Tayvan meselesi ideolojik ayrılıklar yüzünden ortaya çıkmış bir meseledir. Bugün sorunun devam etmesi, tamamen ABD ve onun önderliğindeki batı dünyasının müdahaleleri sebebiyledir. Yoksa Çin ve Tayvan aynı halk, aynı millet tarafından oluşturulmuştur. Gelin görün ki ideolojik sebeplerle bugün siyasî anlamda can düşmanı olmuşlar. ABD ve Batı aradan çekildiğinde problemler çok daha kolay ve kısa sürede çözülebilecekken onların olaylara dâhil olması, sorunların çözülmesine değil gerilimin tırmanmasına, Batı dünyasının da bölgede varlığını kuvvetlendirmesine ve çıkarlarına uygun şekilde bölgeyi yönlendirmesine, yapılandırmasına yarıyor. Tayvan, batı dünyasının elinde Çin'e karşı kullandığı bir silah durumuna gelmiştir. Oysa ticaretinin çoğu Çin iledir. Çin ile ilişkilerini düzeltmesi Tayvan'ın menfaatlerine, halkının kalkınmasına, bölge ve dünya barışına daha çok hizmet edebilir.
Rusya, Prof. Dr. Haydar Baş'ın 17 Şubat 2013'te Rusya'nın Duma meclisinde kapitalizmi tarihe gömerken onun tezi olan Millî Ekonomi Modeli'ni uygulamaya karar vermişti. 2013 yılı Mart ayında Çin de Milli Ekonomi Modeli'ni uygulamaya başladı. Bu sayede vatandaşını ekonomik olarak güçlendirerek iç tüketimi devreye koydu. İhracata dayalı büyüme modelini uygularken dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Çin, bugün yoksullukla mücadelede en başarılı ülke olmuştur. Bu süreçte açlık oranı yüzde 17 den yüzde 1.5'in altında bir seviyeye gerilemiştir. Çin devleti, elindeki 2.5 trilyon ABD dolarını kıymetli maden ve emtiaya dönüştürerek dolar sömürüsünden çıkmaktadır. Son birkaç yıldır en fazla altın alan ülkedir. Bunun yanı sıra Afrika başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde madenler, tarım arazileri, limanlar satın alıyorlar. Çinli firmaların yükselişinin önüne geçilemiyor. Pek çok ABD'li ve Batılı firmaların üretimi Çinli şirketler tarafından yapılıyor. Pek çoğunu Çinli şirketler satın aldı bile. Kendi millî paraları ile ticarete ilk olarak 2008'de Rusya ile başlamışlardı. Bugün bu kervana pek çok ülkeyi ekliyorlar. Dolar ile değil, millî paralar ile petrol ve doğal gaz ticareti anlaşmaları yapıyorlar. Çin, BRICS ülkelerinden biri olmakla beraber, aynı zamanda Şanghay İşbirliği Örgütü'nde de Rusya ve Hindistan gibi iki büyük Asya ülkesi ile birlikte hareket etmektedir. Şanghay İşbirliği Örgütü'ne 17 Eylül'de İran'ın da katılması (üye ülke sayısı Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Pakistan ile beraber dokuza ulaşmıştır) da son derece önemli bir gelişmedir. İran'ın da ülkesinde bir Millî Ekonomi Kongresi yapılmasını talep etmesi de çok manidardır.
Çin'in kaydettiği ekonomik gelişmeler, buna paralel olarak sadece bulunduğu coğrafyada değil tüm dünya sathında artan etkinliği, ABD ve onun güdümündeki batılı devletleri çok rahatsız etmektedir. Çin ile ilgili konuların dünya kamuoyunda bu kadar geniş yer tutmaya başlaması, ABD ve Batı'nın içinde bulunduğu panik ve çaresizliği göstermektedir.
Çin ile ilgili konuların bizim medyamızda hep ABD ağzı ile aktarılması da ayrı bir garabettir. Son günlerde CAATSA yaptırımları, S400 krizi, F35 savaş uçağı projesi, Yunanistan-Bulgaristan-Romanya ile yaptığı askerî anlaşmalarla Karadeniz'e girme ve görünüşte Rusya'yı çevreliyormuş gibi olsa da aslında Türkiye'yi kuşatma çalışmaları, BOP kapsamında Irak ve Suriye'de terör örgütleriyle Türkiye'yi sıkıştırma uğraşları, diğer Arap ülkelerini İsrail ile barıştırırken hep Türkiye karşıtı bir çizgiye çekmesi gibi açık seçik Türkiye düşmanlığı çağrıştıran tutumlarına rağmen bu Amerikan seviciliğini anlamak mümkün değil. Onlara kalsa ABD ile ilişkileri düzeltmek için, stratejik ortak pozisyonumuzu geri almak için derhal Çin aleyhtarlığı kampanyaları başlatılmalı. Uygur Türklerine yönelik Çin hükümeti politikalarının gündeme gelmesi bile ABD istediği zaman oluyor. Uygur Türkleri ile aramızdaki dinî ve millî bağlarımız, yıllardır Çin aleyhine istismar edilmeye çalışılıyor zaten. ABD ile ilişkileri daha kısa zamanda düzeltmek için, bu kesime göre, Türkiye Tayvan meselesinde de açıkça ABD tarafında safını belli etmelidir. Bu çevrelerce, adeta Tayvan Türkiye için yeni bir Güney Kore yapılmak isteniyor desem abartı olmaz. Oysa bu düşünce, Türkiye'yi ABD'ye daha da bağımlı duruma getirmekten başka bir sonuç getirmez. Kurtuluş Savaşı yıllarından beri Atatürk'ün mücadele ettiği Amerikan mandacılığı, 10 Kasım 1938'de hortlamakla kalmamış, epeyce de mesafe almış anlaşılan.
Bir kez daha ifade edelim ki, Türkiye Cumhuriyeti dış ilişkilerinde Atatürk'ün tam bağımsızlık, millî menfaatlerin korunması ve "yurtta sulh, cihanda sulh" ilkelerinden ayrılmamalıdır. Kendisine faydası olmayan çekişmelerden uzak durmalı, gerçekten barışı ve istikrarı korumaya katkıda bulunmaya çalışmalıdır. Barış ve istikrar adı altında ABD ve Batı'nın menfaatleri uğruna kendini feda etmemeli, onların oyunlarına alet olmamalıdır. Prof. Dr. Haydar Baş Hoca'nın dediği gibi, bizim üzerimizde hesapları olanlarla değil, olmayanlarla ilişkiler geliştirmeye çalışılmalıdır.
- Kul, âşık, asker... / 18.04.2022
- ABD’nin ipiyle Çin kuyusuna inilmez - 2 / 03.11.2021
- ABD’nin ipiyle Çin kuyusuna inilmez - 1 / 02.11.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - 5 / 08.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - 4 / 07.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - 3 / 06.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi (2) / 05.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - I / 04.08.2021
- Dini ve milli duygularla dolu bir haftanın ardından - II / 28.07.2021