Her seçim bir kaybediştir, bir şeyi seçer, bir başka şeyi kaybedersiniz. Fakat şayet doğruyu, hakikati seçmişseniz kaybedeceğiniz önemli şey değildir, çünkü bu sadece yanlış olandır.
Sözgelişi Rodin'e bir heykeli nasıl yaptığını sorduklarında cevaben "taşın fazlasını atıyorum geriye heykel kalıyor" demiş.
Ruhun seçimi de öyledir. Çünkü su bardakta da su, dağlardan inen nehirlerin çağlayanlarında da su, okyanusların engin ufuklarında bulanan da su, nihayetinde gölde durgun duran da su. Aynı olan su farklı mecrada, farklı yataklarda başka başka oluyor.
Ruh da aynı.
Bir ruh kadar hususi ne olabilir? Eskiler derlerdi ki: "Üslubu beyan aynıyla insandır". Dünyada birbirlerine benzeyen ruhlar görülmemiştir. Onun bir ruhu var, onun filan yerde evi var, onun akşam vakti bir hali vardır... Hasılı nasıl bir Amerikalı'nın, bir Avrupalı'nın kendi dili, kendi kültürü, kendi dini, kendi hususî bir hayatı, bir ruhu varsa öyle de bir edebiyatı, tarihi, müesseseleri, nizamı, yönetimi, şehirleri vardır.
Avrupa'ya iltihak onun ruhuna da mı iltihaktır?
Eğer biz basit taklikçiğimizle onların batılı medeniyet tarzlarını, ruh halini akılsızca aldığımızda muhakkak olan kültür ve din dairelerini de almış, ruhumuzu onların ruhları arasında kaybetmiş olacağız.
Bu hızlı, köklü değişiklik çok dramatik ve kapsamlı etki göstermektedir.
Bizi biz yapan en önemli geleneksel ve dini müesselerimizi bir bir yıktıktan sonra yavaş yavaş Batı'ya soyunduk. Eski kisvemizi, giysimizi attık yerine başkasına ait elbiseyi aldık. Pabucun yerine başka bir çarşının ayakkabısını, kendimize biçileni değil başka bir makastan çıkan dar bir esvabı tercih ettik.
Bütün bu değişikliklerinin silsilesi saymakla biter mi? Tepeden tırnağa, içimizden dışımıza, tenimizden ruhumuza kadar değiştik. Buna hayatî değerini göstermek için "çağdaşlaşmak", "batılılaşmak", "modernleşmek" diyorlar.
Oysa bu her şeyin ölümü (!)..
Sevmiyor iğreniyor, hayran olmuyor tiksiniyor, zevk almıyor eğleniyor, aşkı cinsi ilişki, hayatı şehvetin bütün arzularının teskin edildiği imkan olarak tanıyor. Çürüye çürüye artık tefessüh etmiş ruhumuz dahi bazı şeylere karşı rahatsız oluyor.
Şimdi ruhun serüveninin, ruhun kaderinin insanın kaderi olduğu daha iyi anlaşılabilir. İçimizdeki ruh sararıp öylecesine soldurulmuşsa, oluşturduğumuz bütün dünyamızda, toplumumuzda ekonomisinden siyasetine, adaletinden mülkiyesine kadar solacaktır bizle beraber.
Nihayette her yer birbirinin aynı olur. Zira "mahvı kaçınılmaz olanların kibri emin olur."
Sözgelişi Rodin'e bir heykeli nasıl yaptığını sorduklarında cevaben "taşın fazlasını atıyorum geriye heykel kalıyor" demiş.
Ruhun seçimi de öyledir. Çünkü su bardakta da su, dağlardan inen nehirlerin çağlayanlarında da su, okyanusların engin ufuklarında bulanan da su, nihayetinde gölde durgun duran da su. Aynı olan su farklı mecrada, farklı yataklarda başka başka oluyor.
Ruh da aynı.
Bir ruh kadar hususi ne olabilir? Eskiler derlerdi ki: "Üslubu beyan aynıyla insandır". Dünyada birbirlerine benzeyen ruhlar görülmemiştir. Onun bir ruhu var, onun filan yerde evi var, onun akşam vakti bir hali vardır... Hasılı nasıl bir Amerikalı'nın, bir Avrupalı'nın kendi dili, kendi kültürü, kendi dini, kendi hususî bir hayatı, bir ruhu varsa öyle de bir edebiyatı, tarihi, müesseseleri, nizamı, yönetimi, şehirleri vardır.
Avrupa'ya iltihak onun ruhuna da mı iltihaktır?
Eğer biz basit taklikçiğimizle onların batılı medeniyet tarzlarını, ruh halini akılsızca aldığımızda muhakkak olan kültür ve din dairelerini de almış, ruhumuzu onların ruhları arasında kaybetmiş olacağız.
Bu hızlı, köklü değişiklik çok dramatik ve kapsamlı etki göstermektedir.
Bizi biz yapan en önemli geleneksel ve dini müesselerimizi bir bir yıktıktan sonra yavaş yavaş Batı'ya soyunduk. Eski kisvemizi, giysimizi attık yerine başkasına ait elbiseyi aldık. Pabucun yerine başka bir çarşının ayakkabısını, kendimize biçileni değil başka bir makastan çıkan dar bir esvabı tercih ettik.
Bütün bu değişikliklerinin silsilesi saymakla biter mi? Tepeden tırnağa, içimizden dışımıza, tenimizden ruhumuza kadar değiştik. Buna hayatî değerini göstermek için "çağdaşlaşmak", "batılılaşmak", "modernleşmek" diyorlar.
Oysa bu her şeyin ölümü (!)..
Sevmiyor iğreniyor, hayran olmuyor tiksiniyor, zevk almıyor eğleniyor, aşkı cinsi ilişki, hayatı şehvetin bütün arzularının teskin edildiği imkan olarak tanıyor. Çürüye çürüye artık tefessüh etmiş ruhumuz dahi bazı şeylere karşı rahatsız oluyor.
Şimdi ruhun serüveninin, ruhun kaderinin insanın kaderi olduğu daha iyi anlaşılabilir. İçimizdeki ruh sararıp öylecesine soldurulmuşsa, oluşturduğumuz bütün dünyamızda, toplumumuzda ekonomisinden siyasetine, adaletinden mülkiyesine kadar solacaktır bizle beraber.
Nihayette her yer birbirinin aynı olur. Zira "mahvı kaçınılmaz olanların kibri emin olur."
Adnan Ulutaş / diğer yazıları
- Bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? / 23.07.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002