Fransız devriminde kralı destekleyen aristokratlar onun sağına, radikaller soluna oturunca, beli bir süre sonra "Sağ" terimi reaksiyoner ve monarşist, "Sol" terimi ise halkçı ve eşitlikçi vekiller için Avrupa'da kullanılmaya başlanmıştır. Bu isimlendirmenin arkasında, siyaset yelpazesinin düz bir satıh kabul edilerek, sağ ve sol ideolojileri merkez kabul eden çizginin yattığı görülür.
Aslında bu doğrusal=lineer dağılım kartezyenci batılı anlayışa dayanır.
Bugün bu ayrım hiçbir şey açıklamamaktadır. Adeta bir bilinmeyen başka bir bilinmeyenle tanımlanmış olmaktadır. Bu siyasi yelpaze hem eksik hem de yanlıştır. Artık günümüzde bir kimsenin Sağ'dan mı, Sol'dan mı, yoksa merkezden mi olduğunu belirleyen hiçbir kriter, ölçü kalmamış, bulanık siyasi zeminde kimin kimden yana hangi ideolojiyi esas alıp politika yaptığı önemsizleşmiştir...
"Daha dün gece, zafer şenliklerinin tam ortasında "Şer İmparatorluğu'nun" tabutu üzerinde dans edip ideolojinin sonunun geldiğini, tarihin sonunun geldiğini ve liberal demokrasinin nihai zaferi kazandığını ilan ediyorduk. Oysa şimdi şafağın ilk ışıklarında, liberal demokrasinin kendisinin 21. yüzyıla kapalı kalıp kalmayacağını merak ediyoruz" der, Alvin-Heidi Toffler çifti.
Bugün tekniğin bilimsel uyglamalarla ortaya çıkarttığı "Yapma" bir satıh içinde "Yapma" maddeler dünyasında yaşıyoruz. Bizi bunalım ve krizlere sokan batılı ithal mantıkta: Bir şey ya doğrudur ya da doğru değildir, ya siyahtır ya da siyah değildir şeklindeki Aristo'nun zorlama mantığı her şeyde olduğu gibi siyasette de iflas etmiştir artık... Kaynak olan her ilahi şey ortadan teker teker kayboldu. Ortada tabiat da kalmadı, tabii bir şey de... Tabiata yön veriliyor, ona hakim olunuyor ve kanıksanmış kabalıkla tabiilik, samimiyet katledilerek tüketiliyor artık.
Bütün olumsuzluklar bir bir gerçekleşirken, orta yerde siyasi platformda yaşanan hakiki bunalım ise: 20. yüzyılın geçtiğimiz döneminde; idelojilerin ortadan kalkmasıyla artık, Partiler Düzeninde oluşan Demokratik Temsili Sistemin var olma nedeninin kalmamasıdır. İdeolojileri uğruna bayrak açan, ilkelerinden örülmüş alamet-i farikasıyla bir parti, diğer partinden çok farklı gözüküyordu. Oysa şimdi son sözünü çoktan söylemiş, seçilmiş insanların oluşturduğu partilerden oluşan siyasetin farklılıkları kolayca algılanamaz haldedir.
Bu sebeple partiler politikalarında büyük ölçüde ekonomik yönetim konusunda birbirlerinden aslında pek farklı olmayan (son ekonomik krizle farkı kalmayan) görüşleriyle eski mevcut münakaşalarına, dövüşlerine devam etmektedirler. Aslında eski ilkeler uğrundaki ideolojik mücadele bitmiş durumdadır!
Dünyevileşme (profan) alanda yaşayan her şey, mabedin dışındadır:
İnsan madebin dışında, ruh mabedin dışında, akıl mabedin dışında, sevgisi ve aşkı mabedin dışındadır...
Burada aşkın, sevginin insanı yoktur. İnsan kalbinden, ruhundan tutkuyla bağlandığı zamanlar da bile artık yanlış, sapık duygular içinde; insaniyetini, ruhaniyetini ve nuraniyetini kaybeder oluyor. İnsan dünyadan Rabbini dışladıktan, kutsal dünyasını ortadan kaldırdıktan sonra şimdi ilahi hidayeti ve inayet olmadan nasıl sürüp çıkartabilir düştüğü bu derekeden kendini. O artık ruhun, kalbin, gönlün dilini bilmiyor. Bu lâl oluş, manevi boşluğun, bir şeyi nasıl ve niçin hissetiğinin farkına varılmasını engelliyor.
Şimdi yeni bir şeyler söyleme zamanıdır artık...
İşte yeni siyasetin bütün meselesi; insanı toplumuyla birlikte ele alarak, içine düştüğü manevi acziyetten, diz üzeri çökmüş durumundan, maddi dünyasıyla beraber iki ayağı üzere ayağa kaldırıp, dengesini sağlaması ve yükseltmesi meselesidir.
Aslında bu doğrusal=lineer dağılım kartezyenci batılı anlayışa dayanır.
Bugün bu ayrım hiçbir şey açıklamamaktadır. Adeta bir bilinmeyen başka bir bilinmeyenle tanımlanmış olmaktadır. Bu siyasi yelpaze hem eksik hem de yanlıştır. Artık günümüzde bir kimsenin Sağ'dan mı, Sol'dan mı, yoksa merkezden mi olduğunu belirleyen hiçbir kriter, ölçü kalmamış, bulanık siyasi zeminde kimin kimden yana hangi ideolojiyi esas alıp politika yaptığı önemsizleşmiştir...
"Daha dün gece, zafer şenliklerinin tam ortasında "Şer İmparatorluğu'nun" tabutu üzerinde dans edip ideolojinin sonunun geldiğini, tarihin sonunun geldiğini ve liberal demokrasinin nihai zaferi kazandığını ilan ediyorduk. Oysa şimdi şafağın ilk ışıklarında, liberal demokrasinin kendisinin 21. yüzyıla kapalı kalıp kalmayacağını merak ediyoruz" der, Alvin-Heidi Toffler çifti.
Bugün tekniğin bilimsel uyglamalarla ortaya çıkarttığı "Yapma" bir satıh içinde "Yapma" maddeler dünyasında yaşıyoruz. Bizi bunalım ve krizlere sokan batılı ithal mantıkta: Bir şey ya doğrudur ya da doğru değildir, ya siyahtır ya da siyah değildir şeklindeki Aristo'nun zorlama mantığı her şeyde olduğu gibi siyasette de iflas etmiştir artık... Kaynak olan her ilahi şey ortadan teker teker kayboldu. Ortada tabiat da kalmadı, tabii bir şey de... Tabiata yön veriliyor, ona hakim olunuyor ve kanıksanmış kabalıkla tabiilik, samimiyet katledilerek tüketiliyor artık.
Bütün olumsuzluklar bir bir gerçekleşirken, orta yerde siyasi platformda yaşanan hakiki bunalım ise: 20. yüzyılın geçtiğimiz döneminde; idelojilerin ortadan kalkmasıyla artık, Partiler Düzeninde oluşan Demokratik Temsili Sistemin var olma nedeninin kalmamasıdır. İdeolojileri uğruna bayrak açan, ilkelerinden örülmüş alamet-i farikasıyla bir parti, diğer partinden çok farklı gözüküyordu. Oysa şimdi son sözünü çoktan söylemiş, seçilmiş insanların oluşturduğu partilerden oluşan siyasetin farklılıkları kolayca algılanamaz haldedir.
Bu sebeple partiler politikalarında büyük ölçüde ekonomik yönetim konusunda birbirlerinden aslında pek farklı olmayan (son ekonomik krizle farkı kalmayan) görüşleriyle eski mevcut münakaşalarına, dövüşlerine devam etmektedirler. Aslında eski ilkeler uğrundaki ideolojik mücadele bitmiş durumdadır!
Dünyevileşme (profan) alanda yaşayan her şey, mabedin dışındadır:
İnsan madebin dışında, ruh mabedin dışında, akıl mabedin dışında, sevgisi ve aşkı mabedin dışındadır...
Burada aşkın, sevginin insanı yoktur. İnsan kalbinden, ruhundan tutkuyla bağlandığı zamanlar da bile artık yanlış, sapık duygular içinde; insaniyetini, ruhaniyetini ve nuraniyetini kaybeder oluyor. İnsan dünyadan Rabbini dışladıktan, kutsal dünyasını ortadan kaldırdıktan sonra şimdi ilahi hidayeti ve inayet olmadan nasıl sürüp çıkartabilir düştüğü bu derekeden kendini. O artık ruhun, kalbin, gönlün dilini bilmiyor. Bu lâl oluş, manevi boşluğun, bir şeyi nasıl ve niçin hissetiğinin farkına varılmasını engelliyor.
Şimdi yeni bir şeyler söyleme zamanıdır artık...
İşte yeni siyasetin bütün meselesi; insanı toplumuyla birlikte ele alarak, içine düştüğü manevi acziyetten, diz üzeri çökmüş durumundan, maddi dünyasıyla beraber iki ayağı üzere ayağa kaldırıp, dengesini sağlaması ve yükseltmesi meselesidir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Adnan Ulutaş / diğer yazıları
- Bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? / 23.07.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002