Siz hiç karda açan çiçekleri gördünüz mü?
Zanneder misiniz ki çiçekler sadece bahar ve yaz süresince açar? Ya da evlerde kalorifer üstündeki mermerlerin üzerinde özel köşelerinde varlıklarını sürdürürler? Çiçekler her mevsim açarlar… Her mevsimin kendine özgü çiçekleri vardır.
Açelya, Atatürk Çiçeği, Çuha Çiçeği, Defne, Kasımpatı, Kış Sümbülü, Kış Kirazı, Japon Ayvası, Manolya, Nergis, Orkide, Sıklamen…
Bunlar hep kış çiçekleridir.
Sadece insanların yüreklerinde açan sevgi çiçekleri vardır ki, onların mevsimi yoktur… Sadece yeşerebilecekleri bir gönül tarlası bulsunlar…
Uludağ'ın yamaçlarında dolaştığımız yıllarda, karların arasından sarı ve mor kardelenler fışkırır, yörede yaşayanlar bunları farklı isimler ile anarlardı.
Özellikle karların eridiği yerlerden başlayarak, henüz toprak yeşermeden su birikintilerinin oluştuğu orman aralarında, sarıalan, kirazlıyayla gibi çayırlıklarda resmen bir renk cümbüşü oluştururlar… Zirve yürüyüşlerinde aralarından geçenler zonları ezmemeye çalışır, bu manzaranın tadını çıkartırlar.
Bazen üzerlerine son bir kez daha kar yağar, ilk güneşte yine boyunlarını uzatır, bu sefer son kışa kafa tutarlardı. Doğanın her mevsim bitmeyen bir ahenk içinde insanlara sunduğu güzellikler sadece kardelenler ile sınırlı değildi elbet.
Ağaçların arasında güneşin doğması ile şakımaya başlayan serçeler dallardan karların dökülmesine neden olurlar, mevsimi şaşırmış bir bülbülün sesi, belki de mevsimin ilk yaban gülünün varlığını müjdeler; kokuyu takip ederek dere boyundaki dikenler arasında gülü keşfetmemize neden olurdu. Yaz sonunda çıkan, bazen muzip bir dağ tavşanının ustaca dişlediği ancak koparıp yok etmediği mantarı görür; tekrar yetişmesi için köküne dokunmadan geçerdik.
Sarıalan'da eski orman barakalarında geçen 20 yıl bize dağ ile ilgili çok şey öğretmekle kalmadı, çeşitli güzelliklerin yanı sıra; ormanın düşmanlarını da tanımamızı sağladı. Bunun doğal sonucu olarak gücümüz yetmediği için o bölgedeki çalışmalarımıza son vermek, adımıza yakışır gibi keşşaf olmak başka yerlere göçmek zorunda kaldık.
Belki bizi Uludağ'dan kopardılar ama yaşadığımız iyi ve güzel anıları bizden alamadılar… Tek üzüntümüz bizden sonraki çocuk ve gençlere bizim yaşadığımız güzellikleri yaşatamamış olmak oldu. Oralarda oteller, modern tatil barakaları yapılırken bizim bir kulübemizi bile çok gördüler.
Görev yapan bekçisinden müdürüne kadar pek çok doğa dostu milli park görevlisi ormancı ile çalıştık, arkadaş olduk, dostluklarını kazandık. Hepsini onurla yad etmediğimiz bir günümüz bile olmadı. Hepsi hem koruma hem de Milli parkçı lığın ne olduğunu bilen, bu uğurda tanıtım ve koruma hizmeti anlamında canla başla çalışan insanlardı.
Bu günlerde güzelim Bursa ovasını yok edenler, geleceğe miras kalması, korunması gereken sevgili Uludağ'ımızı da imara açmanın, buna bir kılıf uydurmanın yollarını arıyorlar.
Bir insan nasıl kendi ayağına kurşun sıkar anlayamıyorum.
***
Hele hele, bizi dağın zirvesine taşıyan eski teleferik çalışanlarının fedakârlıklarını, kadirşinaslığını, iyi birer insan olmanın ötesinde insan sarrafı olma becerilerini düşündükçe, onların yaz-kış neler yaşadıklarını yazmanın ve anmanın bir görev olduğunu düşünüyorum.
Teleferik enerji hattının koptuğu kış aylarında, dağın ulaşımı sadece karayolu ile sağlanır; Sarıalan ve Kadıyayla ölüm sessizliğine bürünür, et lokantaları kan ağlardı. Karayollarının yolu açacak greyderi dört gözle beklenir, orman telsizinden ve bizim manyetolu telefonumuzdan başka bir haberleşme imkânı kalmazdı. Vadi üstünde kopan kalın elektrik hatlarını yenileyenler hem yoğun kış ve arazi koşulları ile mücadele eder, hem de sınırlı çalışma koşullarında sağlıklarını ve canlarını ortaya koyarlardı. TEDAŞ görevlileri, Ormancılar, Belediye personeli tek yürek olur; kimsenin bilmediği bir savaş sergilerlerdi.
On-on beş gün süren onarımlar süresince ekmeğimizi toptan alır, çuvalları barakaların içinde çatılara asardık. Doğal bir derin dondurucuya koyduğumuz için ekmekler taş kesilir, kuzine sobanın fırınında ısıtarak ilk günkü yumuşaklığına döndürürdük. Kış boyu hiçbir şeyimiz bozulmaz, kavanoz ve tenekelerde sakladığımız her şey gençlerin ihtiyacı kadar harcanırdı.
Bütün bunları niye yazıyorum biliyor musunuz?
Uludağ bir Milli Park'tır.
Bütün Dünya'da sayılı ve saygınlığı olan bir Milli park… Üzerinde yetişen bitki ve varlığını sürdürmesi gereken hayvan popülasyonu ile korunması gereken, doğasının tahrip edilmemesi gereken, yıkılan bir ağacın bile kendi halinde çürümesi için yerden kaldırılmaması gereken, pınarlarının ve akarsularının satılmaması, oteller gibi yılda birkaç ay turizm amaçlı çalışan yapılarla kirletilmemesi gereken önemli bir yurt değeridir.
Ne yazık ki böylesine değerli bir dünya mirasını koruyamayan, kıymetini bilmeyen bir toplum olduk…
Otel yapma, Uludağ'ın sularını satma gibi girişimler her devirme olmuş ancak dağın varlığını tehdit edecek ölçülere erişmemişti. Bu gerçeği unutanlara, korunması gereken Milli park olma özelliğini hatırlatmak istedim. Yaz aylarında binlerce endemik bitki ve ağaç susuzluktan kuruyup gitti. Hem de birkaç su şirketinin çıkarına kurban olarak…
Örneğin Amerika kıtasında ve Avrupa'nın bazı ülkelerinde yıpranan doğa parçalarına bırakın inşaat ve onarım yasağını, insan girişini bile yıllarca yasaklayan koruma tedbirleri uygulanmakta, yok olan flora ve faunası dikkatle takip edilmektedir. Bizde ise siyasi güç, her dönemde Uludağ'ı parsellemeye çalışan yandaşlarına inşaat izinleri vermiş, bu mücevheri koruyamamıştır.
Uludağ'ı arsa pazarına çevirmek isteyenlere, bilinçsizce çakılacak her çivinin hesabının bir gün sorulacağını ve en büyük zararı kendilerinin göreceğini hatırlatmak zorundayız. Kış sezonunun sonunda Uludağ'a çıkmanızı özellikle oteller bölgesinin katı ve sıvı atıklarının nasıl "yok edilemediğini" Milli Parklar yasasına aykırı bir biçimde doğaya bırakıldığını izlemenizi öneririm…
***
Yine bir kışın arifesindeyiz.
Bizim hayalimiz, yurt dışında gördüğümüz snowtrakların, kar motosikletlerinin, Kar hediklerinin, kayakların sadece Uludağ'da varlıklı bir kesimin kış eğlencesinin oyuncakları değil, kırsalda zor şartlarda yaşayan insanlarımıza da medeniyetin birer gereci olarak edinmelerini, hastalık ve ulaşımda kullanabilmelerini arzu etmiştik. Öyle yöreler var ki, kışın eziyetini hem eğitime hem de spora döndürmelerini, kış turizminin gelişmesini sağlayacak projelerin hayata geçirecek girişimlerde bulunmak önemli.
Bundan elli yıl öncede bunu düşünmüş ve önermiştik, bugünde ayni noktadayız.
Bizim kuşağın hayalleri gerçekleşmedi. Bugün Uludağ izcilerinin yerinde yeller esiyor. Birer kardelen olamadılar. Sayıları çoğalıp dağın pek çok yerinde izci kulübeleri de olmadı. Sadece imrenilerek anlatılacak öykülerin kahramanları oldular.
Yıllar sonra öğrendik ki, fakirin ihtiyacı olan bu gereçler ancak zenginlerin eğlencesi olabilirmiş.
Gayret yine zorda kalanların imdadına yetişmeye çalışan, jandarma ve arama kurtarma gibi yardım ekiplerinin üzerine kaldı. Umarım, yazımız bir ses getirir de ilgililer Uludağ'ın değerini fark kederler.
Yaradan herkesin yardımcısı olsun.
- Çöp dağları… / 11.04.2025
- Maaşının hırsızı… / 07.04.2025
- Rekabet ve geleceğin partisi olmak… / 05.04.2025
- İlahi adalet… / 04.04.2025
- Sahne… / 02.04.2025
- Sessizlik… / 01.04.2025
- Bayramlık… / 28.03.2025
- Gelecek kaygısı… / 21.03.2025
- VEFA… / 19.03.2025