Bundan bin yıl önce…
Bir adam çıkıyor. Adı Ahmet. Türkistan'da yaşıyor. Halk arasında 'Hoca Ahmet Yesevî' diye biliniyor. Bilge, şair, derviş… Anlatıyor da anlatıyor. Ama öyle bugünkü gibi, ekranlardan ya da sosyal medyadan değil… Kalpten kalbe konuşuyor.
Ne diyor peki?
"İslam kılıçla, zorbalıkla değil, gönülle yayılır."
"Önce ahlak, önce adalet, önce insanlık."
"Din, insanı özgürleştirir. Kula kul olmayı öğreten din, din değildir."
Türkler ona kulak veriyor. Yesevî'nin anlattığı İslam, onların yaşam biçimiyle örtüşüyor. Yesevî'nin İslam'ı, göçebe Türklerin mertliğiyle, adalet anlayışıyla, dayanışma kültürüyle uyumlu… Ne korkutarak, ne zorla, ne baskıyla… Sevgiyle, hikmetle anlatıyor. Türkler de seçiyor.
Evet, seçiyor.
Birileri gibi "şartlar gereği" Müslüman olmuyorlar. Birileri gibi zorla kılıç zoruyla, işgalle, tehditle inanmıyorlar. Gönülden bağlıyorlar kendilerini İslam'a.
Ehl-i keyif dervişler mi? Hayır. Bu insanlar, at sırtında yaşayan, kılıç kuşanıp kıtalar aşan savaşçılar. Ama zalimin karşısında eğilmeyen bir İslam anlayışı var kafalarında. Halkı ezen değil, halkı yükselten bir din anlayışı.
Sonra ne mi oldu?
Türkler Yesevî'nin İslam'ını unuttu.
Türk'ün İslam'ı, haktan yana olan, fakiri koruyan, "önce insan" diyen bir dindi. Şimdi? Kendi insanını ezen, zalimin yanında saf tutan, inanç üzerinden ticaret yapan bir yapı.
Yesevî'nin anlattığı gönül İslam'ı, yerini menfaat İslam'ına bıraktı. Tarikatların siyasete, paraya, ranta battığı bir düzen kuruldu. Zengin daha zengin oldu, fakir daha fakir. Yetimin hakkını yemek normalleşti. Ne adalet kaldı, ne vicdan.
Türkler, İslam'ı sevgiyle, akılla, bilinçle seçmişti. Şimdi o bilinci kaybetti. Ahmet Yesevî'nin hikmetleri unutuldu, yerine din adına sömürü düzeni kuruldu.
Bugün Türkiye'nin haline bakınca…
Türkler, İslam'ı bir kez daha seçmek zorunda. Ama bu kez gerçekten.
Türkler niçin Müslüman oldu?
Türklerin İslam'a girişinin asıl meselesi, neden Müslüman olduklarıdır. Çünkü bir topluluk bir dine girer, başka bir topluluk başka bir dinden çıkar, sonra tekrar döner. Bu, tarih boyunca olmuştur. Ama Türklerin İslam'a girişi bir inanç değişikliği değil, bir varoluş kararıdır.
Hoca Ahmet Yesevî'nin dizelerinde gördüğümüz şey tam olarak budur. Türkler, İslam'ı seçerken ne İranlılar gibi eski medeniyetlerini inkar ederek, ne de Araplar gibi geçmişlerine sırt dönerek girdiler. Onlar, İslam'ı kendi hayat tarzlarına uygun buldukları için, İslam'la bir dünya kurabileceklerini bildikleri için seçtiler.
Çünkü İslam, Yesevî'nin anlattığı gibi yaşandığında, adaleti bir yönetim ilkesi, ahlakı bir yaşama biçimi, ilmi bir varoluş sebebi haline getiriyordu. Türkler, bu kavramların zaten içinde büyüyordu. Onlar İslam'a girerken, bir dayatmayı kabul etmediler, bir imkânı gerçekleştirdiler.
Ahmet Yesevî bunu anladı. Hikmetleri, sıradan insanın kulağına çalınan naif kelamlar değil, bir milletin kaderini çizen kelimelerdi. O yüzden dervişleri, Anadolu'ya doğru yola çıktığında kılıç taşıyanlardan daha büyük bir güçle gidiyordu: Hakikatin gücüyle.
Sonra ne mi oldu?
O gün Yesevî'nin hikmetleriyle İslam'ı seçenler, bugün neyi seçeceklerini bilemez hale geldi. Türkler, Yesevî'nin İslam'ını bıraktı; yerine efendilerinin onayladığı bir din anlayışını aldı. Bunun nedeni Yesevî'nin sesini duyamayacak kadar gürültü içinde kalmamızdır.
Türkler bir kez daha karar vermek zorunda. İslam'ı gerçekten mi seçecekler, yoksa onlara dayatılanı mı yaşayacaklar? Çünkü bir millet, kendi seçtiğini yaşarsa millet olur. Başkalarının seçtiğini yaşarsa, başkalarının kulluğuna razı olur.
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025