İman ve Aşk Ocağı Ehlibeyt Gecesi konferansından hemen sonra yurt dışına İran’a, imam Rıza diyarına Irak’a Kerbela’ya, Necef-ül Eşref’e, Kazımeyn’e, Samerra’ya yaptığım ziyaret seferinden dolayı konferansta yaptığım konuşmayı sizlerle ancak bugün paylaşabilme fırsatını bulabildim. O gece yaptığım konuşmanın özeti kısaca şundan ibarettir:
Öncelikle böyle manevi bir ortamı sağladıkları ve bizlere bu imkanı sundukları için İcmal gençliğine ve bu gençliği yetiştiren Prof. Dr. Haydar Baş Hocaefendiye teşekkürlerimi borç bilirim.
İslam dininin en önemli beka rüknü ve Kuran-ı Kerim’in en sağlam ve en doğru anlaşılma yolu Ehlibeyt imamlarıdır. Kuran ve Ehlibeyt arasında sarsılmaz bir bağ vardır ve Kuran’ın sahih ve doğru hidayetinin insan toplumlarında gerçekleşmesi için bu ikili daima bir diğerinin yanında olmalıdır. Bu ikiliyi birbirinden ayırdıkları takdirde İslam dininin murat ettiği hidayet gerçekleşmiş olmaz.
İslam dininde tevhit ve risalet inançlarının en sağlam temeli Kuran’ı Kerim ve Ehlibeyt imamlarıdır. Hz. Peygamber (s.a.a) efendimizin sözleri, sahih sünneti ve Kuran’ı Kerim’in emirleri bütün Müslümanların kalplerine, benliklerine ve özellikle yaşamlarına yansımalıdır. Aksi takdirde sünnet adı altında sünnetsizlik, din adına dinsizlik yapılmış olur.
Hz. Peygamber (s.a.a) efendimizin, Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarının nakletmiş oldukları ve tevatür derecesinde olan hadisi şeriflerinden bir tanesi “sakaleyn” hadisidir. Hz. Peygamber (s.a.a) bu meşhur hadisi şerifte şöyle buyuruyor; “Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum, onlara sarıldığınız sürece benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz. Onlar Allah’ın kitabı ve benim itretim Ehlibeyt’imdir. Bu ikisi Kevser Havuzu üzerinde bana tekrar dönünceye kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar. Bakın görün benden sonra onlara nasıl davranacaksınız.”
Allah Resulü’nün mübarek ağzından çıkan bu söz açık ve net bir şekilde ümmetin hidayetinin Kuran ve Ehlibeyt’e bağlı olduğunu vurgulamaktadır.
Şöyle bir benzetme yapılabilir. Ancak unutmamak gerekir ki, teşbihte tartışma olmaz. Kuran ve Ehlibeyt doktor ve ilaç gibidir. Bunların her birisi tek başına hastanın tedavisi ve sağlığı için yeterli değildir. Hasta bir insanın yanında bir depo dolusu ilaç olsa, ancak hastanın yanında uzman bir doktor olmasa, onca ilacın hastaya hiçbir faydası olmaz. Yine hastanın yanında binlerce uzman doktor olup ilaç olmazsa, bunlarında hastaya bir faydası olmaz. Ümmetin hidayeti, dünya ve ahiret kurtuluşu ve saadeti için Kuran ve Ehlibeytin her ikisinin de yan yana, beraber kabul edilmesi gerekir. Kuran ilaç deposu konumunda, Ehlibeyt imamları ise uzman doktorlar konumundadır.
Şifa, Kuran’ın özellik ve vasıflarından bir tanesidir. Zira Kuran’ın kendisi kendisini şifa olarak tanımlamakta ve şöyle buyurmaktadır: “Ve biz, Kur’ân’dan, inananlara şifa ve rahmet olan ayetleri indirmedeyiz.” Kuran şifa sunmaktadır. Ancak Kuran’ın şifası genele değil özeledir. Kuran sadece iman sahipleri için şifadır. İmandan maksat zahiri İslam değildir, aksine Hz. Ali’nin (a.s) velayet ve imametine inanmak ve tutunmaktır. Bu sebepten dolayı, eğer Kuran’ı zalimler, Kuran’a namahrem olanlar tefsir etmeğe kalkışırlarsa, Kuran onların hüsran, ziyan ve hastalığını artırır. Zira şöyle buyuruyor: “Ve bunlar, zalimlerin ancak ziyanlarını arttırır.”
Zalimlerden maksat, zahirde İslam havarileri kesilip, İmam Ali’nin (a.s) imamet ve velayetine teslim olmayanlardır. Kuran’ın böylelerine bir faydası olmaz ve böyleleri için Kuran şifa olmaz, aksine böylelerinin hüsran ve ziyanını artırır. Zira Kuran’ın kendisi böyle bir beyanda bulunmuş ve bunu vurgulamıştır. Kuran açıkça kendisini müminler için doktor yanında bir ilaç ve şifa, zalimler için ise doktorsuz ilaç konumunda olduğunu belirtmektedir.
Kuran’ın beyan hakkını Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) den sonra Allah’u Teâlâ Ehlibeyt imamlarına bırakmış ve bu önemli görev için onları tayin etmiştir.
Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) den sonra Kuran’ın beyan hakkının Ehlibeyt imamlarında olduğunun kanıtı şudur. Allah’u Teâlâ Kuran’ı Kerim’de Hz. Peygamber (s.a.a) i “Ahmed, Muhammed” isimlerinin yanı sıra “zikir” kelimesi ile de isimlendirmiş ve şöyle buyurmuştur; “Allah sizlere zikri, Resul (elçi) olarak gönderdi, o size Allah’ın apaçık ayetlerini okumadadır.”(Talak-11) Bu ayet açık bir şekilde Hz. Peygamber (s.a.a) in Kuran’daki isimlerinden birisinin “Zikir” olduğunu vurgulamaktadır. Bazıları ayette geçen “Zikir” den maksadın Kuran olduğunu düşünebilirler. Ancak bu yanlış bir varsayımdır. Zira ayet, Allah tarafından gönderilenin “Zikir” olduğunu ve ardından Zikir”in resul olduğunu vurgulamış ve bunlardan sonra “O size Allah’ın ayetlerini tilavet eder” şeklinde nazil olmuştur. Zikirden maksat Kuran olmuş olursa, Kuran’ın kendisinin kendisini tilavet etme olgusu ortaya çıkar. Oysa Kuran hakkında böyle bir düşünce yanlıştır. Zira Kuran’ın kendisi kendisini tilavet edemez aksine Kuranı tilavet eden “Resul” unvanında tanımlanan “Zikir” yani Hz. Muhammed’dir (s.a.a). Kısacası Talak süresi on birinci ayette geçen “Zikir” den maksat Hz. Peygamber’dir (s.a.a). Bir diğer ayette Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.”(Nahl-43) Bu ayette zikirden maksat Hz. Peygamber, (s.a.a) zikir ehlinden maksat ise Hz. Peygamber (s.a.a) in Ehlibeytidir. Dolayısıyla Allah’u Teâlâ Hz. Peygamber (s.a.a) in ehline-Ehlibeytine sorulmasını beyan buyurmuştur.
Ehlibeyt muhabbeti hakkında Kuran’ı Kerim’de ve Hz. Peygamber (s.a.a) in buyruklarında birçok açıklama olduğundan dolayı Ehlisünnet mezhebine mensup olanlar, Ehlibeyt imamlarını sevdiklerini ve bu sevginin risaletin karşılığı olduğunu kabul etmektedirler. Ancak Ehlibeyt sevgisine dair Kuran ve hadislerde olan buyrukların amacı, halkın onları model edinmeleri ve din emirlerini onlardan öğrenmeleri içindir. Ancak Ehlisünnet Hz. Ali (a.s) ve evlatlarını sevdiklerini söyledikleri halde din emirlerini Ehlibeyt karşıtlarından almış ve ona göre yaşamlarını şekillendirmişlerdir. Oysa bu tutum Hz. Peygamber (s.a.a) in amacına aykırı ve o hazretin hedefi ile uyumlu değildir.
Aziz Müslümanlar Ehlibeyt zümresi çok farklı özelliklere sahiptirler. Hiç kimse onlara herhangi bir konuda üstat gösteremez. Zira onların üstatları Allah ve Resulüdür. Ama diğer mezhep imamlarının ve ilim adamlarının tamamı bir üstat yanında eğitim almışlardır. Hatta Ehlibeyt mezhep imamlarının üstatlığını bile yapmışlardır. Kısacası Ehlibeytsiz İslam kan dolaşımı olmayan kalbe, başsız bedene benzer. Allah bizleri kan dolaşımı durup, başsız olan bedenlerden etmesin inşaallah.
Sözlerimin sonunda Allah Resulünün defalarca kendisinden sonra ümmeti adına endişelendiği ve korktuğu dört zümreyi ve bu dört zümreye karşı çok dikkatli olunması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Ancak Allah Resulünün ümmet adına korkmuş olduğu bu dört zümrenin açılım ve şerhini vakit olmadığından Çarşamba akşamları Kanal 34’te ve Perşembe akşamları Kadırga TV’de yapmış olduğum programlarda açıklayacağım. Allah Resulü farklı hadislerinde şöyle buyurmuştur; Kendimden sonra ümmetim için en fazla şu zümrelerden korkuyorum: 1- Nifak ehli münafıklar. 2- Delalete düşen yöneticiler. 3- Kuranı yanlış tevil edenler 4- Âlimler.
Öncelikle böyle manevi bir ortamı sağladıkları ve bizlere bu imkanı sundukları için İcmal gençliğine ve bu gençliği yetiştiren Prof. Dr. Haydar Baş Hocaefendiye teşekkürlerimi borç bilirim.
İslam dininin en önemli beka rüknü ve Kuran-ı Kerim’in en sağlam ve en doğru anlaşılma yolu Ehlibeyt imamlarıdır. Kuran ve Ehlibeyt arasında sarsılmaz bir bağ vardır ve Kuran’ın sahih ve doğru hidayetinin insan toplumlarında gerçekleşmesi için bu ikili daima bir diğerinin yanında olmalıdır. Bu ikiliyi birbirinden ayırdıkları takdirde İslam dininin murat ettiği hidayet gerçekleşmiş olmaz.
İslam dininde tevhit ve risalet inançlarının en sağlam temeli Kuran’ı Kerim ve Ehlibeyt imamlarıdır. Hz. Peygamber (s.a.a) efendimizin sözleri, sahih sünneti ve Kuran’ı Kerim’in emirleri bütün Müslümanların kalplerine, benliklerine ve özellikle yaşamlarına yansımalıdır. Aksi takdirde sünnet adı altında sünnetsizlik, din adına dinsizlik yapılmış olur.
Hz. Peygamber (s.a.a) efendimizin, Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarının nakletmiş oldukları ve tevatür derecesinde olan hadisi şeriflerinden bir tanesi “sakaleyn” hadisidir. Hz. Peygamber (s.a.a) bu meşhur hadisi şerifte şöyle buyuruyor; “Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum, onlara sarıldığınız sürece benden sonra asla sapıklığa düşmezsiniz. Onlar Allah’ın kitabı ve benim itretim Ehlibeyt’imdir. Bu ikisi Kevser Havuzu üzerinde bana tekrar dönünceye kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar. Bakın görün benden sonra onlara nasıl davranacaksınız.”
Allah Resulü’nün mübarek ağzından çıkan bu söz açık ve net bir şekilde ümmetin hidayetinin Kuran ve Ehlibeyt’e bağlı olduğunu vurgulamaktadır.
Şöyle bir benzetme yapılabilir. Ancak unutmamak gerekir ki, teşbihte tartışma olmaz. Kuran ve Ehlibeyt doktor ve ilaç gibidir. Bunların her birisi tek başına hastanın tedavisi ve sağlığı için yeterli değildir. Hasta bir insanın yanında bir depo dolusu ilaç olsa, ancak hastanın yanında uzman bir doktor olmasa, onca ilacın hastaya hiçbir faydası olmaz. Yine hastanın yanında binlerce uzman doktor olup ilaç olmazsa, bunlarında hastaya bir faydası olmaz. Ümmetin hidayeti, dünya ve ahiret kurtuluşu ve saadeti için Kuran ve Ehlibeytin her ikisinin de yan yana, beraber kabul edilmesi gerekir. Kuran ilaç deposu konumunda, Ehlibeyt imamları ise uzman doktorlar konumundadır.
Şifa, Kuran’ın özellik ve vasıflarından bir tanesidir. Zira Kuran’ın kendisi kendisini şifa olarak tanımlamakta ve şöyle buyurmaktadır: “Ve biz, Kur’ân’dan, inananlara şifa ve rahmet olan ayetleri indirmedeyiz.” Kuran şifa sunmaktadır. Ancak Kuran’ın şifası genele değil özeledir. Kuran sadece iman sahipleri için şifadır. İmandan maksat zahiri İslam değildir, aksine Hz. Ali’nin (a.s) velayet ve imametine inanmak ve tutunmaktır. Bu sebepten dolayı, eğer Kuran’ı zalimler, Kuran’a namahrem olanlar tefsir etmeğe kalkışırlarsa, Kuran onların hüsran, ziyan ve hastalığını artırır. Zira şöyle buyuruyor: “Ve bunlar, zalimlerin ancak ziyanlarını arttırır.”
Zalimlerden maksat, zahirde İslam havarileri kesilip, İmam Ali’nin (a.s) imamet ve velayetine teslim olmayanlardır. Kuran’ın böylelerine bir faydası olmaz ve böyleleri için Kuran şifa olmaz, aksine böylelerinin hüsran ve ziyanını artırır. Zira Kuran’ın kendisi böyle bir beyanda bulunmuş ve bunu vurgulamıştır. Kuran açıkça kendisini müminler için doktor yanında bir ilaç ve şifa, zalimler için ise doktorsuz ilaç konumunda olduğunu belirtmektedir.
Kuran’ın beyan hakkını Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) den sonra Allah’u Teâlâ Ehlibeyt imamlarına bırakmış ve bu önemli görev için onları tayin etmiştir.
Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) den sonra Kuran’ın beyan hakkının Ehlibeyt imamlarında olduğunun kanıtı şudur. Allah’u Teâlâ Kuran’ı Kerim’de Hz. Peygamber (s.a.a) i “Ahmed, Muhammed” isimlerinin yanı sıra “zikir” kelimesi ile de isimlendirmiş ve şöyle buyurmuştur; “Allah sizlere zikri, Resul (elçi) olarak gönderdi, o size Allah’ın apaçık ayetlerini okumadadır.”(Talak-11) Bu ayet açık bir şekilde Hz. Peygamber (s.a.a) in Kuran’daki isimlerinden birisinin “Zikir” olduğunu vurgulamaktadır. Bazıları ayette geçen “Zikir” den maksadın Kuran olduğunu düşünebilirler. Ancak bu yanlış bir varsayımdır. Zira ayet, Allah tarafından gönderilenin “Zikir” olduğunu ve ardından Zikir”in resul olduğunu vurgulamış ve bunlardan sonra “O size Allah’ın ayetlerini tilavet eder” şeklinde nazil olmuştur. Zikirden maksat Kuran olmuş olursa, Kuran’ın kendisinin kendisini tilavet etme olgusu ortaya çıkar. Oysa Kuran hakkında böyle bir düşünce yanlıştır. Zira Kuran’ın kendisi kendisini tilavet edemez aksine Kuranı tilavet eden “Resul” unvanında tanımlanan “Zikir” yani Hz. Muhammed’dir (s.a.a). Kısacası Talak süresi on birinci ayette geçen “Zikir” den maksat Hz. Peygamber’dir (s.a.a). Bir diğer ayette Allah’u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.”(Nahl-43) Bu ayette zikirden maksat Hz. Peygamber, (s.a.a) zikir ehlinden maksat ise Hz. Peygamber (s.a.a) in Ehlibeytidir. Dolayısıyla Allah’u Teâlâ Hz. Peygamber (s.a.a) in ehline-Ehlibeytine sorulmasını beyan buyurmuştur.
Ehlibeyt muhabbeti hakkında Kuran’ı Kerim’de ve Hz. Peygamber (s.a.a) in buyruklarında birçok açıklama olduğundan dolayı Ehlisünnet mezhebine mensup olanlar, Ehlibeyt imamlarını sevdiklerini ve bu sevginin risaletin karşılığı olduğunu kabul etmektedirler. Ancak Ehlibeyt sevgisine dair Kuran ve hadislerde olan buyrukların amacı, halkın onları model edinmeleri ve din emirlerini onlardan öğrenmeleri içindir. Ancak Ehlisünnet Hz. Ali (a.s) ve evlatlarını sevdiklerini söyledikleri halde din emirlerini Ehlibeyt karşıtlarından almış ve ona göre yaşamlarını şekillendirmişlerdir. Oysa bu tutum Hz. Peygamber (s.a.a) in amacına aykırı ve o hazretin hedefi ile uyumlu değildir.
Aziz Müslümanlar Ehlibeyt zümresi çok farklı özelliklere sahiptirler. Hiç kimse onlara herhangi bir konuda üstat gösteremez. Zira onların üstatları Allah ve Resulüdür. Ama diğer mezhep imamlarının ve ilim adamlarının tamamı bir üstat yanında eğitim almışlardır. Hatta Ehlibeyt mezhep imamlarının üstatlığını bile yapmışlardır. Kısacası Ehlibeytsiz İslam kan dolaşımı olmayan kalbe, başsız bedene benzer. Allah bizleri kan dolaşımı durup, başsız olan bedenlerden etmesin inşaallah.
Sözlerimin sonunda Allah Resulünün defalarca kendisinden sonra ümmeti adına endişelendiği ve korktuğu dört zümreyi ve bu dört zümreye karşı çok dikkatli olunması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Ancak Allah Resulünün ümmet adına korkmuş olduğu bu dört zümrenin açılım ve şerhini vakit olmadığından Çarşamba akşamları Kanal 34’te ve Perşembe akşamları Kadırga TV’de yapmış olduğum programlarda açıklayacağım. Allah Resulü farklı hadislerinde şöyle buyurmuştur; Kendimden sonra ümmetim için en fazla şu zümrelerden korkuyorum: 1- Nifak ehli münafıklar. 2- Delalete düşen yöneticiler. 3- Kuranı yanlış tevil edenler 4- Âlimler.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mehdi Aksu / diğer yazıları
- Eleştiri nedir ve nasıl olmalıdır? / 03.12.2012
- Maruf’a davet terk edilince değerler yozlaşır / 02.12.2012
- Hayırlı ümmetin önemli özelliği / 28.11.2012
- Marufa davet etmenin yöntemleri / 27.11.2012
- Marufa emretme ve münkerden nehyetme / 25.11.2012
- Bu mudur Ehl-i Beyt sevgisi / 22.11.2012
- İmam Hüseyin ve sünnet kavramı / 21.11.2012
- Muharrem aylarında genelde konuşulmayanlar / 20.11.2012
- İmam Hüseyin’i anlayabildik mi? / 19.11.2012
- Sönmeyen ebedi aşkın Hüseyin / 17.11.2012
- Maruf’a davet terk edilince değerler yozlaşır / 02.12.2012
- Hayırlı ümmetin önemli özelliği / 28.11.2012
- Marufa davet etmenin yöntemleri / 27.11.2012
- Marufa emretme ve münkerden nehyetme / 25.11.2012
- Bu mudur Ehl-i Beyt sevgisi / 22.11.2012
- İmam Hüseyin ve sünnet kavramı / 21.11.2012
- Muharrem aylarında genelde konuşulmayanlar / 20.11.2012
- İmam Hüseyin’i anlayabildik mi? / 19.11.2012
- Sönmeyen ebedi aşkın Hüseyin / 17.11.2012