Dünyanın hangi yönde, nasıl değiştiğini anlamadan yapılan değerlendirmeler, karanlıkta yürümeye benzer. Karanlıkta yürüyen bir insanın, düşme ve yuvarlanma tehlikesi her an mevcuttur. Bu girişten sonra, son yıllarda sıkça sözü edilen "küreselleşme" ve "yeni dünya düzeni'ne değinmek istiyorum. Bu kavramlarla anlatılmak istenen ve amaçlanan nedir? Bunu düşünmesi ve irdelemesi gerekenlerin, bu görevlerini yerine getirmedikleri, sergiledikleri tavırlardan anlaşılıyor.
Özetle söylemek gerekirse, her iki kavramla amaçlanan, milli devletleri yıkmaktır. Başka bir deyişle, devletleri, çokuluslu şirketlerin hizmetine amade kılmaktır. Bu amaç, büyük oranda gerçekleşmiş olduğundan, devletlerarası hukuk ve insan hakları göz göre göre çiğneniyor, fakat çokuluslu şirketlerin hakları savaşta dahi korunuyor. Irak'ın işgalinde, ABD askerlerinin ilkönce petrol kuyularını ve petrol bakanlığını kontrol altına alması, diğer kamu ve özel kuruluşların yağmalanmasına seyirci kalması, söylediklerimizin doğruluğunu gösteren delillerden biridir. Yapılan savaşların arka planında bu şirketlerin menfaatlerinin yarattığını, artık bilmiyen ve anlamayan kalmamıştır. Her savaş, bu şirketlere yeni yeni iş sahaları açmaktadır.
İnsan haklarını ayaklar altına alarak, Irak'ı haksız yere işgal edenlerin, çokuluslu şirketlerin haklarını korumak için, uluslararası hukuku hatırlaması ne kadar da manidardır. Anlaşılan o ki, ABD de çokuluslu şirketlerin hizmetindedir. Daha doğrusu ABD, bu konuda dünyada öncü konumdadır. Bu sebepten ABD'li stratejist Marshalla Smith, ABD başkanı Bush'u "Enerji İmparatorluğunun taşeronu" olarak nitelendirmektedir.
Şimdi tartışılan konu şu: Çokuluslu şirketlerin hakim olduğu bir dünyada devletlerin rolü ne olacaktır? "Devletler kökünden silinsin gitsin" diyemiyorlar. "Devletler kalsın, ama çokuluslu şirketlerin emrinde olsun" diyecekler, milliyetçi akımlardan korkuyorlar. Tabiri caizse, küreselleşmeciler, iki arada, bir derede kalmışlar. Çare olarak, etnik milliyetçiliği görüyorlar. Bundan dolayı milli devletelrin yerini, küçük etnik toplulukların ve eyaletlerin alması için çalışıyorlar. Halbuki bu, dünyayı içinden çıkılmaz bir kaosa sürükler.
Bugün dünyada tam 4 bin etnik grup tespit edilmiştir. Eğer istense, bu rakam daha da çoğaltılabilir. Bu etnik gruplar, 200 grup içerisinde yer almakta ve varlığını sürdürmektedirler. Diyelim ki, her etnik grup bir devletçik veya eyalet oldu. Bunun, ne o etnik gruplara, ne de dünyaya bir faydası vardır. Tarihte böyle bir yapılanma olmamış, bundan sonra da olması mümkün görünmüyor. Çünkü, bu hayatın gerçekleriyle çelişmektedir. Önemli olan her etnik grubun bir devletçik kurması değil, asimile edilmesidir. Asimile edilmedikten, neslini v varlığını koruduktan sonra, geriye herhangi bir sorun kalmaz.
Biz ne kadar söylersek söyleyelim, çokuluslu şirketler, Andre Gorz'un deyimiyle, "toplumu olmayan iktidar, iktidarı olmayan bir toplum oluşturmayı" kafaya koymuşlar. Bu amacı gerçekleştirebilirler mi? Milletler, millet olma vasfını koruduğu sürece gerçekleştiremezler. Onlar da bunu bildiği için, ilkönce milli olan değerlere saldırıyorlar. "Dünya vatandaşlığı" ve "dinlerarası diyalog" gibi kavramlar, işte bu amaç için üretilen en önemli kavramlardır.
Nasıl bir dünya kurmak istiyorlar? Bunu, Wera Stanlay Alder, şöyle özetliyor: "Amacımız, bir dünya organizasyonu, bir dünya ekonomisi ve bir dünya dini kurmaktır". İşte görülmesi ve kabul edilmesi gereken gerçek budur. Bu gerçekleri görmezlikten gelmek, bugünkü dünyayı ve dünyadaki gelişmeleri anlamamıza en büyük engeldir. İstesek de, istemesek de, dünyaya bu pencereden bakmak zorunda kalacağız. Ne kadar erken, bunun idrakında olursak, o kadar kârlı çıkarız.
Özetle söylemek gerekirse, her iki kavramla amaçlanan, milli devletleri yıkmaktır. Başka bir deyişle, devletleri, çokuluslu şirketlerin hizmetine amade kılmaktır. Bu amaç, büyük oranda gerçekleşmiş olduğundan, devletlerarası hukuk ve insan hakları göz göre göre çiğneniyor, fakat çokuluslu şirketlerin hakları savaşta dahi korunuyor. Irak'ın işgalinde, ABD askerlerinin ilkönce petrol kuyularını ve petrol bakanlığını kontrol altına alması, diğer kamu ve özel kuruluşların yağmalanmasına seyirci kalması, söylediklerimizin doğruluğunu gösteren delillerden biridir. Yapılan savaşların arka planında bu şirketlerin menfaatlerinin yarattığını, artık bilmiyen ve anlamayan kalmamıştır. Her savaş, bu şirketlere yeni yeni iş sahaları açmaktadır.
İnsan haklarını ayaklar altına alarak, Irak'ı haksız yere işgal edenlerin, çokuluslu şirketlerin haklarını korumak için, uluslararası hukuku hatırlaması ne kadar da manidardır. Anlaşılan o ki, ABD de çokuluslu şirketlerin hizmetindedir. Daha doğrusu ABD, bu konuda dünyada öncü konumdadır. Bu sebepten ABD'li stratejist Marshalla Smith, ABD başkanı Bush'u "Enerji İmparatorluğunun taşeronu" olarak nitelendirmektedir.
Şimdi tartışılan konu şu: Çokuluslu şirketlerin hakim olduğu bir dünyada devletlerin rolü ne olacaktır? "Devletler kökünden silinsin gitsin" diyemiyorlar. "Devletler kalsın, ama çokuluslu şirketlerin emrinde olsun" diyecekler, milliyetçi akımlardan korkuyorlar. Tabiri caizse, küreselleşmeciler, iki arada, bir derede kalmışlar. Çare olarak, etnik milliyetçiliği görüyorlar. Bundan dolayı milli devletelrin yerini, küçük etnik toplulukların ve eyaletlerin alması için çalışıyorlar. Halbuki bu, dünyayı içinden çıkılmaz bir kaosa sürükler.
Bugün dünyada tam 4 bin etnik grup tespit edilmiştir. Eğer istense, bu rakam daha da çoğaltılabilir. Bu etnik gruplar, 200 grup içerisinde yer almakta ve varlığını sürdürmektedirler. Diyelim ki, her etnik grup bir devletçik veya eyalet oldu. Bunun, ne o etnik gruplara, ne de dünyaya bir faydası vardır. Tarihte böyle bir yapılanma olmamış, bundan sonra da olması mümkün görünmüyor. Çünkü, bu hayatın gerçekleriyle çelişmektedir. Önemli olan her etnik grubun bir devletçik kurması değil, asimile edilmesidir. Asimile edilmedikten, neslini v varlığını koruduktan sonra, geriye herhangi bir sorun kalmaz.
Biz ne kadar söylersek söyleyelim, çokuluslu şirketler, Andre Gorz'un deyimiyle, "toplumu olmayan iktidar, iktidarı olmayan bir toplum oluşturmayı" kafaya koymuşlar. Bu amacı gerçekleştirebilirler mi? Milletler, millet olma vasfını koruduğu sürece gerçekleştiremezler. Onlar da bunu bildiği için, ilkönce milli olan değerlere saldırıyorlar. "Dünya vatandaşlığı" ve "dinlerarası diyalog" gibi kavramlar, işte bu amaç için üretilen en önemli kavramlardır.
Nasıl bir dünya kurmak istiyorlar? Bunu, Wera Stanlay Alder, şöyle özetliyor: "Amacımız, bir dünya organizasyonu, bir dünya ekonomisi ve bir dünya dini kurmaktır". İşte görülmesi ve kabul edilmesi gereken gerçek budur. Bu gerçekleri görmezlikten gelmek, bugünkü dünyayı ve dünyadaki gelişmeleri anlamamıza en büyük engeldir. İstesek de, istemesek de, dünyaya bu pencereden bakmak zorunda kalacağız. Ne kadar erken, bunun idrakında olursak, o kadar kârlı çıkarız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018