişmelerin bu kadar hızlı değişime uğradığı ve özellikle de gelişmiş ülkelerin, gelişmemiş ülkelere karşı artarak devam eden ileri düzeydeki kalkınmışlığa dayalı üstünlüğü göz önüne alındığında, milli devlet sosyal devlet kavramının ne kadar hayati önem taşıdığını çok daha iyi kavramış oluyoruz.
Bu yönü itibariyle kurtuluş savaşından yeni çıkmış, ekonomisi dışa bağımlı, sanayi devrimini ıskalamış ve üretemeyen bir Osmanlı'dan sadece 4 fabrika alan Türkiye Cumhuriyeti devletinin, milli bir anlayışla yürüttüğü ekonomik kalkınma çalışmaları sonucunda 46 fabrika kurarak bağımsızlığımızın temellerini atmış olmasını biraz irdeleyelim istedik.
Cumhuriyet dönemine ilişkin bu kalkınma hamlesinden önce neler yaşanmıştı çok kısaca değinelim:
Hatırlanacağı üzere, sanayi devrimi ile Avrupa'da üretim maliyetlerinin büyük ölçüde düşmesi sonucu, rekabet imkanını da kaybeden Osmanlı ekonomisi, 1809 ve 1838 ticaret antlaşmalarıyla önce İngiltere, daha sonra da 1878'den itibaren Bismark Almanya'sının kontrolüne geçmişti.
Bu ilişkiler sonucunda ipek, demir ve dericilik gibi yerli zanaatlar tümüyle çökmüştü.
Bunun sonucunda, 1839'da İstanbul'da 2 bin 752 kumaşçı tezgahı ve tezgahlarda yaklaşık 3 bin 500 işçi çalışırken, 1869'da tezgah sayısı 25'e, kumaşçı sayısı 42'ye düşmüştü.
Çöken Osmanlı İmparatorluğu'nun yaptığı hataları da göz önüne alan Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki yeni Cumhuriyet, son derece akıllıca hamleler yaparak ülke kalkınmasında çok önemli bir yer tutan sanayi hamlesini başlatmıştı.
Atatürk'ün sanayiye ve ülke kalkınmasına verdiği önem, onun daha Lozan Antlaşması bile imzalanmadan önce, İzmir İktisat Kongresi'ni gerçekleştirmiş olması, son derece takdire şayan bir durumdu.
Gelişmiş sanayi ve milli ekonomi sisteminin hayata geçirilmesi, Atatürk için tam bağımsızlığın taçlandırılması demekti.
Sanayiye o kadar önem veriyordu ki, bu konuda yaptığı açıklamalar günümüze bile ışık tutmakta ve ilham kaynağı oluşturmaktadır.
Atatürk'ün sanayileşme hakkındaki açıklamaları:
"Eğer tüccarlar bizden olmazsa, millî servetin ehemmiyetli bir kısmı şimdiye kadar olduğu gibi, yine yabancılarda kalacaktır. Onun için millî ticaretimizi yükseltmeye mecbursunuz."
"Küçük esnafa ve büyük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri kolayca ve ucuzca verecek bir teşekkül vücuda getirmek ve kredinin, normal şartlar altında, ucuzlatılmasına çalışmak da çok lâzımdır."
"Endüstrileşmek, en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz."
"En başta vatan müdafaası olmak üzere, mahsullerimizi kıymetlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refahlı Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zarurettir."
"Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz."
"Ekonomi demek, her şey demektir. Yaşamak için, mesut olmak için, insan varlığı için ne lâzımsa onların hepsi demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir."
Mustafa Kemal Atatürk, yeni devletin felsefesini şu sözlerle özetlemişti:
"Tam bağımsızlık denildiği zaman elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik denmektedir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasında bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir."
Cumhuriyet döneminde ulu önderimiz Atatürk önderliğinde kurulan birçok fabrikalar arasında kömür, çimento, şeker, pamuk, elektrik, uçak, ipek ve deri fabrikaları da yer almıştı.
Özellikle tüm bu yatırımların hayata geçirildiği dönem incelendiğinde, çok önemli bir hususun varlığı öne çıkmaktadır.
Neydi bu çok önemli faktör peki?
1927'lerde kurulmasına dair planlamaların yapıldığı ve faaliyetine 1931 yılında başlayan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'ydı.
1929 Dünya Ekonomik Buhranı da, kurulan MB sayesinde atlatılmıştı.
MB kurulduktan sonra Atatürk'ün planladığı sanayileşme dönemi başlamış ve parasal anlamda yabancıların etkisinden uzak kalınmıştı. Günümüze geldiğimizde ise aynı MB, adeta yabancıların elinde oyuncak haline getirilmiştir.
Uygulanan liberal politikalar nedeniyle MB adeta esir edilmiş ve tüm işlevselliği devre dışı kalmıştır.
MB Türk milletinin emek ve üretimi karşılığında senyoraj hakkını elde etmesi gerekirken, bu imtiyazı faiz geliri karşılığında, kaydi paralar üreten bankaların egemenlik alanına terk etmiştir.
Yaşanan bu sömürü düzeninin adına ise Orta Vadeli Program (OVP) denmektedir.
Son tahlilde faizlerin düşürülmesine yönelik atılan minik adımlardan bile çark edilmiş, faizler yeniden yüzde 50'ler seviyesine doğru çıkartılma gafletinde bulunulmuştur.
Çok büyük bir sömürü söz konusudur.
Türkiye'nin mevcut bu siyasi aklı ve ekonomik sistemi ile beka sorunu haline geldiği, herkes tarafından dillendirilmeye başlanmıştır.
Sn. Erdoğan'a böylesi kritik bir süreçte yol göstericilik adına ve ülkemizin milli çıkarları, milletimizin refahı için son bir çağrı yapılması icap ederse deriz ki;
Ülkemizin bekası, milletimizin üstün refahı ve tam bağımsız Türkiye'nin mutlak manada inşası, ancak ve ancak Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Milli Ekonomi Modeli" ile mümkün olacaktır.
Yanındaki danışmanlardan birisi olan Yiğit Bulut Beyefendi, 2006 yılında bu modelin Türkiye'de uygulanması için elinden geleni yapacağını söylemek için İstanbul'dan Trabzon'a gelerek tezin sahibi Haydar Baş'la görüşmüştü.
Türk devleti ve milletinin ilelebet payidar olmasıdır.
Gereksiz ve faydasız dedikodu haberleri ile yorgun ve umutsuz düşmüş milletimizi daha fazla üzmeye ve canını sıkmaya gerek yoktur.
Sevgili okurlarım…
Adını koyamayacağımız kadar çok hızlı gelişim, değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir çağda bulunmakta ve yaşamaktayız.
Günümüz dünyasında anlık ve konjonktürel gelişmelerin bu kadar hızlı değişime uğradığı ve özellikle de gelişmiş ülkelerin, gelişmemiş ülkelere karşı artarak devam eden ileri düzeydeki kalkınmışlığa dayalı üstünlüğü göz önüne alındığında, milli devlet sosyal devlet kavramının ne kadar hayati önem taşıdığını çok daha iyi kavramış oluyoruz.
Bu yönü itibariyle kurtuluş savaşından yeni çıkmış, ekonomisi dışa bağımlı, sanayi devrimini ıskalamış ve üretemeyen bir Osmanlı'dan sadece 4 fabrika alan Türkiye Cumhuriyeti devletinin, milli bir anlayışla yürüttüğü ekonomik kalkınma çalışmaları sonucunda 46 fabrika kurarak bağımsızlığımızın temellerini atmış olmasını biraz irdeleyelim istedik.
Cumhuriyet dönemine ilişkin bu kalkınma hamlesinden önce neler yaşanmıştı çok kısaca değinelim:
Hatırlanacağı üzere, sanayi devrimi ile Avrupa'da üretim maliyetlerinin büyük ölçüde düşmesi sonucu, rekabet imkanını da kaybeden Osmanlı ekonomisi, 1809 ve 1838 ticaret antlaşmalarıyla önce İngiltere, daha sonra da 1878'den itibaren Bismark Almanya'sının kontrolüne geçmişti.
Bu ilişkiler sonucunda ipek, demir ve dericilik gibi yerli zanaatlar tümüyle çökmüştü.
Bunun sonucunda, 1839'da İstanbul'da 2 bin 752 kumaşçı tezgahı ve tezgahlarda yaklaşık 3 bin 500 işçi çalışırken, 1869'da tezgah sayısı 25'e, kumaşçı sayısı 42'ye düşmüştü.
Çöken Osmanlı İmparatorluğu'nun yaptığı hataları da göz önüne alan Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki yeni Cumhuriyet, son derece akıllıca hamleler yaparak ülke kalkınmasında çok önemli bir yer tutan sanayi hamlesini başlatmıştı.
Atatürk'ün sanayiye ve ülke kalkınmasına verdiği önem, onun daha Lozan Antlaşması bile imzalanmadan önce, İzmir İktisat Kongresi'ni gerçekleştirmiş olması, son derece takdire şayan bir durumdu.
Gelişmiş sanayi ve milli ekonomi sisteminin hayata geçirilmesi, Atatürk için tam bağımsızlığın taçlandırılması demekti.
Sanayiye o kadar önem veriyordu ki, bu konuda yaptığı açıklamalar günümüze bile ışık tutmakta ve ilham kaynağı oluşturmaktadır.
Atatürk'ün sanayileşme hakkındaki açıklamaları:
"Eğer tüccarlar bizden olmazsa, millî servetin ehemmiyetli bir kısmı şimdiye kadar olduğu gibi, yine yabancılarda kalacaktır. Onun için millî ticaretimizi yükseltmeye mecbursunuz."
"Küçük esnafa ve büyük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri kolayca ve ucuzca verecek bir teşekkül vücuda getirmek ve kredinin, normal şartlar altında, ucuzlatılmasına çalışmak da çok lâzımdır."
"Endüstrileşmek, en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz."
"En başta vatan müdafaası olmak üzere, mahsullerimizi kıymetlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refahlı Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zarurettir."
"Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz."
"Ekonomi demek, her şey demektir. Yaşamak için, mesut olmak için, insan varlığı için ne lâzımsa onların hepsi demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir."
Mustafa Kemal Atatürk, yeni devletin felsefesini şu sözlerle özetlemişti:
"Tam bağımsızlık denildiği zaman elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik denmektedir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasında bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir."
Cumhuriyet döneminde ulu önderimiz Atatürk önderliğinde kurulan birçok fabrikalar arasında kömür, çimento, şeker, pamuk, elektrik, uçak, ipek ve deri fabrikaları da yer almıştı.
Özellikle tüm bu yatırımların hayata geçirildiği dönem incelendiğinde, çok önemli bir hususun varlığı öne çıkmaktadır.
Neydi bu çok önemli faktör peki?
1927'lerde kurulmasına dair planlamaların yapıldığı ve faaliyetine 1931 yılında başlayan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'ydı.
1929 Dünya Ekonomik Buhranı da, kurulan MB sayesinde atlatılmıştı.
MB kurulduktan sonra Atatürk'ün planladığı sanayileşme dönemi başlamış ve parasal anlamda yabancıların etkisinden uzak kalınmıştı. Günümüze geldiğimizde ise aynı MB, adeta yabancıların elinde oyuncak haline getirilmiştir.
Uygulanan liberal politikalar nedeniyle MB adeta esir edilmiş ve tüm işlevselliği devre dışı kalmıştır.
MB Türk milletinin emek ve üretimi karşılığında senyoraj hakkını elde etmesi gerekirken, bu imtiyazı faiz geliri karşılığında, kaydi paralar üreten bankaların egemenlik alanına terk etmiştir.
Yaşanan bu sömürü düzeninin adına ise Orta Vadeli Program (OVP) denmektedir.
Son tahlilde faizlerin düşürülmesine yönelik atılan minik adımlardan bile çark edilmiş, faizler yeniden yüzde 50'ler seviyesine doğru çıkartılma gafletinde bulunulmuştur.
Çok büyük bir sömürü söz konusudur.
Türkiye'nin mevcut bu siyasi aklı ve ekonomik sistemi ile beka sorunu haline geldiği, herkes tarafından dillendirilmeye başlanmıştır.
Sn. Erdoğan'a böylesi kritik bir süreçte yol göstericilik adına ve ülkemizin milli çıkarları, milletimizin refahı için son bir çağrı yapılması icap ederse deriz ki;
Ülkemizin bekası, milletimizin üstün refahı ve tam bağımsız Türkiye'nin mutlak manada inşası, ancak ve ancak Prof. Dr. Haydar Baş'ın "Milli Ekonomi Modeli" ile mümkün olacaktır.
Yanındaki danışmanlardan birisi olan Yiğit Bulut Beyefendi, 2006 yılında bu modelin Türkiye'de uygulanması için elinden geleni yapacağını söylemek için İstanbul'dan Trabzon'a gelerek tezin sahibi Haydar Baş'la görüşmüştü.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hacı Gaydan / diğer yazıları
- Mevzu Türk milletidir / 23.04.2025
- Çok pis kokular geliyor! / 21.04.2025
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık çağrı / 20.04.2025
- “Kürt sorunu vardır” diyen ajandır! / 17.04.2025
- Türkiye devleti değil, TÜRK devleti! / 16.04.2025
- İslam düşmanı Muaviye, ABD’ye ilham oldu! / 15.04.2025
- Haydar Baş’ı anmak ve anlamak / 14.04.2025
- Kıbrıs Türk’ün tapulu malıdır / 13.04.2025
- Para yok ki ‘BOYKOT’ olsun! / 10.04.2025
- Boykotu bırak satılanlara bak! / 08.04.2025
- Çok pis kokular geliyor! / 21.04.2025
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık çağrı / 20.04.2025
- “Kürt sorunu vardır” diyen ajandır! / 17.04.2025
- Türkiye devleti değil, TÜRK devleti! / 16.04.2025
- İslam düşmanı Muaviye, ABD’ye ilham oldu! / 15.04.2025
- Haydar Baş’ı anmak ve anlamak / 14.04.2025
- Kıbrıs Türk’ün tapulu malıdır / 13.04.2025
- Para yok ki ‘BOYKOT’ olsun! / 10.04.2025
- Boykotu bırak satılanlara bak! / 08.04.2025