Dünkü yazımızda, Avrupa Birliği'nin kendi içinde gelişmesi ile ilgili olarak son yaşanılan olaylardan sonra katedilecek daha çok mesafe olduğunu kaydetmiş ve şöyle bir hükme varmıştık:
"Almanya bir başkan, bir hükümet ve iki kanatlı bir parlâmentodan oluşan ve 'ulus devletleri aşan federatif bir yapı' dan söz ediyor.
Fransa ise Federal Avrupa'ya karşı çıkıyor. O; demokrasi ve insan haklarının anahtar rol oynayacağı, kültürel çeşitlilikten toplumsal projelendirmeye ve yargı sisteminin yeniden yapılanmasına giden bir 'Ulusal Devletler Federasyonu' istiyor.
Yâni ya Almanya'nın dediği gibi egemenlikten vaz geçip federasyona katılacaksınız yahut Fransa'nın önerdiği değişiklikleri yaparak ulus devlet olup federasyona katılacaksınız.
Her iki halde de Türkiye'nin hâli duman... Hangisinin dediğini yaparsak yapalım ortada Türkiye filân kalmayacak...
Olsa olsa "Anadolu ve Trakya Mozaik Cumhuriyetleri Birliği"nin AB'ye katılmasıdır söz konusu ettikleri. Amblem olarak meselâ Ararat Dağı, Ayasofya Müzesi ve Sümelâ Manastırı'nı ihtiva eden bayrağı ile."
Evet AB bile daha ne olacağına tam olarak karar vermemiş. Biz hangisini tercih ettiğimizi biliyor muyuz?
Adaylığımızın tekrar görüşülmesi için biçtikleri vâde 2010 yılında doluyor. Peki 2010 yılında AB nasıl bir hâl alacak? Bizi almamak için ağızlarında geveledikleri yüksek nüfus artış hızımız ve perişan ekonomik durumumuz onların istediği seviyeye gelecek mi? Yoksa makas daha da mı açılacak?
Bu arada bu on yılda biz neleri kaybetmiş olacağız?
Kalan parçamızı almaya istekli olacak mı AB?
Genel hatlarıyla biliyorsunuz AB, eski Batı Almanya'nın stratejik hedefi idi. Hem Avrupa'da söz sahibi olmak, hem Varşova Paktı'nı ekonomik olarak dengelemek istiyordu.
Amerika bu oluşuma, (kendi kontrolunda olduğu sürece) hep yeşil ışık yakmıştır. Çünkü Avrupa'da doğacak kontrollu bir güç Amerika'nın bölgedeki yükünü de hafifletecekti.
Fransa ise "ezelî rakibi" Almanya'yı başıboş bırakmamak için ve gönülsüz olarak girmiştir AB'ye. Dışarıda tutulacağı bir Avrupa kuruluşunda Almanya'nın iyice dizginlenemez bir hâle geleceğini düşünüyordu.
İngiltere de yine gönülsüz olarak adasını, her ikisini de gözetim altında tutabilmek için AB'ye dahil etmiştir.
AB'nin her organında bu üç ülkenin güç yarışı, bilek güreşi sezilmektedir. Hem kendileri patron olmak, hem rakiplerini sınırlamak amacındadırlar.
İki Almanya'nın birleşmesinden sonra bu ülke, Fransa ve İngiltere'ye karşı büyük ölçüde ön almıştır. Ağırlığını hissettirmektedir. Perde arkasındaki asıl patron şimdilerde Almanya'dır.
Kurulması düşünülen Avrupa Kolordusu'na marş olarak Alman motifleri taşıyan bir beste hazırlanmış fakat Fransız ve İngiliz kamuoyu "Askerlerimizin Alman marşı ile yürümesi imkânsız" diye ayağa kalkmıştır.
Öyleyse Almanya ve Fransa'nın düşündüklerini iyi öğrenmekte fayda vardır.
"AB'nin örgütlenmesinin gelecekte ulus devletleri aşan federatif bir yapıya kavuşturulmasını" isteyen Alman Başbakanı Schröder'in kafasındaki AB şöyledir:
1. Yetkiler üye devletler ve topluluk arasında yeni baştan tanımlanmalıdır. 2. Uluslar arası ilişkiler, özellikle de savunma politikalarında üye ülkeler adına kararları AB almalıdır. 3. Avrupa Anayasası oluşturulmalı, Temel Haklar Yasası bu anayasanın başında yer almalıdır. 4. Tarımda yapısal değişikliğe gidilmeli, üye ülkeler özerk bölgesel stratejiler izlemeli, tarım politikasının temel ilkesi ortak finansman olmalı. 5. AB Komisyonu giderek Avrupa Hükümeti haline dönüşmeli.
Diğer maddeler malûm da, tarıma neden bu kadar geniş yer verildiğinin farkında mısınız?
Ve neden pancar, tütün yasalarının bizde gürültü kopardığını şimdi anladınız mı? AB üyesi bir Türkiye kendi istediği, kendi ihtiyacı olan ürünü ekemeyecek. AB'nin istediğini, onun istediği kadar ekecek. Yetmezse dışarıdan döviz ödeyerek AB'li çiftçinin malını alacak. Bu kadar basit.
Fransa Almanya'nın bu projesine şiddetle karşı çıktı.
Fransız Başbakanı Jospin "Ben bir Fransızım ve kendimi Avrupalı sayıyorum "diyerek görüşlerini şöyle açıkladı:
Fransız ve diğer Avrupa halklarını yok saymayacak bir AB'den yanayız. Bu da ulus devletleri aşan bir federasyon değil, ulus devletlerin oluşturduğu bir ekonomik, toplumsal ve politik birlik modelidir. Demokrasi ve insan haklarını temel alan sosyal değerler sistemidir. AB her şeyden önce ekonomik bir birliktir. Devletlerin ulusal kimliklerine son derece güçlü bir şekilde bağlı olması kıtanın zenginliğini arttırır. Bunun yanısıra her biri kendilerini çok daha güçlü yapacak olduklarına inandıkları bir birlik ruhu içindedirler. Bir yandan ulusal egozimlerin, rekabetin var olduğu bir tarih, öte yandan uyuma ve birliğe dayalı bir proje..."
Evet, hangi Avrupa? Bu ikisinden biri mi öneriliyor bize, bu ikisinden birisini mi kabul edeceğiz, yoksa kendimize has projemizi mi yaratıp dikte edeceğiz?
AB ile ilişkilerden görevli Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz ve onun Sekreteri Volkan Vural, konu ile yakından ilgili İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu başkanı Bakan R.Kâzım Yücelen'in bu konuda fikirleri var mı?
"Almanya bir başkan, bir hükümet ve iki kanatlı bir parlâmentodan oluşan ve 'ulus devletleri aşan federatif bir yapı' dan söz ediyor.
Fransa ise Federal Avrupa'ya karşı çıkıyor. O; demokrasi ve insan haklarının anahtar rol oynayacağı, kültürel çeşitlilikten toplumsal projelendirmeye ve yargı sisteminin yeniden yapılanmasına giden bir 'Ulusal Devletler Federasyonu' istiyor.
Yâni ya Almanya'nın dediği gibi egemenlikten vaz geçip federasyona katılacaksınız yahut Fransa'nın önerdiği değişiklikleri yaparak ulus devlet olup federasyona katılacaksınız.
Her iki halde de Türkiye'nin hâli duman... Hangisinin dediğini yaparsak yapalım ortada Türkiye filân kalmayacak...
Olsa olsa "Anadolu ve Trakya Mozaik Cumhuriyetleri Birliği"nin AB'ye katılmasıdır söz konusu ettikleri. Amblem olarak meselâ Ararat Dağı, Ayasofya Müzesi ve Sümelâ Manastırı'nı ihtiva eden bayrağı ile."
Evet AB bile daha ne olacağına tam olarak karar vermemiş. Biz hangisini tercih ettiğimizi biliyor muyuz?
Adaylığımızın tekrar görüşülmesi için biçtikleri vâde 2010 yılında doluyor. Peki 2010 yılında AB nasıl bir hâl alacak? Bizi almamak için ağızlarında geveledikleri yüksek nüfus artış hızımız ve perişan ekonomik durumumuz onların istediği seviyeye gelecek mi? Yoksa makas daha da mı açılacak?
Bu arada bu on yılda biz neleri kaybetmiş olacağız?
Kalan parçamızı almaya istekli olacak mı AB?
Genel hatlarıyla biliyorsunuz AB, eski Batı Almanya'nın stratejik hedefi idi. Hem Avrupa'da söz sahibi olmak, hem Varşova Paktı'nı ekonomik olarak dengelemek istiyordu.
Amerika bu oluşuma, (kendi kontrolunda olduğu sürece) hep yeşil ışık yakmıştır. Çünkü Avrupa'da doğacak kontrollu bir güç Amerika'nın bölgedeki yükünü de hafifletecekti.
Fransa ise "ezelî rakibi" Almanya'yı başıboş bırakmamak için ve gönülsüz olarak girmiştir AB'ye. Dışarıda tutulacağı bir Avrupa kuruluşunda Almanya'nın iyice dizginlenemez bir hâle geleceğini düşünüyordu.
İngiltere de yine gönülsüz olarak adasını, her ikisini de gözetim altında tutabilmek için AB'ye dahil etmiştir.
AB'nin her organında bu üç ülkenin güç yarışı, bilek güreşi sezilmektedir. Hem kendileri patron olmak, hem rakiplerini sınırlamak amacındadırlar.
İki Almanya'nın birleşmesinden sonra bu ülke, Fransa ve İngiltere'ye karşı büyük ölçüde ön almıştır. Ağırlığını hissettirmektedir. Perde arkasındaki asıl patron şimdilerde Almanya'dır.
Kurulması düşünülen Avrupa Kolordusu'na marş olarak Alman motifleri taşıyan bir beste hazırlanmış fakat Fransız ve İngiliz kamuoyu "Askerlerimizin Alman marşı ile yürümesi imkânsız" diye ayağa kalkmıştır.
Öyleyse Almanya ve Fransa'nın düşündüklerini iyi öğrenmekte fayda vardır.
"AB'nin örgütlenmesinin gelecekte ulus devletleri aşan federatif bir yapıya kavuşturulmasını" isteyen Alman Başbakanı Schröder'in kafasındaki AB şöyledir:
1. Yetkiler üye devletler ve topluluk arasında yeni baştan tanımlanmalıdır. 2. Uluslar arası ilişkiler, özellikle de savunma politikalarında üye ülkeler adına kararları AB almalıdır. 3. Avrupa Anayasası oluşturulmalı, Temel Haklar Yasası bu anayasanın başında yer almalıdır. 4. Tarımda yapısal değişikliğe gidilmeli, üye ülkeler özerk bölgesel stratejiler izlemeli, tarım politikasının temel ilkesi ortak finansman olmalı. 5. AB Komisyonu giderek Avrupa Hükümeti haline dönüşmeli.
Diğer maddeler malûm da, tarıma neden bu kadar geniş yer verildiğinin farkında mısınız?
Ve neden pancar, tütün yasalarının bizde gürültü kopardığını şimdi anladınız mı? AB üyesi bir Türkiye kendi istediği, kendi ihtiyacı olan ürünü ekemeyecek. AB'nin istediğini, onun istediği kadar ekecek. Yetmezse dışarıdan döviz ödeyerek AB'li çiftçinin malını alacak. Bu kadar basit.
Fransa Almanya'nın bu projesine şiddetle karşı çıktı.
Fransız Başbakanı Jospin "Ben bir Fransızım ve kendimi Avrupalı sayıyorum "diyerek görüşlerini şöyle açıkladı:
Fransız ve diğer Avrupa halklarını yok saymayacak bir AB'den yanayız. Bu da ulus devletleri aşan bir federasyon değil, ulus devletlerin oluşturduğu bir ekonomik, toplumsal ve politik birlik modelidir. Demokrasi ve insan haklarını temel alan sosyal değerler sistemidir. AB her şeyden önce ekonomik bir birliktir. Devletlerin ulusal kimliklerine son derece güçlü bir şekilde bağlı olması kıtanın zenginliğini arttırır. Bunun yanısıra her biri kendilerini çok daha güçlü yapacak olduklarına inandıkları bir birlik ruhu içindedirler. Bir yandan ulusal egozimlerin, rekabetin var olduğu bir tarih, öte yandan uyuma ve birliğe dayalı bir proje..."
Evet, hangi Avrupa? Bu ikisinden biri mi öneriliyor bize, bu ikisinden birisini mi kabul edeceğiz, yoksa kendimize has projemizi mi yaratıp dikte edeceğiz?
AB ile ilişkilerden görevli Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz ve onun Sekreteri Volkan Vural, konu ile yakından ilgili İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu başkanı Bakan R.Kâzım Yücelen'in bu konuda fikirleri var mı?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002