Modern çağ savaşları, iç harpleri, devrimleri ve soykırımlarıyla Avrupa'nın iğrenç (!) Ortaçağından daha fazla acılar ve ölümler getirmiştir. Özellikle dünya Müslümanlarının durumu içler acısı olmaya devam etmektedir.
Adeta bütün şer cephesi birleşerek çökmüştür Müslümanların boğazına... Müthiş bir trajedi, savaş, soykırım, katliamlar yaşanıyor İslam ve doğu coğrafyalarında. Anlatılamaz acılar, üzüntüler yaşatılıyor gereksiz yere. Filistin mi, Kıbrıs mı, Balkanlar mı yoksa son zamanlarda Afganistan mı bilemiyorum... Acılar tam bitti derken yeniden hem de daha şiddetle, vahşetle katliamlara, soykırımlara maruz bırakıldılar orada veya burada.
Daha 1980 başlarında "Beyrut" denince her gün yüzlerce insanın ölümle tanıştığı yer akla gelirdi. Lübnan iç savaşında 15 yıl süren terör sonucu binlerce bombalamada, silahlı çatışmada çocuk, kadın, yaşlı demeden resmi kayıtlara göre 144.240 kişi öldü, 197.500 kişi sakat kaldı hâlâ 20.000'e yakın kayıp var... Bütün bunlar 3 milyon nüfuslu bir şehir kadar küçük bir ülkede yaşandı.
Mesela Güney Yemen'de 1986 yılında bir kaç gün içinde komünistlerin tezgahladığı iktidar kavgası sonucu sokak çatışmalarında 13.000 kişi hiç ayrım yapılmaksızın vahşice katledildi. Ve birçokların şişmiş cesetleri sokaklarda günlerce öylece kaldı. Zalim Esat'ın tehlikeli görmesi bahanesiyle sadece 1982 yılında Suriye'nin Hama'sında katlettiği Sünni Müslümanların sayısı 40.000 kişiydi. Öyle ki insan cesetleri günlerce kamyonlarla taşınmakla bitmemişti.
Yugovlavya'nın dağılmasından itibaren Avrupa'nın kahpece desteğiyle Bosna'da yüzbinlerce insan sadece adı Müslüman olduğundan topyekün katledildi... Yine bugün Kosova'da Sırpların, Karabağda Ermeni canavarlığı hafızalarımızda.
İnsanı yaşatmak misyonunu hiç bir zaman dilinden düşürmeyen Birleşmiş Milletler Irakta binlerce bebeği ölüme mahkum etti! Bebek katilleri Batı hukukunun doğduğu Avrupa'nın kucağında sığınak buluyor. Hem de hukuk adına!
Bütün bu insanlık suçları -sözde- demokrasinin baş tacı edildiği, insan hak ve hürriyetlerinin ibadet derecesinde hassasiyet gösterildiği "modern" dünyada Müslümanlara yaşatılıyor, reva görülüyor. Bu öylesine bir çağ ki, batı servet ve refahta yüzerken çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu doğu dünyası profesyonel terör, katliam, zulüm, açlık, sefalet gibi ağır baskılar altında inim inim inletiliyor.
Hak ve hürriyetleri gasp edilmiş ve hatta başta hayat hakkı elinden alınmasıyla, "ölümle" karşı karşıya bırakılmış durumda. Hukuk caniliğiyle, katilliğiyle maruf hegemonyaya girince muhakkak zulüm olarak yağıyor mazlumların üzerine. O hukuk bittabi bebek katillerini, ırz düşmanlarını savunur, onları köşklerde saraylarda ağırlar.
Batılı küresel güçlerin refahı için, mutlak surette Doğu halklarının sömürülmesi, soyulması ve yoksullaştırılması gerekiyormuş çünkü... Yüzyılın dengesi, bu dengesizlik üzerine kurulmuş.
Para ise, para ile ölçülemeyecek büyük kıymetleri ne satın alabilir ne de kazandırır, aksine bütün kıymetler tamamen doğunun özünde, mana hakimiyetindedir. Medeniyet dediğin insanlık, maneviyat ne varsa hepsi doğu yönünde değil mi? Kalıcı olan, ötelere taşınacak olan kıymet nedir dense elbet yanıtı, para olamaz bilakis, ruh ve mananın doğduğu yüksek kıymetlerde, hakikat ve hikmetler coğrafyasında saklıdır.
Asıl kaybeden doğunun mazlum halkı değil. Aslında en çok ve en büyük kaybı yaşayan Batının kendisi. Batının, dünya uygarlık tarihinde sadece 2.5 asırlık bir maddiyat üstünlüğünün yanında, Doğunun, binlerce yıldır hiç eskimeyen, hiç pörsümeyen ruhu her zaman ayakta kalacak olandır!
Adeta bütün şer cephesi birleşerek çökmüştür Müslümanların boğazına... Müthiş bir trajedi, savaş, soykırım, katliamlar yaşanıyor İslam ve doğu coğrafyalarında. Anlatılamaz acılar, üzüntüler yaşatılıyor gereksiz yere. Filistin mi, Kıbrıs mı, Balkanlar mı yoksa son zamanlarda Afganistan mı bilemiyorum... Acılar tam bitti derken yeniden hem de daha şiddetle, vahşetle katliamlara, soykırımlara maruz bırakıldılar orada veya burada.
Daha 1980 başlarında "Beyrut" denince her gün yüzlerce insanın ölümle tanıştığı yer akla gelirdi. Lübnan iç savaşında 15 yıl süren terör sonucu binlerce bombalamada, silahlı çatışmada çocuk, kadın, yaşlı demeden resmi kayıtlara göre 144.240 kişi öldü, 197.500 kişi sakat kaldı hâlâ 20.000'e yakın kayıp var... Bütün bunlar 3 milyon nüfuslu bir şehir kadar küçük bir ülkede yaşandı.
Mesela Güney Yemen'de 1986 yılında bir kaç gün içinde komünistlerin tezgahladığı iktidar kavgası sonucu sokak çatışmalarında 13.000 kişi hiç ayrım yapılmaksızın vahşice katledildi. Ve birçokların şişmiş cesetleri sokaklarda günlerce öylece kaldı. Zalim Esat'ın tehlikeli görmesi bahanesiyle sadece 1982 yılında Suriye'nin Hama'sında katlettiği Sünni Müslümanların sayısı 40.000 kişiydi. Öyle ki insan cesetleri günlerce kamyonlarla taşınmakla bitmemişti.
Yugovlavya'nın dağılmasından itibaren Avrupa'nın kahpece desteğiyle Bosna'da yüzbinlerce insan sadece adı Müslüman olduğundan topyekün katledildi... Yine bugün Kosova'da Sırpların, Karabağda Ermeni canavarlığı hafızalarımızda.
İnsanı yaşatmak misyonunu hiç bir zaman dilinden düşürmeyen Birleşmiş Milletler Irakta binlerce bebeği ölüme mahkum etti! Bebek katilleri Batı hukukunun doğduğu Avrupa'nın kucağında sığınak buluyor. Hem de hukuk adına!
Bütün bu insanlık suçları -sözde- demokrasinin baş tacı edildiği, insan hak ve hürriyetlerinin ibadet derecesinde hassasiyet gösterildiği "modern" dünyada Müslümanlara yaşatılıyor, reva görülüyor. Bu öylesine bir çağ ki, batı servet ve refahta yüzerken çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu doğu dünyası profesyonel terör, katliam, zulüm, açlık, sefalet gibi ağır baskılar altında inim inim inletiliyor.
Hak ve hürriyetleri gasp edilmiş ve hatta başta hayat hakkı elinden alınmasıyla, "ölümle" karşı karşıya bırakılmış durumda. Hukuk caniliğiyle, katilliğiyle maruf hegemonyaya girince muhakkak zulüm olarak yağıyor mazlumların üzerine. O hukuk bittabi bebek katillerini, ırz düşmanlarını savunur, onları köşklerde saraylarda ağırlar.
Batılı küresel güçlerin refahı için, mutlak surette Doğu halklarının sömürülmesi, soyulması ve yoksullaştırılması gerekiyormuş çünkü... Yüzyılın dengesi, bu dengesizlik üzerine kurulmuş.
Para ise, para ile ölçülemeyecek büyük kıymetleri ne satın alabilir ne de kazandırır, aksine bütün kıymetler tamamen doğunun özünde, mana hakimiyetindedir. Medeniyet dediğin insanlık, maneviyat ne varsa hepsi doğu yönünde değil mi? Kalıcı olan, ötelere taşınacak olan kıymet nedir dense elbet yanıtı, para olamaz bilakis, ruh ve mananın doğduğu yüksek kıymetlerde, hakikat ve hikmetler coğrafyasında saklıdır.
Asıl kaybeden doğunun mazlum halkı değil. Aslında en çok ve en büyük kaybı yaşayan Batının kendisi. Batının, dünya uygarlık tarihinde sadece 2.5 asırlık bir maddiyat üstünlüğünün yanında, Doğunun, binlerce yıldır hiç eskimeyen, hiç pörsümeyen ruhu her zaman ayakta kalacak olandır!
Adnan Ulutaş / diğer yazıları
- Bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? / 23.07.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002