İlköğretim okulllarının tatile girdiği şu günlerde, özellikle bu okulların beşinci sınıfını tamamlamış bulunan çocuklarımızdan bir kısmının oyun ve tatil yapmaktan feragat edebileceklerini düşünüyoruz. Camilerimizde görevli imamlar, 2 Temmuz'dan itibaren, az sayıda da olsalar bu çocuklarımıza haftanın belli gün ve saatlerinde Kur'an öğretmekle görevlendirilmişlerdir. Böyle bir uygulama sayesinde imamlarımız eğitim ve öğretim hizmetini yerine getirmiş oluyorlar.
İçinde bulunduğumuz haftanın başındaki bu uygulama, bizi tarihte ve özellikle Osmanlı dönemi imamlarının görev ve faaliyetleri hakkında biraz bilgi verme mecburiyetinde bıraktı dersek yanlış olmaz.
Kanaatimizce, günümüz vazifelileri ile karşılaştırıldığı zaman, tarihe mal olmuş gözü ile bakacağımız Osmanlı dönemi imamlığı hakkında gerek arşivlerimizdeki belgelerde, gerekse diğer kaynaklarda bize enteresan gelecek pek çok bilgi bulunmaktadır. Gerçekten Osmanlı Devleti döneminde imamlık, sorumluluğu çok geniş olan önemli bir vazife idi. Bu sebeple bu göreve getirilecek olanların belli bir bilgi birikimine sahip olmaları gerekiyordu. Belli bilgi birikimi diyoruz, çünkü imamlar, sadece dinî görevi ifa eden kimseler değillerdi. Onlar, mahalledeki sosyal faaliyetlerin odak noktasını teşkil ediyorlardı. Bu dönemde mahalle imamı, kendi mahallesinde Kadı (hakim, yargıç)'nın temsilciliğini yapıyordu. Mekana göre bir görev taksimi yapıldığında kadı-naib-imam hiyerarşisi görülmektedir. Kaynaklar, ülkemizde 1245 (1829) senesinde muhtarlık teşkilatı kurulana kadar mahallelerin mülkî ve beledî amiri yani yöneticisi olan imamların aynı zamanda kadı'nın bir nevi temsilciliğini yaptıklarını kaydetmektedirler.
İmamların bu durumu, yabancıların da gözünden kaçmamış olacak ki, XVII. asrın ortalarında Osmanlı ülkesinde bulunan Jean Thevenot da imamların toplum nezdinde sahip oldukları itibar ve değeri anlattıktan sonra şöyle der: "Ayrıca yaşlı, dürüst, Kur'an'ı iyi bilen dünya işlerinin bilirkişisi hocalar vardır. Bizim hukukçular gibidirler. Önemli işler için çoğu zaman bu hocalara başvurulurdu. Onlar, kendilerine saygı gösteren halk arasında büyük nüfuza sahiptirler."
Osmanlılarda mahalle yöneticisi olan imamlar, günümüzde olduğu gibi namaz kıldırıp köşelerine çekilmiyorlardı. Tabir caizse onlar, kahvede vaaz eder, çocuklara ders verir, cemaata yol gösterir, hasta ve fakirlerle ilgilenirlerdi. Bununla beraber onlar, yalnız dinî bir kılavuz, öğrencilere ders okutan birer öğretmen, kahve ve minberlerde cemaata yol gösteren birer akıl hocaları değillerdi. Onlar, mahallelerinin düzeninden, halk arasındaki ahenk ve barıştan sorumlu birer yöneticiydiler.
Osmanlı döneminde, mahalle halkı tarafından biriktirilip imama teslim edilen ve "avârız akçası" denilen bir nevi yardımlaşma sandığı vardı ki, burada biriktirilen para ile mahalledeki hasta ve fakirlere yardım edilirdi. İmamlar, bu parayı çalıştırmak suretiyle fakirlere yardım ettikleri gibi, cami veya mescidin ufak tefek ihtiyaçlarını da giderirlerdi. Son senelere kadar bu faaliyet sayesinde memleket fukarasına önemli derecede yardım yapılıyor, az da olsa sıkıntıları giderilmeye çalışılıyordu. Ancak Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile çıkan harpte bu para, devlet tarafından alınarak askerin masraflarına harcandı.
Gazete, radyo, televizyon vs. gibi yayın organlarının bulunmadığı bir dönemde devlet, her türlü emir ve yasaklarını imam ile, cami vasıtasıyla halka bildiriyordu. Bu sayede devlet, memleketin her yerine aynı anda (yatsı namazı vakti) istediği emir veya yasağı ulaştırabiliyordu.
İçinde bulunduğumuz haftanın başındaki bu uygulama, bizi tarihte ve özellikle Osmanlı dönemi imamlarının görev ve faaliyetleri hakkında biraz bilgi verme mecburiyetinde bıraktı dersek yanlış olmaz.
Kanaatimizce, günümüz vazifelileri ile karşılaştırıldığı zaman, tarihe mal olmuş gözü ile bakacağımız Osmanlı dönemi imamlığı hakkında gerek arşivlerimizdeki belgelerde, gerekse diğer kaynaklarda bize enteresan gelecek pek çok bilgi bulunmaktadır. Gerçekten Osmanlı Devleti döneminde imamlık, sorumluluğu çok geniş olan önemli bir vazife idi. Bu sebeple bu göreve getirilecek olanların belli bir bilgi birikimine sahip olmaları gerekiyordu. Belli bilgi birikimi diyoruz, çünkü imamlar, sadece dinî görevi ifa eden kimseler değillerdi. Onlar, mahalledeki sosyal faaliyetlerin odak noktasını teşkil ediyorlardı. Bu dönemde mahalle imamı, kendi mahallesinde Kadı (hakim, yargıç)'nın temsilciliğini yapıyordu. Mekana göre bir görev taksimi yapıldığında kadı-naib-imam hiyerarşisi görülmektedir. Kaynaklar, ülkemizde 1245 (1829) senesinde muhtarlık teşkilatı kurulana kadar mahallelerin mülkî ve beledî amiri yani yöneticisi olan imamların aynı zamanda kadı'nın bir nevi temsilciliğini yaptıklarını kaydetmektedirler.
İmamların bu durumu, yabancıların da gözünden kaçmamış olacak ki, XVII. asrın ortalarında Osmanlı ülkesinde bulunan Jean Thevenot da imamların toplum nezdinde sahip oldukları itibar ve değeri anlattıktan sonra şöyle der: "Ayrıca yaşlı, dürüst, Kur'an'ı iyi bilen dünya işlerinin bilirkişisi hocalar vardır. Bizim hukukçular gibidirler. Önemli işler için çoğu zaman bu hocalara başvurulurdu. Onlar, kendilerine saygı gösteren halk arasında büyük nüfuza sahiptirler."
Osmanlılarda mahalle yöneticisi olan imamlar, günümüzde olduğu gibi namaz kıldırıp köşelerine çekilmiyorlardı. Tabir caizse onlar, kahvede vaaz eder, çocuklara ders verir, cemaata yol gösterir, hasta ve fakirlerle ilgilenirlerdi. Bununla beraber onlar, yalnız dinî bir kılavuz, öğrencilere ders okutan birer öğretmen, kahve ve minberlerde cemaata yol gösteren birer akıl hocaları değillerdi. Onlar, mahallelerinin düzeninden, halk arasındaki ahenk ve barıştan sorumlu birer yöneticiydiler.
Osmanlı döneminde, mahalle halkı tarafından biriktirilip imama teslim edilen ve "avârız akçası" denilen bir nevi yardımlaşma sandığı vardı ki, burada biriktirilen para ile mahalledeki hasta ve fakirlere yardım edilirdi. İmamlar, bu parayı çalıştırmak suretiyle fakirlere yardım ettikleri gibi, cami veya mescidin ufak tefek ihtiyaçlarını da giderirlerdi. Son senelere kadar bu faaliyet sayesinde memleket fukarasına önemli derecede yardım yapılıyor, az da olsa sıkıntıları giderilmeye çalışılıyordu. Ancak Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile çıkan harpte bu para, devlet tarafından alınarak askerin masraflarına harcandı.
Gazete, radyo, televizyon vs. gibi yayın organlarının bulunmadığı bir dönemde devlet, her türlü emir ve yasaklarını imam ile, cami vasıtasıyla halka bildiriyordu. Bu sayede devlet, memleketin her yerine aynı anda (yatsı namazı vakti) istediği emir veya yasağı ulaştırabiliyordu.
Ziya Kazıcı / diğer yazıları
- Beyin göçü-I / 15.07.2001
- Kanun ve ahlak / 12.07.2001
- "Yine gam yükünün kervanı geldi" / 08.07.2001
- İmamların bazı görevleri / 05.07.2001
- Vergi / 01.07.2001
- Tarih, ilim ve kıyafet / 28.06.2001
- Savurganlık / 24.06.2001
- Diyalog / 17.06.2001
- Ülke dışındaki eserlerimiz / 14.06.2001
- Mide bulandıran programlar / 10.06.2001
- Kanun ve ahlak / 12.07.2001
- "Yine gam yükünün kervanı geldi" / 08.07.2001
- İmamların bazı görevleri / 05.07.2001
- Vergi / 01.07.2001
- Tarih, ilim ve kıyafet / 28.06.2001
- Savurganlık / 24.06.2001
- Diyalog / 17.06.2001
- Ülke dışındaki eserlerimiz / 14.06.2001
- Mide bulandıran programlar / 10.06.2001