Bir ülke düşünün, hedef alınan gruplara "Toplumda size yer yok" mesajı tekrar tekrar veriliyorsa, tahammülsüzlük ve hoşgörüsüzlük, nefret suçunun yolunu açıyorsa, çatışma ve kargaşa kaçınılmazdır.
Küfür, hakaret, aşağılama ifadeleriyle ötekileştirdiği grupları, kamu güvenliğini tehdit edici potansiyel risk gibi sunarak, toplumdaki "öteki"ne karşı önyargıları ve nefret suçlarını kışkırtanların, barış hakkı yükümlülüğünden haberleri olmadığını ortaya koymaktadır. Demokrasi kültüründen nasiplenmeyenlerin beceriksizlikleri ve hırsları ülkeyi kaosa sürüklemektedir.
İster bireysel, ister kolektif olarak düşünülsün, barış hakkının korunması ve yaşanılabilir kılınmasında devlet yükümlüdür.
Sadece devlet mi? Hayır, barış hakkı gibi mutlak olan bir hak devletin ya da bireylerin yükümlülüğünün yanında, barış kültürünün oluşması için her türlü ortamı hazırlamak, tüm kurum ve kuruluşların da derdi olmalıdır.
Üstelik yeni anayasa gündemde ise, barış hakkının tüm hakların vazgeçilmez unsuru olduğu bilinciyle Anayasa'da düzenlenmesi gerekmektedir. Toplum sözleşmesi olan anayasa, TBMM ile sınırlı olmayarak geniş bir mutabakatı sağlayacak Kurucu bir anayasa koyucu tarafından hazırlanmalıdır.
Toplumun her kesiminin temsil edildiği, baraj engeli olmaksızın oluşturulacak bir "Kurucu Meclis", anayasa yapıcı olacaktır.
Ama her şeyden önce siyasiler nefret söylemini bırakmalıdırlar. Nefreti sürdürürlerse, bölük pörçük olmuş bir toplumdur bizleri bekleyen.
Nefret söyleminden en çok mağdur olanlar: Aleviler, kadınlar, çocuklar, Kürtler, muhalifler, akademisyenler?
Nefret söyleminin bir önemli gerekçesi de cehalettir. Bilmediğin tanımadığın bir kişi, kurum ya da fikre karşı gelişiyor nefret söylemi. Oysa onu tanısan, bilsen başka türlü davranacaksın. Dolayısıyla bir panzehir olacaktır bilgi, anlayış, diyalog.
Bunun kurucu unsuru da sevgidir; kişisel ve toplumsal karakterin oluşmasında aileden başlayarak, ilköğretimden itibaren sevgiyi yaygınlaştırmaya ihtiyaç var.
Memleketin haline bakalım, her yerde karşıtlıklar? Türk/Kürt, dindar/laik, Sünni/Alevi, İktidar/Muhalefet, Batı/Doğu, Fenerbahçe/Galatasaray.
Bu kadar kutuplaşmış bir toplumda üstelik kutup uçlarının sürekli bilendiği bir zaman ve mekânda nefret söylemi, toplumsal cinnete dönüşmüş bir tutku olmuştur adeta.
İşin ilginç yanı, savaşa karşı çıkanlara barış çığırtkanı denmesi, kimseyi rahatsız etmiyor mu?
Nefret söylemi neredeyse standart söylem haline gelmiş!
Küfür, hakaret, aşağılama ifadeleriyle ötekileştirdiği grupları, kamu güvenliğini tehdit edici potansiyel risk gibi sunarak, toplumdaki "öteki"ne karşı önyargıları ve nefret suçlarını kışkırtanların, barış hakkı yükümlülüğünden haberleri olmadığını ortaya koymaktadır. Demokrasi kültüründen nasiplenmeyenlerin beceriksizlikleri ve hırsları ülkeyi kaosa sürüklemektedir.
İster bireysel, ister kolektif olarak düşünülsün, barış hakkının korunması ve yaşanılabilir kılınmasında devlet yükümlüdür.
Sadece devlet mi? Hayır, barış hakkı gibi mutlak olan bir hak devletin ya da bireylerin yükümlülüğünün yanında, barış kültürünün oluşması için her türlü ortamı hazırlamak, tüm kurum ve kuruluşların da derdi olmalıdır.
Üstelik yeni anayasa gündemde ise, barış hakkının tüm hakların vazgeçilmez unsuru olduğu bilinciyle Anayasa'da düzenlenmesi gerekmektedir. Toplum sözleşmesi olan anayasa, TBMM ile sınırlı olmayarak geniş bir mutabakatı sağlayacak Kurucu bir anayasa koyucu tarafından hazırlanmalıdır.
Toplumun her kesiminin temsil edildiği, baraj engeli olmaksızın oluşturulacak bir "Kurucu Meclis", anayasa yapıcı olacaktır.
Ama her şeyden önce siyasiler nefret söylemini bırakmalıdırlar. Nefreti sürdürürlerse, bölük pörçük olmuş bir toplumdur bizleri bekleyen.
Nefret söyleminden en çok mağdur olanlar: Aleviler, kadınlar, çocuklar, Kürtler, muhalifler, akademisyenler?
Nefret söyleminin bir önemli gerekçesi de cehalettir. Bilmediğin tanımadığın bir kişi, kurum ya da fikre karşı gelişiyor nefret söylemi. Oysa onu tanısan, bilsen başka türlü davranacaksın. Dolayısıyla bir panzehir olacaktır bilgi, anlayış, diyalog.
Bunun kurucu unsuru da sevgidir; kişisel ve toplumsal karakterin oluşmasında aileden başlayarak, ilköğretimden itibaren sevgiyi yaygınlaştırmaya ihtiyaç var.
Memleketin haline bakalım, her yerde karşıtlıklar? Türk/Kürt, dindar/laik, Sünni/Alevi, İktidar/Muhalefet, Batı/Doğu, Fenerbahçe/Galatasaray.
Bu kadar kutuplaşmış bir toplumda üstelik kutup uçlarının sürekli bilendiği bir zaman ve mekânda nefret söylemi, toplumsal cinnete dönüşmüş bir tutku olmuştur adeta.
İşin ilginç yanı, savaşa karşı çıkanlara barış çığırtkanı denmesi, kimseyi rahatsız etmiyor mu?
Nefret söylemi neredeyse standart söylem haline gelmiş!
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023