Bu konuda İslam tarihinde, sabahlara kadar açlıktan uyuyamayan, zalim ümeraya bir an olsun yaklaşmayan, onlara karşı mücadele eden ve ümera tarafından kendilerine gönderilen dünyalıkları ve makamları reddeden Ebuzer, Rüşeydi Haceri, Meysem-i Temmar gibi ilim ve dava adamları çok güzel ve müspet örneklerdir. Zulümden ve nar'dan yana olan Şüreyhi Gaziler ve Merhum Fazlullah Nuri'nin idam fetvasını veren kendisini ıslah etmeyen İbrahim Zencani gibi âlimler de ibret alınması gereken kötü örneklerdir.
Kısacası vazifesini yapmayan âlimler birçok konuda haraplığın ve yozlaşmaların sebepleridirler. Hatta bu tür âlimler ve siyasetçiler vasıtası ile Müslümanlar arasında mezhepler türedi denilebilir. Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt imamları "Âlimin ölümü âlemin ölümüdür" sözünü (hâşâ) boşa buyurmamışlardır. Âlimin iki çeşit ölümü söz konusudur. Tabii ve maddi ölüm ve manevi ölüm. Âlimin maddi ölümünün birçok zararları vardır. Ancak âlimin manevi ölümü maddi ölümünden daha zararlıdır. Âlim manen ölünce, âlem de ölür. Yani küfür, şirk, fısk ve zulüm âlemi ifsat eder, tahrip eder, öldürür. Arifler şöyle buyurmuşlardır. "…âlim günah yaptığı zaman avam dinden çıkar…" Ama şu bir hakikattir ki âlimler; Allah'ın kendilerine verdiği vazifeleri ifa etselerdi, kendileri gibi âlem de ıslah olurdu. İşte görüldüğü gibi bu tür bir sapma İslam tarihinde Müslümanların içerisinde "Bel'amlaşma"nın bir versiyonudur. Bu sürecin ortaya çıkaracağı en acı gerçek ve elbette ki en kötü ve en tehlikeli sonuç; halk ile bu tür âlimlerin arasının açılması gerekirken, maalesef halktan bazıları ümeraya yaklaşan âlimlere daha fazla rağbet eder olmuşlardır.
Bu da âlimlerin kendi aralarında bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı, birbirleriyle mücadele eder duruma düşmüşlüğü gerçeğini ortaya çıkararak, halk arasında âlimlerin saygınlığının yok olmasına sebep olmaktadır. İslam'ı ortadan kaldırmak veya Müslümanların yozlaşmasını yahut Müslümanları sömürmek isteyenlerin istediği de budur zaten.
Din kardeşliği adabı ve devlet ile barışık olarak yaşamak başka şeydir, batılı hedef edinerek Kur'an hakem olsun türü süslü ve doğru cümleler gibi cümlelerle batıl hedefler peşinde koşmak başka şeydir. Bunları birbirinden ayırt etmek gerekir. Ehl-i Beyt mektebinin bu konuda âlimlere yüklemiş olduğu sorumluluk sadece belirli bir yönetim biçimine münhasır değil, aksine tüm yönetim biçimleri, hatta İslam kanunlarına dayalı bir yönetim için bile geçerlidir.
İşte yukarıda zikredilen sebep, sakınca ve gerçeklerden dolayı Rabbani âlimler yöneticiler ve devlet mekanizması karşısında memur olmayı asla kabul etmemiş, son nefeslerine kadar Kur'an, Hz. Peygamber (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt imamlarına memur olmakla iftihar etmişlerdir.
Selam ve dua ile…
Kısacası vazifesini yapmayan âlimler birçok konuda haraplığın ve yozlaşmaların sebepleridirler. Hatta bu tür âlimler ve siyasetçiler vasıtası ile Müslümanlar arasında mezhepler türedi denilebilir. Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt imamları "Âlimin ölümü âlemin ölümüdür" sözünü (hâşâ) boşa buyurmamışlardır. Âlimin iki çeşit ölümü söz konusudur. Tabii ve maddi ölüm ve manevi ölüm. Âlimin maddi ölümünün birçok zararları vardır. Ancak âlimin manevi ölümü maddi ölümünden daha zararlıdır. Âlim manen ölünce, âlem de ölür. Yani küfür, şirk, fısk ve zulüm âlemi ifsat eder, tahrip eder, öldürür. Arifler şöyle buyurmuşlardır. "…âlim günah yaptığı zaman avam dinden çıkar…" Ama şu bir hakikattir ki âlimler; Allah'ın kendilerine verdiği vazifeleri ifa etselerdi, kendileri gibi âlem de ıslah olurdu. İşte görüldüğü gibi bu tür bir sapma İslam tarihinde Müslümanların içerisinde "Bel'amlaşma"nın bir versiyonudur. Bu sürecin ortaya çıkaracağı en acı gerçek ve elbette ki en kötü ve en tehlikeli sonuç; halk ile bu tür âlimlerin arasının açılması gerekirken, maalesef halktan bazıları ümeraya yaklaşan âlimlere daha fazla rağbet eder olmuşlardır.
Bu da âlimlerin kendi aralarında bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı, birbirleriyle mücadele eder duruma düşmüşlüğü gerçeğini ortaya çıkararak, halk arasında âlimlerin saygınlığının yok olmasına sebep olmaktadır. İslam'ı ortadan kaldırmak veya Müslümanların yozlaşmasını yahut Müslümanları sömürmek isteyenlerin istediği de budur zaten.
Din kardeşliği adabı ve devlet ile barışık olarak yaşamak başka şeydir, batılı hedef edinerek Kur'an hakem olsun türü süslü ve doğru cümleler gibi cümlelerle batıl hedefler peşinde koşmak başka şeydir. Bunları birbirinden ayırt etmek gerekir. Ehl-i Beyt mektebinin bu konuda âlimlere yüklemiş olduğu sorumluluk sadece belirli bir yönetim biçimine münhasır değil, aksine tüm yönetim biçimleri, hatta İslam kanunlarına dayalı bir yönetim için bile geçerlidir.
İşte yukarıda zikredilen sebep, sakınca ve gerçeklerden dolayı Rabbani âlimler yöneticiler ve devlet mekanizması karşısında memur olmayı asla kabul etmemiş, son nefeslerine kadar Kur'an, Hz. Peygamber (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt imamlarına memur olmakla iftihar etmişlerdir.
Selam ve dua ile…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mehdi Aksu / diğer yazıları
- Eleştiri nedir ve nasıl olmalıdır? / 03.12.2012
- Maruf’a davet terk edilince değerler yozlaşır / 02.12.2012
- Hayırlı ümmetin önemli özelliği / 28.11.2012
- Marufa davet etmenin yöntemleri / 27.11.2012
- Marufa emretme ve münkerden nehyetme / 25.11.2012
- Bu mudur Ehl-i Beyt sevgisi / 22.11.2012
- İmam Hüseyin ve sünnet kavramı / 21.11.2012
- Muharrem aylarında genelde konuşulmayanlar / 20.11.2012
- İmam Hüseyin’i anlayabildik mi? / 19.11.2012
- Sönmeyen ebedi aşkın Hüseyin / 17.11.2012
- Maruf’a davet terk edilince değerler yozlaşır / 02.12.2012
- Hayırlı ümmetin önemli özelliği / 28.11.2012
- Marufa davet etmenin yöntemleri / 27.11.2012
- Marufa emretme ve münkerden nehyetme / 25.11.2012
- Bu mudur Ehl-i Beyt sevgisi / 22.11.2012
- İmam Hüseyin ve sünnet kavramı / 21.11.2012
- Muharrem aylarında genelde konuşulmayanlar / 20.11.2012
- İmam Hüseyin’i anlayabildik mi? / 19.11.2012
- Sönmeyen ebedi aşkın Hüseyin / 17.11.2012