Erdoğan ve Bahçeli, Türk Milletinin sorunlarını unuttu. Milletimizi ısrar ve inat ile 'Suriye'de zafer kazandık' sözlerine inandırmaya çalışıyorlar.
BTP lideri Hüseyin Baş'ta ısrar ve inat ile Suriye'de yaşanan olayları; "Bugün Türkiye'de bu harekâtı savunan kardeşlerimize söylüyorum; Siz, ABD'nin istediğini yapıyorsunuz, siz İsrail'in istediğini yapıyorsunuz. Sizin yaptığınız sözcülük Amerikan sözcülüğü... Bunu bilmiyor da yapıyorsanız sözüm yok ama bunu hainlik olsun diye yapıyorsanız bu millet size gün gelir hesabını sorar' diyerek şu soruyu sordu: Türkiye Suriye'de ne kazandı?
Türkiye, Suriye'de ne kazandı?
"Emeklinin maaşı mı artıyor, asgari ücretlinin alım gücü yeterli bir seviyeye mi getirilecek, işsizlik mi azalacak, enflasyon mu düştü? Suriye'yi kazanmışsın, ne kazandın?
Türkiye ne kazandı? 13 yıldan beri askerimizi orada tutuyoruz terör tehdidi var diye. Esad varken böyle bir tehdit yoktu. Sen çıkardın bu tehdidi, sen çıkardığın tehdide önlem aldın. Bizim paramızı oraya harcadın. Milyonlarca Suriyeliyi buraya getirdin, bizim paramızı ona harcadın… Bırak Suriyelilerin gitmesini sen yenilerini getirme…"
Bu satırları yazdığım sırada Maliye Bakanı, 'Türkiye'de yüksek enflasyon olduğu gerçeğini kabul etmemiz lazım' derken Çalışma Bakanı talimatla toplantı yapıp asgari ücreti 22 bin lira olarak belirlediklerini açıklıyordu. Yani Suriye zaferinden (!) milletin payına düşen açlığa devam oldu.
Sayın Baş'ın bu çıkışı aklıma Mustafa Kemal Atatürk'ün İzmir İktisat kongresinde yaptığı konuşmayı getirdi.
Büyük insan Atatürk o kongrede hem geçmişi tahlil ediyor, hem günün önemini vurguluyor hem de yarınlar için neler yapılması gerektiğini açıklıyordu.
Ne diyordu Atatürk?
"Osmanlı tarihinde bütün gayretler, bütün çalışma, milletin isteği, emelleri ve gerçek ihtiyaçları açısından değil, belki şunun bunun özel emellerini, tutkularını karşılamak açısından gerçekleşmiştir.
Örneğin Fatih İstanbul'u aldıktan sonra, yani Selçuk saltanatı ile Doğu Roma İmparatorluğu'nun mirasına konduktan sonra, Batı Roma İmparatorluğu'nu da zapt ederek büyük bir saltanat kurmak istedi.
Böyle geniş bir emel izledi. Böyle bir emeli izlemek ve uygulayabilmek için bütün milleti, ana unsuru arkasından bu hedefe doğru yönlendirdi.
Örneğin Yavuz Sultan Selim, Fatih'in açtığı batı cephesini sağlamlaştırmakla beraber; bütün Asya'yı birleştirerek büyük bir İslâm İmparatorluğu meydana getirmek üzere böyle bir siyasî meslek izledi. Ana unsuru bunun arkasından dolaştırdı.
Kanuni Süleyman her iki cepheyi en üst derecede genişletmek, bütün Bahr-i Sefid'i (Akdeniz) bir Osmanlı havuzu haline getirmek, Hindistan üzerinde gücünü kurmak gibi çok büyük, şahane bir siyaset izledi. Bu siyasetin uygulanması için ana unsuru kullandı…
Arkadaşlar, bütün bu işler ve hareketler, doğruluğu araştırılırsa, görülür ki bu büyük, güçlü padişahlar takip ettikleri dış siyasette kendi emelleri, hırsları ve arzularına dayanmışlardır.
Büyük ve şahane arzularına dayanmakla beraber iç kuruluşlarını, iç siyasetlerini bu tutkularından doğmuş olan dış siyasetlerine göre düzenlemek zorunda kalmışlardır.
Hâlbuki dış siyaset iç teşkilât ve iç siyasete dayandırılmak mecburiyetindendir. Yani iç teşkilâtının dayanamayacağı genişlik derecesinde olmamalıdır. Yoksa hayalî, dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanma noktalarını kendiliğinden kaybederler…
Taç sahipleri yöneticiler, Saraylar, Babıâliler mutlaka büyük gösterişe, şana sahip olabilmek için, onu devam ettirebilmek, zevk ve tutkularını sağlayabilmek için her ne pahasına olursa olsun, bu parayı hazırlamak çaresine düşmüşlerdir.
O çareler de, borçlanmalar oldu. O kadar çok borçlanmalar yapıyorlardı, o kadar kötü şartlar içinde borçlanmalar yapılıyordu ki, bunların faizleri de ödenemedi. En sonunda bir gün Osmanlı Devletinin iflâsına karar verdiler…"
100 yıl sonra aynı tablo
Hem de bire bir aynı tablo. Devlet borca batmış ve borcundan çok borç faizi ödüyor. Vatandaş borca batmış, bankaların takibinde.
İşsizlik, gelir adaletsizlik almış başını gitmiş. Çalışanların yarısını açlık sınırına mahkum etmişsin. Paran pul, tarımda bile ithalatçı olmuşsun.
Toplum cinnet geçiriyor. Her gün onlarca akıl ve imanın kabul edemeyeceği hadiseler yaşanıyor.
Ama taç sahipleri, modern Babıâliler ve etrafındakiler lüks ve şatafatlarından (pardon pardon) itibarlarından zerre taviz vermedikleri gibi milletin bir kesimini peşlerine takarak emellerine ulaşmak istiyorlar.
Son söz yine Baş'tan olsun
"Şimdi biz devlet aklına muhalefet etmiş oluyormuşuz! Çok büyük bir plan varmış ve bu, devletin âli çıkarlarıymış, biz buna muhalefet ettiğimiz için kötü adam oluyoruz!
Ben biliyorum ki sen samimi değilsin, sen oraya gidiyorsun ABD'nin aklıyla, sen oraya gidiyorsun İsrail'in aklıyla ve buna 'Müslümanlık adına' diyorsun…
Erdoğan'la, Atatürk'ü kıyaslıyorlar. Atatürk işgal edilmiş toprakları yedi düvelden temizledi, kendi vatandaşına bir devlet bıraktı ve bütün zenginliğini o vatandaşa verdi.
Sen güvenlik altındaki bir toprağını adalarını koruyamadın, Kıbrıs'ını tartışmaya açtın ve bütün kaynakları milletin elinden alıp yabancıya peşkeş çektin. Sen kendini kıyaslayacaksan git oradan kıyasla, bak bakalım millet mi kazandı zillet mi? (BTP lideri Hüseyin Baş)
- Türkiye’yi batırdı ama Suriye’yi ayağı kaldıracak! / 25.12.2024
- Bu sorumluluğu tarih değil ABD yükledi / 23.12.2024
- İslam’da fakirlik sınırı / 22.12.2024
- ABD, Şam’a indi / 21.12.2024
- Doğu'nun kızı Butto, Alman kızı Merkel ve Erdoğan / 20.12.2024
- İsrail endişeli, Yunanistan ise panikteymiş / 19.12.2024
- AKP döneminde 28 Şubat manzaraları / 18.12.2024
- Türkiye’yi soracak olursanız! / 16.12.2024
- İsrail için milli stratejiler - 2 / 15.12.2024