Başlangıçtan günümüze, insanlık tarihi boyunca, hiç kimse ölümle dost olmamış, aksine, ortadan kaldırılması gereken düşman olarak hedef tahtasına yerleştirmiştir. Düşman belleyen her bir fert, öldürmek için uğraşmışsa da başaramamıştır. Mücadelede herkes kendi aklına güvenmiş, başkasına sormayı akledememiştir. Kim başardı ki? Varsa soralım.
Var mı?
Bak gördünüz mü?
Soruyu da biz soruyoruz, itirazı da biz ediyoruz. Hep itiraz, hep itiraz? Bugün bir kez daha soralım. Var mı başaran? Öncelikle bu soruyu, ölümün yokluğunu, yoklukla yok edenlere soralım ve dinleyelim. Sadece dinlemek değil, aynı zamanda unutmamak, unuttuğumuzda hatırlamak üzere, silinmez kalemle bir kenara not edelim. Çünkü söz uçar yazı kalır.
Ebedi hayatımızın başlangıcı, 'elest meclisi' olarak düşünürsek, ölüm bu hayatın bir parçası olarak karşımıza çıkar. Çünkü 'elest meclisi' ruhlar âlemi, dünya hayatı, kabir ve ahiret sonsuz ömrümüzün birer bölümleridir. Bir bölüm biter yeni bir bölüm başlar. Ölüm, dünya bölümünün sona erdiği andır. Bölümler devam ederken, ebedi hayatımız da devam etmektedir. Lakin bir farkla, ahiret bölümünün sonu yoktur. Böyle bakınca ölüm de yoktur.
Ölümü fiziki görünümüyle anlamlandırıyorsak yokluğa götürecektir. Lezzetimizi, dünyamızı, sevdiklerimizi, neşemizi, keyfimizi? Kısacası her şeyimizi yokluğa sürükleyecektir. Öyleyse ölümü öyle bir öldürelim ki, hayat bulup bir daha bizi rahatsız etmesin. Ölümün fiziki boyutunu değil de, arkasındaki dünyayı seyretmeye dalarsak, üç boyutlu resim misali ölüm ortadan kendiliğinden kalkacak, öldürmeye bile gerek kalmayacaktır. İşte o zaman Resûlullah Efendimizin "Ölmeden önce ölünüz" tavsiyesindeki hikmeti de anlayacağız. Hazırsak resmin arkasındaki derinliği seyretmek için kuşanıp çıkalım meydana.
* * *
Yüce Rabbimiz ayetleriyle, sevgili Peygamberimiz hadisleriyle, ölümün soğuk yüzüne karşı Müslümanları hep ikaz etmiş, nasıl güler yüzlü hale getirebileceğimizi haber vermişlerdir. Öncelikle ölümsüz ölümü öldürmenin yolunun, ölümsüz bir imana sahip olmaktan geçtiğini vurgulamışlar, ardından imanımızdan aldığımız güçle mücadelemizi şekillendirmişlerdir. Bu alanda silahlarımızı; sevgi, rıza ehli bir kul ve unutmamak olarak tespit etmişlerdir.
Müslüman'ın en güçlü duygusudur sevgi. Tabi ki Allah sevgisi? Mü'minin ölüm karşısındaki en büyük silahı. Merkezi ise kalptir. Her konuda olduğu gibi bunu da bir bilene soracak, bir ustaya danışacağız. Onlar anlatacak bize, gönül dünyamızda sevgi çiçeklerini nasıl yetiştireceğimizi. Allah'ın dostları, Resûlullah'ın gülleri, Ehl-i Beyt'in yarenleri ki, halk içinde Hak'la beraberdir onlar. Şairin dediği gibi: "Gül alır, gül satarlar. Gülü gül ile tartarlar." İşte onlar ta kendileri. Gülden terazi yapan o kullar der ki: "İyiliklerin de, kötülüklerin de, günahların da, sevapların da kaynağı kalptir. Ona Allah'tan bir nef'a olan ruh, ya da şeytanın memuru nefis hakim olacaktır. Ruhun hakim olduğu kalpten güzellikler, nefsin hakim olduğu kalpten ise çirkinlikler sudur edecektir." İşte ruhun, dolayısıyla, Allah'ın hakim olduğu kalpte ölüm korkusu yoktur. Öldürülmüştür ölüm. Sevgideki yokluk, yok etmiştir ölümün yokluğunu.
* * *
Öbür silahımız ise unutmamaktır. Tabi ki ölümü. Nasıl mı? Madem düşman belledik, elbette unutmayacağız. Ahiret hayatının yanında nokta kadar yeri olmayan dünya hayatımıza zarar verecek düşmanımızı hiç unutmayız da, ebedi hayatımıza zarar verecek olan son nefesimizi nasıl unuturuz? Unutmamak lazım ki her an mücadeleye hazır olalım. Yüce Rabbimizin ve sevgili Peygamberimizin emir ve tavsiyeleri bu yöndedir.
Allah-u Teâlâ ayetlerinde biz kullarına ölümün ve son nefesin ne kadar zor olduğunu haber verir. Hatta son nefesini düşünmekten ağlayan peygamber örnekleriyle destekler bu haberlerini. Ardından Resûlullah Efendimiz, unutmamamızı tembih ederken, ölümü hatırdan çıkarmayana cehennemin zarar vermeyeceğini, ayrıca asıl akıllı Müslüman'ın da onun olduğunu bildirmiştir. Unutmayıp, ölümün karşısına çıkıp bu cesareti gösterememişsek, tersini yapmaya, unutmaya özel gayret gösteririz. Başarırız da bazen. Bakmışız ki unutmuşuz düşmanımızı. Gün gelir hatırlatır kendisini. Anlarız ki, ne kadar unutmaya ve uzaklaşmaya çalışmışsak, o kadar yaklaşmışız. Başarısız olmuş, kendimizi kandırmış, geç kalmış ve pişman olmuşuzdur.
Pişmanlık ve başarısızlığı yaşamamak için unutmamalıyız ki, dünyamızı ahiretimize göre dizayn edelim, ebedi hayatımızı kazanalım inşallah. Bu formülü uyguladığımızda, sınava çalışan öğrencinin sınavdan korkmadığı gibi, biz Müslümanlar da ölüm ve sonrasından korkmayacağız.
* * *
Ölümü öldürmeye yönelik diğer bir gücümüz ise, rıza ehli bir kul olmaktır. Bu kulun en bariz sıfatı "Kahrın da hoş Lütfun da hoş" düsturudur. Her halükarda Yaratanından razıdır. Allah'ın kulundan razılığı, kulun Allah'tan razılığına bağlıdır. Aslolan kulun kendine düşen görevi yerine getirmesidir. Yüce Rabbimiz Rabliğini bilecektir.
İşin özüne gelecek olursak, şu ölçü paylaşımıyla huzurlarınızdan ayrılmak isterim. Ölümün karşısında başarıya ulaşmak için ortaya konan güçler elbette kul tarafından kullanılacaktır. Eğitimini aldığımız halde kullanmazsak başarı düşmanımızın elinde olacaktır. Onun silahları hiç de küçümsenecek cinsten değil. Bundan dolayıdır ki bizler, özellikle başta imanımızı koruyarak bu mücadeleye devam edeceğiz. İtikadî sahada Allah ve Resullünün ölçüsüne ters düşecek en ufak bir fikir ve fiil içine düşmekten, ateşe düşmekten korktuğumuz gibi korkacağız. Ardından başta farz ibadetlerimiz olmak üzere, yerine getirme konusunda titiz davranacağız. Rabbimizi, zikrederek, kelime-i tevhid okuyarak, tövbemizi sunarak, şükrümüzü eda ederek, esmaül hüsnasıyla çağırarak, kelamını elimizden düşürmeyerek, secde dua ve nafile ibadetlerimizi çoğaltarak unutmamak, Resûlullah Efendimizi salat u selam yollayarak dost bellemek, Ehl-i Beyt'ini yarenleri ile yâd etmek için azami gayret gösterecek, bu konuda Yüce Rabbimizden yardım talep edeceğiz. Ölümsüz iman, rıza ehli kulun gönlünde Allah sevgisiyle birleşince ölüm de kim oluyormuş. Çoktan öldü ölüm, yok artık.
Dualarda unutulmamak üzere, hoşçakalın?
Var mı?
Bak gördünüz mü?
Soruyu da biz soruyoruz, itirazı da biz ediyoruz. Hep itiraz, hep itiraz? Bugün bir kez daha soralım. Var mı başaran? Öncelikle bu soruyu, ölümün yokluğunu, yoklukla yok edenlere soralım ve dinleyelim. Sadece dinlemek değil, aynı zamanda unutmamak, unuttuğumuzda hatırlamak üzere, silinmez kalemle bir kenara not edelim. Çünkü söz uçar yazı kalır.
Ebedi hayatımızın başlangıcı, 'elest meclisi' olarak düşünürsek, ölüm bu hayatın bir parçası olarak karşımıza çıkar. Çünkü 'elest meclisi' ruhlar âlemi, dünya hayatı, kabir ve ahiret sonsuz ömrümüzün birer bölümleridir. Bir bölüm biter yeni bir bölüm başlar. Ölüm, dünya bölümünün sona erdiği andır. Bölümler devam ederken, ebedi hayatımız da devam etmektedir. Lakin bir farkla, ahiret bölümünün sonu yoktur. Böyle bakınca ölüm de yoktur.
Ölümü fiziki görünümüyle anlamlandırıyorsak yokluğa götürecektir. Lezzetimizi, dünyamızı, sevdiklerimizi, neşemizi, keyfimizi? Kısacası her şeyimizi yokluğa sürükleyecektir. Öyleyse ölümü öyle bir öldürelim ki, hayat bulup bir daha bizi rahatsız etmesin. Ölümün fiziki boyutunu değil de, arkasındaki dünyayı seyretmeye dalarsak, üç boyutlu resim misali ölüm ortadan kendiliğinden kalkacak, öldürmeye bile gerek kalmayacaktır. İşte o zaman Resûlullah Efendimizin "Ölmeden önce ölünüz" tavsiyesindeki hikmeti de anlayacağız. Hazırsak resmin arkasındaki derinliği seyretmek için kuşanıp çıkalım meydana.
* * *
Yüce Rabbimiz ayetleriyle, sevgili Peygamberimiz hadisleriyle, ölümün soğuk yüzüne karşı Müslümanları hep ikaz etmiş, nasıl güler yüzlü hale getirebileceğimizi haber vermişlerdir. Öncelikle ölümsüz ölümü öldürmenin yolunun, ölümsüz bir imana sahip olmaktan geçtiğini vurgulamışlar, ardından imanımızdan aldığımız güçle mücadelemizi şekillendirmişlerdir. Bu alanda silahlarımızı; sevgi, rıza ehli bir kul ve unutmamak olarak tespit etmişlerdir.
Müslüman'ın en güçlü duygusudur sevgi. Tabi ki Allah sevgisi? Mü'minin ölüm karşısındaki en büyük silahı. Merkezi ise kalptir. Her konuda olduğu gibi bunu da bir bilene soracak, bir ustaya danışacağız. Onlar anlatacak bize, gönül dünyamızda sevgi çiçeklerini nasıl yetiştireceğimizi. Allah'ın dostları, Resûlullah'ın gülleri, Ehl-i Beyt'in yarenleri ki, halk içinde Hak'la beraberdir onlar. Şairin dediği gibi: "Gül alır, gül satarlar. Gülü gül ile tartarlar." İşte onlar ta kendileri. Gülden terazi yapan o kullar der ki: "İyiliklerin de, kötülüklerin de, günahların da, sevapların da kaynağı kalptir. Ona Allah'tan bir nef'a olan ruh, ya da şeytanın memuru nefis hakim olacaktır. Ruhun hakim olduğu kalpten güzellikler, nefsin hakim olduğu kalpten ise çirkinlikler sudur edecektir." İşte ruhun, dolayısıyla, Allah'ın hakim olduğu kalpte ölüm korkusu yoktur. Öldürülmüştür ölüm. Sevgideki yokluk, yok etmiştir ölümün yokluğunu.
* * *
Öbür silahımız ise unutmamaktır. Tabi ki ölümü. Nasıl mı? Madem düşman belledik, elbette unutmayacağız. Ahiret hayatının yanında nokta kadar yeri olmayan dünya hayatımıza zarar verecek düşmanımızı hiç unutmayız da, ebedi hayatımıza zarar verecek olan son nefesimizi nasıl unuturuz? Unutmamak lazım ki her an mücadeleye hazır olalım. Yüce Rabbimizin ve sevgili Peygamberimizin emir ve tavsiyeleri bu yöndedir.
Allah-u Teâlâ ayetlerinde biz kullarına ölümün ve son nefesin ne kadar zor olduğunu haber verir. Hatta son nefesini düşünmekten ağlayan peygamber örnekleriyle destekler bu haberlerini. Ardından Resûlullah Efendimiz, unutmamamızı tembih ederken, ölümü hatırdan çıkarmayana cehennemin zarar vermeyeceğini, ayrıca asıl akıllı Müslüman'ın da onun olduğunu bildirmiştir. Unutmayıp, ölümün karşısına çıkıp bu cesareti gösterememişsek, tersini yapmaya, unutmaya özel gayret gösteririz. Başarırız da bazen. Bakmışız ki unutmuşuz düşmanımızı. Gün gelir hatırlatır kendisini. Anlarız ki, ne kadar unutmaya ve uzaklaşmaya çalışmışsak, o kadar yaklaşmışız. Başarısız olmuş, kendimizi kandırmış, geç kalmış ve pişman olmuşuzdur.
Pişmanlık ve başarısızlığı yaşamamak için unutmamalıyız ki, dünyamızı ahiretimize göre dizayn edelim, ebedi hayatımızı kazanalım inşallah. Bu formülü uyguladığımızda, sınava çalışan öğrencinin sınavdan korkmadığı gibi, biz Müslümanlar da ölüm ve sonrasından korkmayacağız.
* * *
Ölümü öldürmeye yönelik diğer bir gücümüz ise, rıza ehli bir kul olmaktır. Bu kulun en bariz sıfatı "Kahrın da hoş Lütfun da hoş" düsturudur. Her halükarda Yaratanından razıdır. Allah'ın kulundan razılığı, kulun Allah'tan razılığına bağlıdır. Aslolan kulun kendine düşen görevi yerine getirmesidir. Yüce Rabbimiz Rabliğini bilecektir.
İşin özüne gelecek olursak, şu ölçü paylaşımıyla huzurlarınızdan ayrılmak isterim. Ölümün karşısında başarıya ulaşmak için ortaya konan güçler elbette kul tarafından kullanılacaktır. Eğitimini aldığımız halde kullanmazsak başarı düşmanımızın elinde olacaktır. Onun silahları hiç de küçümsenecek cinsten değil. Bundan dolayıdır ki bizler, özellikle başta imanımızı koruyarak bu mücadeleye devam edeceğiz. İtikadî sahada Allah ve Resullünün ölçüsüne ters düşecek en ufak bir fikir ve fiil içine düşmekten, ateşe düşmekten korktuğumuz gibi korkacağız. Ardından başta farz ibadetlerimiz olmak üzere, yerine getirme konusunda titiz davranacağız. Rabbimizi, zikrederek, kelime-i tevhid okuyarak, tövbemizi sunarak, şükrümüzü eda ederek, esmaül hüsnasıyla çağırarak, kelamını elimizden düşürmeyerek, secde dua ve nafile ibadetlerimizi çoğaltarak unutmamak, Resûlullah Efendimizi salat u selam yollayarak dost bellemek, Ehl-i Beyt'ini yarenleri ile yâd etmek için azami gayret gösterecek, bu konuda Yüce Rabbimizden yardım talep edeceğiz. Ölümsüz iman, rıza ehli kulun gönlünde Allah sevgisiyle birleşince ölüm de kim oluyormuş. Çoktan öldü ölüm, yok artık.
Dualarda unutulmamak üzere, hoşçakalın?
Hüseyin Emanet / diğer yazıları
- Lütfen kütüphanenizin ayarlarıyla oynayın / 20.12.2017
- İnanıyorsak bakalım kendimize / 24.11.2017
- Derdimiz dert etmeye değer mi? / 17.11.2017
- Sünnetullah hiç değişmedi / 15.07.2017
- Galiba kendimizi kandırıyoruz / 19.05.2017
- Kutlu Doğumu kutlu yapmak / 28.04.2017
- Var mısınız Mirac'a? / 23.04.2017
- Ahiret inancında samimiysek... / 13.04.2017
- Vefa ve dostluk / 31.03.2017
- Namazda huşumuz nasıl sizce? / 17.03.2017
- İnanıyorsak bakalım kendimize / 24.11.2017
- Derdimiz dert etmeye değer mi? / 17.11.2017
- Sünnetullah hiç değişmedi / 15.07.2017
- Galiba kendimizi kandırıyoruz / 19.05.2017
- Kutlu Doğumu kutlu yapmak / 28.04.2017
- Var mısınız Mirac'a? / 23.04.2017
- Ahiret inancında samimiysek... / 13.04.2017
- Vefa ve dostluk / 31.03.2017
- Namazda huşumuz nasıl sizce? / 17.03.2017