Demokrasinin ve Cumhuriyet rejiminin vazgeçilmez unsuru, siyasi partilerdir. 1946 yılında çok partili hayata geçişimizden bu yana, maalesef bu sisteme uyum sağlamakta zorlandık ve bunun bedelini ülke olarak ağır ödedik. Oysa Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet'in ilanından itibaren çok partili siyasi hayata geçmek için büyük çaba harcamıştı. O dönemde de bu geçiş kolay olmamış, ciddi maliyetlere yol açmıştı. Bir devletin sağlıklı işleyişi sadece yönetimle değil, aynı zamanda denetim mekanizmasıyla mümkündür. Muhalefetin görevi, iktidarı denetlemek ve alternatif projeler sunmaktır. Bu, demokrasinin işleyişi açısından hayati önem taşır. Ancak ülkemiz ne yazık ki hala çok partili sisteme tam anlamıyla uyum sağlanabilmiş değil. Özellikle son anayasa değişikliğiyle birlikte yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, muhalefetin varlığı neredeyse yok sayılıyor. İktidar "ya taraf olacaksın ya da bertaraf" anlayışını dayatıyor. Bu tutum, demokrasiye ve Cumhuriyet'in ruhuna açık bir tehdit oluşturmaktadır.
Örnek mi istiyorsunuz? Sayın Hüseyin Baş'ın Baş, 'Suriye'ye demokrasi getireceklermiş. Oğlum sen önce kendi ülkene getir demokrasiyi,' ifadesinden dolayı güya cumhurbaşkanına hakaret ettiğini kabul ettiler. Sayın Baş yurt dışına çıkış yasağı ve imza atma adli kontrol hükümlerinin uygulanması talebiyle sulh ceza hâkimliğine sevk edildi. Yani bir genel başkan yurt dışına çıkamıyor ve her hafta İstanbul'da karakolda imza atmak zorunda kalıyor. Neymiş delil karartabilirmiş ve yurt dışına kaçabilirmiş!
Açıklayamıyorlar!
Bir diğer önemli konu da umut hakkı adı altında Bahçeli'nin açıklamasıyla başlayan sürecin devam etmesidir. Bu süreçte DEM heyeti, Apo ile görüşmeler yaptı ve ardından muhalefet partisi mensuplarıyla temaslar gerçekleştirildi. BTP genel başkanı Hüseyin Baş Bey'in hafta sonu Aksaray ve Ankara'da yaptığı konuşmaları dikkatle takip ettim. Gerçekten bir hukuk manifestosu niteliğindeydi. Vatanım ve milletim adına gurur duydum. Bu konuda kritik bir cümle kullandı: "Eğer bu sürecin sonunda herhangi bir pazarlık yapılmaksızın PKK'nın silah bırakması söz konusuysa, ben de evet diyorum." Bu ifade, başka bir açıdan şöyle de okunabilir: "Bu süreçte ne tür sözler veriyorsunuz? Hangi şartlarda Apo'nun serbest bırakılmasından veya PKK'nın silah bırakmasından bahsediyorsunuz?" Bu açıklama, milletimizin görmek ve duymak istediği sorudur. Geçmişte, hükümetin en az iki kez açılım süreci başlattığını, ancak bu süreçlerin sonuçsuz kaldığını biliyoruz. En son Hendek operasyonları sırasında yaşanan kayıplar hala hafızalarda. Diyarbakır'ın bazı bölgeleri yıkıldı, can kayıpları oldu ve imar çalışmaları halen sürüyor. Daha önce sonuçsuz kalan bu süreçlerden ders alınması gerekirken, şimdi adı bile konulmayan yeni bir süreç gizlice yürütülüyor. Bu noktada siyasetçilerin rollerini hatırlatmak istiyorum. Cumhurbaşkanı, bakanlar ve milletvekilleri, halk adına görev yapan vekillerdir. Bu unvanlar, milletin iradesini temsil eder ve her adımda milletin bilgilendirilmesi gerekir. Bu milletin çocukları vatan savunmasında canını ortaya koyarken, vatandaş vergileriyle devletin ayakta kalmasını sağlarken, yönetimlerin halka karşı açık ve hesap verebilir olması şarttır. Devlet milletindir, hükümet ise bu millete hizmet etmekle yükümlüdür.
- Hükümetin bekası mı devletin bekası mı? / 04.01.2025
- Kritik bir süreç: Umut hakkı / 02.01.2025
- Suriye'de kim kazandı, kim kaybetti? / 26.12.2024
- Suriye’de büyük oyun / 20.12.2024
- Suriye'de Pandora'nın Kutusu Açıldı / 12.12.2024
- 12'ye 5 kala Esad ile barışma / 06.12.2024
- Bayrak çekilen gemiler bizi savaşa sürükledi / 05.12.2024
- Karışıklık Suriye ile mi sınırlı kalacak? / 04.12.2024
- Dikkat! Çözümün adresi / 30.11.2024