Tanrıya başkaldıran Batı, Hıristiyanlığın kıymet vermediği, önemsemediği, günahkâr, suçlu kabul ettiği bu insanı ve aklını başköşeye oturttu. Böylelikle İnsanı merkeze yerleştirip sözde itibarını, değerini güya iade etmiş oldular.
Kutsaldan kopuş olunca, yerine bir değer koyma arayışının bir sonucu olarak, İnsan merkezli bir inanca gelindi. Batı insana tapar oldu.
Buna da Hümanizm denildi. Böylece Batı dünyası kiliseden dolayı ortaya çıkan manevi boşluk için bir sığınak aradı, bu değersizlik açlığına Hümanizm ile bir çözüm arayışına girdi. (Hümanizm, başlangıçta Hıristiyanlıktan beslenen bir akım olarak ortaya çıkmasına rağmen daha sonra bu hüviyetini kaybederek insanî değerlerin kaynağını Yunan ve Roma medeniyetinde arama yoluna girmiştir. Hümanistlere göre bu iki medeniyetin dayandığı ahlâk değerleri, başta Hıristiyanlık olmak üzere diğer bütün dinlerin ahlâkî anlayışlarından daha üstündür. Bu sebeple ilkçağ terbiyesinin vasıflarını bilmek zarurî olmaktadır. Hümanistler ortaçağ skolastiğini reddederek antik kaynaklara döndüler. Kutsal olarak kabul ettikleri metinleri Hıristiyanlık öncesinin eserleri ile birlikte yaydılar.)
Hümanizm; insanı yücelten, tek uğraşın insan olduğunu, en yüce ve tek varlık insandır diyen, insan aklıyla her şeyin, her sorunun halledilebileceği gibi bir anlayışa, bir inanışa evirildi. Hümanistler yaşadıkları çağa, topluma, yerel ve ulusal tüm değerlerine uzak olan bir anlayışa, bir inanışa sahiptiler. Onlar için işin temelinde insan sevgisi başta olmak üzere sanat ve insan yapısının mükemmel bir varlık olması yatar. Bir akım olarak İtalya'da 14. yüzyılda oluşan hümanizm, zaman içerisinde hümanizmi benimseyen pek çok kişinin ortaya çıkmasına olanak vermiştir. Günümüzde pek çok insan hümanizmin gerçek yüzünü bilemediğinden olsa gerek yeri geldiğinde ben hümanist biriyim diye kendini tarif edebiliyor. Yani insana değer veren biri anlamında kullanılır. Hiç doğru bir yaklaşım olmadığını söyleyelim.
Çoğu insan, "hümanizmi yanlış bilir ve tanır. Bu yanlış düşüncenin başında hümanizmin, 'insan sevgisi', 'barış', 'kardeşlik' gibi değerleri kapsadığını sanmak vardır. Oysa hümanizm bu ifadelerin arkasına sığınılan son derece tehlikeli bir felsefedir. Bu çerçevede Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli de hümanist ilan ediliyor. Hatta en büyük hümanist olarak gösteriliyorlar. Bu şahsiyetler, insan ve insanlık sevgisiyle doluydular ama hümanist değildiler. Çünkü hümanizmde insan ve insanlık sevgisinin membaı Yunan ve Roma medeniyeti olurken;
Türk büyüklerinin tükenmez insan sevgileri Türk kültürü şuuru ile İslam ahlakı ve Ehl-i Beyt'in faziletlerinden besleniyordu. Meselâ, Mevlâna'nın görüşlerini İslâm'ın dışında yorumlamak İslâm'ı kavrayamamanın bir sonucudur ve kültürel bir yabancılaşmayı gösterir.
Oysaki Hümanizmin insan severlikle bir alakası yok.
En azından hümanizmin özünde böyle bir şey yok.
Bu kavram Avrupa'da ilk çıktığı zaman Müslüman Türk aydınlar bu kavramı tercüme etmeye, Türkçeleştirmeye çalışmışlar. Bu gayretleri sonucunda iki sonuca ulaşmışlar; 1. "Beşeriyete İbadet Mezhebi." 2. "Muhabbeti İnsaniye Mezhebi."
Doğrunun, yanlışın, iyinin ve kötünün kaynağı olarak insanı alıyorsak, her şeyin ölçütü insandır diyorsak aslında insana bilgi, ahlak, bakımından bir otorite olma imkânı tanıyoruz.
Bu durum belirli bir ideoloji ile karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Türkçede bu "İNSANCILIK" diye ifade ediliyor.
Bu akımı anlamak için bu akımın mensuplarının kendileri hakkında ne dediğine baksak daha iyi olur. Bakın bu hümanistler kendilerini nasıl anlatıyorlar; "Hümanizm etik bir anlayıştır. Dış yaptırım olmaksızın başkalarını anlamaya ve ilgi duymaya çalışır. Rasyonalist ve akılcıdır. Bilimin yıkıcı ve yaratıcı olarak değerlendirilmesinde akla öncelik verir. Aklı otorite kabul eder. Bilimin yıkıcılık yönünü akılla iyileştirmeye çalışır. İnsan hakları ve demokrasiyi destekler. Kişisel özgürlüğü, sosyal sorumlulukla dengelenmeye çalışır. Hümanizm, dogmatik dinlere alternatif bir cevap oluşturur. Hümanizm etik ve yaratıcı yaşamın uygulayıcısı olmasıyla insanı en üst düzeyde tatmin etmeye çalışan bir felsefesidir. Hümanizm sanatsal, yaratıcılığına ve hayal gücüne büyük değer verir."
Bunları toplumu dönüştürücü yönünde kullanır. Şarkı sözleriyle, sinema ile sosyal medya ile kısaca yazılı görsel bütün alternatiflerle amacını gerçekleştirmeye çalışır.
Hümanizmin temel itirazı kilisenin vesayetine karşı koymaktı. Fakat daha sonraki dönemlerde Hümanizm daha Seküler bir temelde kendisini ifade etmeye başladı. Artık sadece kilisenin vesayetine değil, Tanrının vesayetine de karşı çıkmaya başladılar. Felsefi anlamıyla hümanizm, tanrı-insan mücadelesinde tanrıya karşı insanın tanrılaştırılması, kutsanması, değer belirleyen birincil kaynak olarak alınmasıdır.
En iyi değerler, karakterler ve davranışların doğaüstü bir otoritede değil de, insanlarda olduğuna inanan düşünce sistemidir.
Sonuç olarak Hümanistler; üstün güçlere, yüce güçlere, başvurmaksızın, insanların kendi hayatlarına anlam ve biçim vermelerinden hareket eden bir akımdır. Tüm bunlar insanın değerinin dengeli bir şekilde ortaya konulmaması; ya göklere çıkarılıp tanrılaştırılması ya da hayvanlardan aşağı indirilmesi şeklinde cereyan eden iki aşırı uçtaki gel-git durumunun insanlık sahillerine bıraktığı kokuşmuş bir enkazdır.
Rönesans ve Reformlarla başlayan Avrupa da ki evrilme İnsanı getirip değer kaybının, değersizliğin zirvesine oturttu. Anlamsızlığın en karanlık noktası olan Nihilizm (Hiççilik) anlayışına teslim etti.
Bu gün batı dünyasına baktığımız da batı artık insanın nasıl bir varlık olduğunu unutmuş durumda.
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025