Demokrasi rüyası olduğu gibi, "demokrasi kabusu" da vardır. Demokrasi; yönetimi elinde bulunduran grupların, çoğunluğunu oluşturan halk kütlelerini yönetebilmek için 20. yüzyılın ikinci yarısında uydurulmuş bir hayal midir?
Eğer böyle ise bir kabustur ve insanlık büyük yanılgı içindedir. Çünkü ortaçağlardan bu yana pek bir şey değişmemiş demektir. Demokrasiye yapılan bu ağır itham, hükümet şekli demokratik olsa bile, esasen hiçbir zaman demokratik olamayacağı yönündedir.
Yani ne kadar demokratik olduğu söylense de,egemenliğin daima çoğunluğa karşı sorumlu olmayan bir yönetimin elinde olmasıdır. Çoğunluğu hakimiyeti altına alan bu oligarşik güç, her türlü yolla iktidarını korumaya, onu halkın rızasına değil, makyavelist anlayışla kuvvete dayandırmak ister.
Faşizm yani otoriter ve totaliter yönetimin birinci işareti "çoğunluğun iyiliği için", sorumsuz bir elit hakimiyetin zorunluluğuna inanmaktır. İkinci işareti ise; bu azınlığın yüce değer ve gayelerle haiz olduğunu kabul etmek ve bu değer ve gayeleri toplum içinde tayin etmek hakkına sahip olduklarına inanmaktır. Üçüncü işaret de; böyle bir aristokratik yapıyı her bakımdan uygun görmek, bu statükoyu korumak ve desteklemek için her şeyi yapmaktır.
İşte bunları savunan, aslında başlık olarak kendisine "demokrasi" adını takmış olsa bile, faşist bir yönetimi savunuyor demektir. Bu mahiyette bir yönetim ne kadar parlak olursa olsun sonuçta faşizandır, ahlak dışıdır, insanlık dışıdır. İnsanın şeref ve haysiyetini esas almayan, onun hürriyetini başka şeylerin ve başkalarının hürriyeti olarak gören sapık zihniyettir.
Demokrasi kabusu tam burada başlar... Çoğunlukla böylesine savunulması çok zor olan ahlak dışı rejimi savunanlar daima, şahsen demokrasiye inandıklarını, insan hak ve hürriyetlerine saygılı olduklarını fakat, demokrasinin özellikle de "din ve vicdan hürriyeti" düşünce ve ifade hürriyeti" gibi mühharısan insana ait evrensel kurallarının tatbikinin imkansızlığını öne sürerler. Ve bu temel hak ve hürriyetlerin tatbik istenilmeyen durumlara sebeb olacağını eklerler.
Aslında yönetimi elinde bulunduranların yaptığı bu itiraz mahiyeti demokrasi olmayan biçimsel demokrasilerine meşruiyet kazandırmak haklılığını göstermektedir. Burada temel düstur "sosyal realizm ve mantıksal bütünlüktür". Dayandıkları gerekçelerin ahlaki değil bilimsel ve mankıki veriler olması gerektiğini söyleyeceklerdir.
Bu bahaneyle, "demokrasi" adına çoğunluğa "demokrasi kabusu" yaşattırırlar.
Esasen toplumun, "idare edenler ile idare edilenler" olarak kesinkes ayrıldığına peşinen inanan, birincilerin kütlelere neyi, ne kadar verileceğini daima beliryenlerdir. Kendilerini birincilerden yani seçkinlerden kabul edince, ikinciler daima çoğunluğu teşkil eden pasif halk olacaktır ve bütün sistem boyunca iktidardan, kamusal imkanlardan mahrum bırakılmak zorunluluğu var olacaktır.
Sokaktaki adam, kendini temsil edenleri sandıktaki oyuyla tayin ettiğini sanır burada. Oysa sandıktaki oy, sadece bir elit tabakanın yerine başka bir elit tabakanın geçmesidir. Bu öylesine açıktır ki, oy sandığı halkın gerçek istediğini göstermez. Elitler liderdir, yol gösteren onlardır, toplumun eğilimlerini, gideceği yönü tayin edenler onlardır. Fakat elit tabaka hiçbir surette çoğunluğun kontrolüne tabi değildir. Nihai sonuçta halk çoğunluk olarak hep dışarıdadır, çünkü yönetilendir.
Böylece siyaset daima bir iktidar komplosudur (conspiracy of power) ve hukuk "adaletin kuvvetlinin hakkı olduğu" görüşünü benimsemektir. Hukuk sadece kaba gücün sahnelenmesine yarayan bir vasıtadır. Hala siyaseti çoğunluğa hizmet için sananlar varsa bu bir aldanmadır. Çünkü siyaset tam anlamıyla bir savaştır. Hem de bütün gayesi iktidar koltuğunu ele geçirmektir. Bu koltuğu kaptırmamak için ilk manevrada hasmını imha etmek mahir politikacıların işidir.
İktidar hırsı, hükümet etme aşkı siyasi tahlillerin mihverini teşkil eder. Yani bir tarafta atıl, pasif gruplar bir tarafta egemen, iktidar hırsına sahip hakim gruplar, iktidar hırsı taşıyanların bu hırsı taşımayanlara tahakkümü...
İşte demokrasinin kabusu budur.
Halbuki demokrasi rüyasında, toplumlar demokrasiyi çoğulculuk, hürriyet ve farklılık getirdiği için arzu etmişlerdir. Demokrasi anlayışı yöneten/yönetilen ayrımına karşı olduğunu söyler. Çünkü bu olgu "halkın halk tarafından yönetilmesi" olarak tanımlanan demokratik kuralıyla çelişir gözükür.
Acaba gerçek nasıldır?
Eğer böyle ise bir kabustur ve insanlık büyük yanılgı içindedir. Çünkü ortaçağlardan bu yana pek bir şey değişmemiş demektir. Demokrasiye yapılan bu ağır itham, hükümet şekli demokratik olsa bile, esasen hiçbir zaman demokratik olamayacağı yönündedir.
Yani ne kadar demokratik olduğu söylense de,egemenliğin daima çoğunluğa karşı sorumlu olmayan bir yönetimin elinde olmasıdır. Çoğunluğu hakimiyeti altına alan bu oligarşik güç, her türlü yolla iktidarını korumaya, onu halkın rızasına değil, makyavelist anlayışla kuvvete dayandırmak ister.
Faşizm yani otoriter ve totaliter yönetimin birinci işareti "çoğunluğun iyiliği için", sorumsuz bir elit hakimiyetin zorunluluğuna inanmaktır. İkinci işareti ise; bu azınlığın yüce değer ve gayelerle haiz olduğunu kabul etmek ve bu değer ve gayeleri toplum içinde tayin etmek hakkına sahip olduklarına inanmaktır. Üçüncü işaret de; böyle bir aristokratik yapıyı her bakımdan uygun görmek, bu statükoyu korumak ve desteklemek için her şeyi yapmaktır.
İşte bunları savunan, aslında başlık olarak kendisine "demokrasi" adını takmış olsa bile, faşist bir yönetimi savunuyor demektir. Bu mahiyette bir yönetim ne kadar parlak olursa olsun sonuçta faşizandır, ahlak dışıdır, insanlık dışıdır. İnsanın şeref ve haysiyetini esas almayan, onun hürriyetini başka şeylerin ve başkalarının hürriyeti olarak gören sapık zihniyettir.
Demokrasi kabusu tam burada başlar... Çoğunlukla böylesine savunulması çok zor olan ahlak dışı rejimi savunanlar daima, şahsen demokrasiye inandıklarını, insan hak ve hürriyetlerine saygılı olduklarını fakat, demokrasinin özellikle de "din ve vicdan hürriyeti" düşünce ve ifade hürriyeti" gibi mühharısan insana ait evrensel kurallarının tatbikinin imkansızlığını öne sürerler. Ve bu temel hak ve hürriyetlerin tatbik istenilmeyen durumlara sebeb olacağını eklerler.
Aslında yönetimi elinde bulunduranların yaptığı bu itiraz mahiyeti demokrasi olmayan biçimsel demokrasilerine meşruiyet kazandırmak haklılığını göstermektedir. Burada temel düstur "sosyal realizm ve mantıksal bütünlüktür". Dayandıkları gerekçelerin ahlaki değil bilimsel ve mankıki veriler olması gerektiğini söyleyeceklerdir.
Bu bahaneyle, "demokrasi" adına çoğunluğa "demokrasi kabusu" yaşattırırlar.
Esasen toplumun, "idare edenler ile idare edilenler" olarak kesinkes ayrıldığına peşinen inanan, birincilerin kütlelere neyi, ne kadar verileceğini daima beliryenlerdir. Kendilerini birincilerden yani seçkinlerden kabul edince, ikinciler daima çoğunluğu teşkil eden pasif halk olacaktır ve bütün sistem boyunca iktidardan, kamusal imkanlardan mahrum bırakılmak zorunluluğu var olacaktır.
Sokaktaki adam, kendini temsil edenleri sandıktaki oyuyla tayin ettiğini sanır burada. Oysa sandıktaki oy, sadece bir elit tabakanın yerine başka bir elit tabakanın geçmesidir. Bu öylesine açıktır ki, oy sandığı halkın gerçek istediğini göstermez. Elitler liderdir, yol gösteren onlardır, toplumun eğilimlerini, gideceği yönü tayin edenler onlardır. Fakat elit tabaka hiçbir surette çoğunluğun kontrolüne tabi değildir. Nihai sonuçta halk çoğunluk olarak hep dışarıdadır, çünkü yönetilendir.
Böylece siyaset daima bir iktidar komplosudur (conspiracy of power) ve hukuk "adaletin kuvvetlinin hakkı olduğu" görüşünü benimsemektir. Hukuk sadece kaba gücün sahnelenmesine yarayan bir vasıtadır. Hala siyaseti çoğunluğa hizmet için sananlar varsa bu bir aldanmadır. Çünkü siyaset tam anlamıyla bir savaştır. Hem de bütün gayesi iktidar koltuğunu ele geçirmektir. Bu koltuğu kaptırmamak için ilk manevrada hasmını imha etmek mahir politikacıların işidir.
İktidar hırsı, hükümet etme aşkı siyasi tahlillerin mihverini teşkil eder. Yani bir tarafta atıl, pasif gruplar bir tarafta egemen, iktidar hırsına sahip hakim gruplar, iktidar hırsı taşıyanların bu hırsı taşımayanlara tahakkümü...
İşte demokrasinin kabusu budur.
Halbuki demokrasi rüyasında, toplumlar demokrasiyi çoğulculuk, hürriyet ve farklılık getirdiği için arzu etmişlerdir. Demokrasi anlayışı yöneten/yönetilen ayrımına karşı olduğunu söyler. Çünkü bu olgu "halkın halk tarafından yönetilmesi" olarak tanımlanan demokratik kuralıyla çelişir gözükür.
Acaba gerçek nasıldır?
Adnan Ulutaş / diğer yazıları
- Bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? / 23.07.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002