1096 yılında başlayan Haçlı Seferleri, Ortodoks ve Katolik olarak o yıllarda başlıca iki kutba ayrılmış olan Hıristiyan âlemini dinî, ekonomik ve siyasi bazı müşterek çıkarlar etrafında ortak düşmanları olan Türklere karşı bir araya getirebilmiştir. Haçlıların kendi aralarındaki mezhepsel mücadeleleri ve inanç temelleri üzerine bina edilen siyasi ayrılıklar zaten bu zoraki birlikteliğin en başından beri taşıdığı bir zafiyettir. Bir önceki yazımda anlatmaya çalıştığım gibi, seferlere ön ayak olan Bizans'ın isteği, Anadolu ve Ortadoğu'da kaybettiği toprakları geri alabilmek, kurulan büyük haçlı ordusu ile Türkleri mağlup ederek tamamen topraklarından atmak ve bir daha toparlanamayacak hale getirene kadar devletlerini yıkmak, nüfuslarını kırmak, maneviyatlarını çökertmekti. Ağırlıklı olarak Katoliklerden oluşan haçlı birliğinin seferler öncesi anlaşmalara sadık kalmayarak bazı yerleri Bizans'a vermeyip oralarda Katolik-Latin devletçikler kurması ve Ortodokslara karşı tutumları, içlerinde birbirlerine duydukları düşmanlığın ne denli köklü olduğunu ve devam etmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Katolik Hıristiyanlığın temsilcisi olan Papalığın haçlı seferlerinden beklentisi, Müslümanların elinden Hıristiyanlığın doğduğu Kudüs'ü ve kutsal toprakları geri almak olduğu kadar, Bizans'ın himayesindeki doğu Hıristiyanlarını da, yani Ortodoks Hıristiyanları da kendi hâkimiyeti altına almaktı. Bunlara rağmen Bizans, kaybettiği toprakların bir kısmını geri almayı başarabilmiştir.
Haçlı Seferlerinin amaçlarına ulaşamamasının sebeplerinden birisinin de Cengiz Han'ın 1205'te Çin'i işgal etmesiyle başlayan Moğol istilası olduğundan yine önceki yazılarımızda söz etmiştik. 1227 yılında Cengiz Han'ın ölümünden yüz yıl sonra Moğol istilası Orta Asya, Kafkaslar, Rusya, Doğu Avrupa, Balkanlar, Orta Avrupa, Anadolu, İran, Irak, Suriye ve tüm Mezopotamya, Kore ve Hindistan'ı sarmıştı. Japonya'ya tarihte ilk çıkarmayı da yapmışlar ancak 1274 ve 1281'deki teşebbüsleri, kamikaze tayfunları sebebiyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Denizciliği bilmeyen ve bozkır geleneklerine uyup kurdukları devletleri ölen hükümdarların oğulları arasında bölüp küçülten Moğol varlığı, işgal ettikleri ülkelerde uzun soluklu olamadı. Gittikleri her yerde ilmî yapıları ve eserleri yok eden, bilim adamlarını öldüren, halkı büyük ölçüde katleden, mimariyi talan eden, ülkeleri talan edip ateşe veren bu anlayış, kılıç gücü ve vahşetle bir müddet ayakta kalmış ama asla bir medeniyet kurmayı başaramamıştır.
Anadolu'daki otorite boşluğuyla ortaya çıkan beyliklerden birisi olan Osmanlı devleti, haçlı seferleri ile bir nebze nefes almış olsa da umduğunu bulamayıp günden güne güç kaybeden Bizans'a karşı sürekli olarak ilerleme kaydetmektedir. Diğer Türk beylikleri ile mücadele etmek yerine, onlarla barışçıl ilişkiler kurarak Bizans ile savaşma siyasetini benimseyen Osmanlı beyliği, bu cihat politikası ile bütün Türk beyliklerinin aydınları ve halkları tarafından hoş nazar ile bakılan, sevilen bir beylik olarak hızla büyümeye devam etmiştir. 1299'da Söğüt ve Domaniç dolaylarında kurulan beylik, 1352'de Çanakkale Boğazı'nı geçip Trakya'ya adım atmış, Bizans üzerindeki baskısını hem doğu hem de batıdan iyice hissettirmeye başlamıştı. Bunun anlamı şudur: Dağılan Selçuklu Devletinin yerini artık Osmanlı Devleti almaya başlamıştır. Üstelik Selçuklu Devleti gibi sadece doğudan değil, hem doğudan hem de batıdan Bizans'ın karşısına çıkmaktadır. Hem doğudan, hem de batıdan Bizans'ı sıkıştırmaktadır. Durum eskisinden çok daha vahim hale gelmektedir Bizans için.
Uygur Türklerinin sıkıştırdığı diğer Türk boylarının batıya ilerleyişi ile başlayan Kavimler Göçü, bu göçün derinden etkilediği Avrupa'da yaşanan radikal toplumsal ve siyasal dönüşüm neticesinde yıkılan Batı Roma İmparatorluğu… İlk çağın sonu, orta çağın başlangıcı demek olan olaylar zincirinde Türkler var. Bu defa Doğu Roma, yani Bizans sonunun geldiğini yakından hissetmektedir. Avrupa ülkelerinden istenen yardımlar, Osmanlı Devleti üzerine birleşik Avrupa ordularıyla düzenlenen seferler ve yapılan Niğbolu, 1. Kosova, Varna ve 2. Kosova savaşları da gidişatı değiştirmeye yetmez. 1453'te Osmanlı Devleti en son Bizans kalesini, Doğu Roma'nın başkentini, Ortodoksluğun merkezini ele geçirir ve Bizans geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde tarihteki yerini alır. Türkler böylece Ortaçağı da kapatan, Yeniçağı başlatan güç olmuştur.
Türk-İslam medeniyetinin yükselişi "Türk Çağı" adı da verilen XVI. Yüzyıla kadar devam edecektir. Bu arada gözden kaçırılmaması gereken önemli gelişmelere de değinmeden geçmek olmaz. Avrupa'nın en batı ucunda 756 yılından 1492 yılına kadar devam etmiş olan Müslüman Endülüs Devleti, Marco Polo'nun 24 yıllık seyahatinden Amerika ve Avustralya'nın keşfine kadar giden coğrafi keşifler süreci ve de elbette ki Rönesans ve Reform hareketleri. İbret dolu tarih sayfaları arasındaki yolculuğumuza devam etmek ümidi ile…
- Kul, âşık, asker... / 18.04.2022
- ABD’nin ipiyle Çin kuyusuna inilmez - 2 / 03.11.2021
- ABD’nin ipiyle Çin kuyusuna inilmez - 1 / 02.11.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - 5 / 08.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - 4 / 07.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - 3 / 06.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi (2) / 05.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - I / 04.08.2021
- Dini ve milli duygularla dolu bir haftanın ardından - II / 28.07.2021