Bir haftadır Prof. Dr. Haydar Baş anılıyor… Salon programları, televizyon programları, gazete yazıları, sosyal medya hesapları, sohbetler hep O'nunla dolu. Ruhu için okunan Kur'an'lar, tevhidler, salavatlar, edilen dualar… Amma yetmez. Yılda bir gün değil; her gün, her an hatırlanması gereken yüce bir şahsiyettir Haydar Hoca.
Ankara'da da anıldı Baş Hoca, her yerde anıldığı gibi. Bana da dediler, Prof. Dr. Haydar Baş'ı nasıl tanırsın, sence nasıl birisidir diye sorsak, şöyle iki üç dakikada neler söylersin diye. O kadarcık zamanda anlatılması imkânsız elbette. Bir ben değil, herkes O'nu böyle kısacık sürede nasıl anlatabileceğinin sıkıntısını yaşıyor.
Meşhur bir hikâye vardır ya Mevlana'nın Mesnevi'sinde. Hani körleri bir filin yanına koymuşlar, sonra her birine sormuşlar fil nedir diye. Her birisi de başka başka tarif etmiş fili. Teşbihte hata olmaz derler. İşte o hesap, sadece o salonda değil, bir tek o gün değil, hakkında her yerde bütün anlatılanları ve anlatılacakları toplasak, onu anlatmakta yine eksik kalır. Öyle biriydi Haydar Hoca. Tanıdığım kadarıyla ancak birkaç yönünden kısaca bahsedebilirim.
Öncelikle o has bir kul idi. Her fırsatta dile getirdiği gibi, yaradılışının gayesine göre yaşayan, Cenab-ı Allah'ın rızasından ve sevgisinden başka hiçbir beklentisi olmayan has bir kul. Kulluğun en büyük makam olduğunu söylerdi hep. İnsanın vazifesinin de bu olduğunu söylerdi. Hep bu şuurda olduğu için de asla ölçü dışına çıkmadı. Onun ölçüsü Allah'ın ölçüsüydü hep.
Sonra, kulluğu aşk boyutunda yaşadı. Rabbine âşıktı. Peygamber efendimize, Ehl-i Beyt'e âşıktı. İnancına, vatanına, milletine, devletine, bayrağına, bağımsızlığına, tarihine âşıktı. Bitmek tükenmek bilmeyen enerjisini bence bu aşktan alırdı. Şimdi âşık, maşukuyla beraber. Ama eminim ki Mirac'da Rabbine kavuştuğunda ümmetini unutmayan Resulüllah efendimiz gibi, bizleri hep hatırlıyor. Bizler de kapasitemiz ölçüsünde, becerebildiğimiz kadarıyla bu güzel duyguyu yaşamayı ondan öğrendik. En çok sevdiklerimize kavuşacağımız o anı düşünmek, bize tarifi imkânsız bir huzur ve umut aşılıyor.
Bir yönü daha var anlatmadan geçemeyeceğim. Malumunuz ben emekli bir askerim. Çocuk yaşta, Kuleli Askerî Lisesi'nde üniforma giydim. Tam otuz yıl gururla Türk askeri olarak hizmet etmeye çalıştım. Biz çok küçükken öğrendik her şeyin vatan için olduğunu. Çok küçükten beri hazırdık icabında vatan için can vermeye. Yürüyüş kararı olarak en çok saydığımız sözlerden biri olmuştur "vatan sana canım feda." İster istemez bazı duygular biraz daha öne çıkıyor asker kişide. Bazı refleksler gelişiyor fikir ve gönül dünyasında. Olaylara, hayata hep "önce vatan" diye bakıyorsun ister istemez. Bir vazifeniz var, emekli olsanız da sizi hep sorumluluk duygusuyla hareket etmeye zorluyor. Türk vatanını, Türk milletini, Türk devletini her türlü iç ve dış tehditlere karşı korumak için eğitilmiştik. Emekli olsan da bitmeyen bir vazife!
Bir gün, bir konuda bana dönüp, "Sen askersin, ne görüyorsun bu mevzuda, asker nasıl düşünür anlat bakalım. Ben yedek subay olarak askerlik yaptım. Bizim askerlik işte bu kadarcık. Onun için seni dinlemek istiyorum" dedi. Konuşmaya başladım. Baktım ki her şeyiyle bana yönelmiş, her şeyi bir tarafa koymuş, beni dinliyor. Öyle bir duyguya kapıldım ki, sanki sadece Haydar Hoca değil, ne var ne yok her şey beni dinliyor. Hiç müdahale etmeden dinledi. Söyleyeceklerimi tamamlayınca o konuşmaya başladı. Bir de baktım ki, benim anlattıklarımdan çok daha fazlasını anlamış. Acaba anlatabilecek miyim diye endişe ettiğim teferruatlı, teknik konuları pek güzel kavramış. Askerî bir eğitim almamış bir insanın bu denli meselenin özüne vakıf olmasını izah etmek mümkün değil. Vatan, millet, devlet, tam bağımsızlık… Konuştuğumuz her konuda tam bir asker gibi, komutan gibi düşünüyor. Anladım ki asıl bizim askerlik Haydar Hoca'nın yanında bir şey değilmiş. Hadi ben askerî lise, harp okulu falan okudum. Peki, Haydar Hoca nereden öğrenmişti askerliği? "Her Türk asker doğar" sözünün canlı ispatıydı Haydar Hoca. "Vatan sevgisi imandandır" hadis-i şerifinin vücut bulmuş haliydi.
Asker Haydar Baş, bütün millî ve manevi değerlerini korumak ve kollamaya adamıştı adeta kendini. Ömür boyu süren bir nöbet tuttu. Bir saatlik nöbet hakkında bize bildirilen müjdeleri düşününce, hey hat, böyle bir nöbetin mükafatı nasıl olabilir ki?
Her cepheden saldırılara neredeyse tek başına karşı koydu. Birlik ve beraberliğimize yönelik hamleleri boşa çıkardı. Dinler arası diyalog hıyanetine aman vermedi. "Kıbrıs Türk'ün vatanıdır. Yavru vatanı filan değil, vatandır" deyip Kıbrıs davasına sahip çıktı. Ermeni soykırımı safsatalarını okuyanların oyunlarını bozdu. Atatürk'e ve cumhuriyete saldıran İngiliz ve Yunan ajanlarının foyalarını meydana çıkardı. Şeriat ve hilafet gibi kavramları dillerine dolayanların içinde bulunduğu gaflet ve dalaleti ortaya koydu. Çıkarılmak istenen Alevî-sünnî ve şiî-sünnî savaşını engelledi. Ekonomik, sosyal, siyasal, dinî, vb. her yönden bütün hileleri zamanında gördü, bütün tuzakları bozdu ve akla gelebilecek hemen her alanda iyiyi, güzeli, doğruyu, gerçeği, olmasını gerekeni gösterdi. Bu kadarla da kalmadı, nasıl yapılması gerektiğini de öğretti. Bunun için "işte benim kadrom" dediği nice askerler yetiştirdi.
Prof. Dr. Haydar Baş, nöbetini layığı ile tuttu ve devredip Hakk'a koştu. Vazifesini bir ömür boyu hakkıyla yapmanın ödülünü doya doya yaşıyor. Şimdi nöbet sırası bizlerde. Sancak Hüseyin Baş'ın emin ellerinde. Bizler, Bağımsız Türkiye Partisi, tam kadro, atik, tetik, dimdik nöbette Hocam…
- Kul, âşık, asker... / 18.04.2022
- ABD’nin ipiyle Çin kuyusuna inilmez - 2 / 03.11.2021
- ABD’nin ipiyle Çin kuyusuna inilmez - 1 / 02.11.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - 5 / 08.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - 4 / 07.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - 3 / 06.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi (2) / 05.08.2021
- Türklerin Müslüman oluşunda Ehl-i Beyt’in rolü ve önemi - I / 04.08.2021
- Dini ve milli duygularla dolu bir haftanın ardından - II / 28.07.2021