Anlaşılmadık şeyler oluyor.
a).Yeni yılın ikinci günü ajanslar abonelerine şu haberi geçti:
"Fransa Savunma Bakanı Alain Richard, Afganistan'a yerleştirilecek barış gücünün komutasının 3 ay sonra İngilizlerden Türkiye'ye geçeceğini söyledi. Uluslararası gücün ilk birliği ise Kabil'e vardı. Alain Richard, Pakistan'a düzenlediği kısa ziyarette yaptığı açıklamada, ilk aşamada İngiliz, Türk, Alman ve Fransız birliklerinin görev alacağını ve 3 aylık bir ilk görev süresinin ardından İngilizlerin komutayı Türkiye'ye bırakacağını söyledi.
Türkiye'nin "resmî açıklaması" ise ancak bir gün sonra ve gene de "mahcup ve utangaç" bir ifade ile geldi. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Diriöz "Afganistan'a yerleştirilecek barış gücüne katılım ve komuta konularında ilettiğimiz görüşlerin olumlu karşılandığı izlenimi alıyoruz" dedi. Diriöz, ayrıntılar üzerinde çalışmaların devam ettiğini de kaydetti. "Türkiye, İngiltere'de konuya ilişkin yapılan bir dizi toplantıda, güce katılım sağlayabileceğini ve İngiltere'nin ardından komutayı üstlenebileceği" önerilerinde bulunmuştu.
Yâni "Bağımsız" Türk Devleti'nin Hükümet Sözcüsü Londra toplantılarında sunduğu önerilerin ne kadarının "üst makam" tarafından onaylandığını Fransız Savunma Bakanı'ndan öğreniyor ve bakanın açıklamasından bir gün sonra bile net bir bilgiye sahip olamayan Türk Dışişleri'nin Sözcüsü ancak "Önerilerinin onaylandığı izlenimi aldığını" söyleyebiliyordu.
Türkiye, Afganistan'da komuta üstleneceğini Fransız Savunma Bakanı'ndan duyuyordu.
b). Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu, Cumhurbaşkanı Sezer'in Çankaya Köşkü'nde Katar Emiri Hamad Bin Halife El-Tani için verdiği yemekten önce gazetecilerin sorularını yanıtlarken "ABD'nin Irak'a muhtemel bir askeri harekatına kuvvetli ifadelerle karşı çıkarak müdahalenin Irak'ın parçalanmasına yol açabileceğini" söyledi.
İki gün sonra ise Başbakan Ecevit "Irak'a olası bir askerî müdahalenin ister istemez Türkiye'yi de içine çekebileceği" endişesi taşıdığını ifade ediyordu.
Yâni "Bağımsız" Türk Devleti'nin Hükümet Başkanı; Genelkurmay Başkanı'nın açıkça ortaya koyduğu "askerî gereklere" rağmen insiyatifin elinde olmadığını ifade ile bir anlamda "çaresizlik" beyanında bulunuyordu.
Ben, bırakınız mangayı, fakat tek bir erin bile kullanılmasının söz konusu olması bakımından doğrudan askeri ilgilendiren benzer konularda, plânlamasında askerin bulunmasının; en azından askerle çok sıkı koordinenin yapılmasının mutlak şart olduğu böyle durumlarda bu tür başka herhangi bir "belirsizlik" örneği hatırlamıyorum.
Doğrusu hayra da yormuyorum.
Çünkü "belirsizlik" askerî harekâtın doğasına terstir. Askerlik sanatı ilimdir, mantıktır, matematiktir. Hiçbir komutan sonu belli olmayan bir maceraya askerini sürüklemez. Plânlamanın başkaları tarafından yapılmasına izin vermez. Çünkü "komuta sorumluluğu" devredilemez.
c). Aralık 2001 başında, MGK'nın Aralık ayı olağan toplantı gündemi "ön almak" bakımından basına sız(dırıl)ıyor. Gündemde yer alacak olan rapor şöyle;
"MGK için hazırlanan raporda, asıl amacının; bir din propagandası yapmaktan öte "Türkiye'yi bölmek" olduğu vurgulanan misyonerlik faaliyetleri karşısında gereken tedbirlerin alınamadığı, yasaların bu faaliyetleri önlemede yetersiz kaldığı vurgulandı. MGK'ya sunulacak bilgilere göre, Türkiye'de misyonerlik faaliyetleri, birçok ülkede faaliyette bulunan Ermeni Toprakları Merkezi, Avrupa Kiliseler Birliği, Ortodoks Kiliseler Birliği, Dünya Kiliseler Birliği üyesi kişiler tarafından sürdürülüyor. Son zamanlarda misyonerlik faaliyetlerinde Türklerin sempatisini kazanmış oldukları için Güney Kore vatandaşlarının da kullanılmaya başlandığına işaret ediliyor. Raporda, misyonerlik faaliyetlerinin Karadeniz'de Pontus, Güneydoğu'da Yezidilik, Keldanilik ve Hıristiyan Kürtler, Doğu Anadolu'da Ermenilik, Ege ve İstanbul'da ise Hıristiyanlığın eski toprakları şeklinde gündeme geldiği açıklanıyor."
Fakat toplantı gerçekleştiğinde hayretle konunun görüşülmediği anlaşılıyor.
Buna 1) 2002 yılının Türkiye-AB ilişkileri açısından son derece önemli olduğu; 2) 2002 yılında Türkiye'nin IMF-Dünya Bankası'ndan yüklü yardımlar alacağı; 3) Ecevit'in hemen Ocak ayı içinde Amerika'ya gidecek olması; 4) Bütün bu ilişkilerin "Hıristiyan" dünyası ile gerçekleştirileceği; 5) MGK Toplantısının yapılacağı Aralık ayı son haftasının Hıristiyanlar için "kutsal" olduğu faktörlerinden hareketle siyasi geleceğini AB'ye adayan bir iktidar partisinin genel başkanının bıktırıcı gayretleri sonucu başbakanın ikna edilmesinin neden olduğu öğreniliyor.
Asker, koordinatör olduğu konularda hep geri adım atmaya zorlanıyor, belirsizlikler içinde kalıyor, önünü göremiyor.
El yordamıyla hareket askerin doğasına ters.
Asker ulusal egemenlik-tam bağımsızlık gibi rezerv koyduğu hayatî konularda hızlanan AB sürecinin elini kolunu bağladığını, bir süre sonra fikir bile beyan edemez hâle getirileceği, tepkilerinin önemseyeceği gerçeğini görüyor mu?
Askerin de pasifize edilmesi hâlinde; fikri, vicdanı, irfanı işgal edilmiş beyinleri kim kurtaracak?
Tam bağımsızlıkçı zinde güçlerin Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü yolunda Meclis içinde ve dışında güç birliği yapması elzemdir.
Çözüm elbette demokratik düzen içinde aranacaktır ve dolayısı ile Askerin TBMM içinde âcilen güvenilir bir müttefike ihtiyacı vardır.
a).Yeni yılın ikinci günü ajanslar abonelerine şu haberi geçti:
"Fransa Savunma Bakanı Alain Richard, Afganistan'a yerleştirilecek barış gücünün komutasının 3 ay sonra İngilizlerden Türkiye'ye geçeceğini söyledi. Uluslararası gücün ilk birliği ise Kabil'e vardı. Alain Richard, Pakistan'a düzenlediği kısa ziyarette yaptığı açıklamada, ilk aşamada İngiliz, Türk, Alman ve Fransız birliklerinin görev alacağını ve 3 aylık bir ilk görev süresinin ardından İngilizlerin komutayı Türkiye'ye bırakacağını söyledi.
Türkiye'nin "resmî açıklaması" ise ancak bir gün sonra ve gene de "mahcup ve utangaç" bir ifade ile geldi. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Diriöz "Afganistan'a yerleştirilecek barış gücüne katılım ve komuta konularında ilettiğimiz görüşlerin olumlu karşılandığı izlenimi alıyoruz" dedi. Diriöz, ayrıntılar üzerinde çalışmaların devam ettiğini de kaydetti. "Türkiye, İngiltere'de konuya ilişkin yapılan bir dizi toplantıda, güce katılım sağlayabileceğini ve İngiltere'nin ardından komutayı üstlenebileceği" önerilerinde bulunmuştu.
Yâni "Bağımsız" Türk Devleti'nin Hükümet Sözcüsü Londra toplantılarında sunduğu önerilerin ne kadarının "üst makam" tarafından onaylandığını Fransız Savunma Bakanı'ndan öğreniyor ve bakanın açıklamasından bir gün sonra bile net bir bilgiye sahip olamayan Türk Dışişleri'nin Sözcüsü ancak "Önerilerinin onaylandığı izlenimi aldığını" söyleyebiliyordu.
Türkiye, Afganistan'da komuta üstleneceğini Fransız Savunma Bakanı'ndan duyuyordu.
b). Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu, Cumhurbaşkanı Sezer'in Çankaya Köşkü'nde Katar Emiri Hamad Bin Halife El-Tani için verdiği yemekten önce gazetecilerin sorularını yanıtlarken "ABD'nin Irak'a muhtemel bir askeri harekatına kuvvetli ifadelerle karşı çıkarak müdahalenin Irak'ın parçalanmasına yol açabileceğini" söyledi.
İki gün sonra ise Başbakan Ecevit "Irak'a olası bir askerî müdahalenin ister istemez Türkiye'yi de içine çekebileceği" endişesi taşıdığını ifade ediyordu.
Yâni "Bağımsız" Türk Devleti'nin Hükümet Başkanı; Genelkurmay Başkanı'nın açıkça ortaya koyduğu "askerî gereklere" rağmen insiyatifin elinde olmadığını ifade ile bir anlamda "çaresizlik" beyanında bulunuyordu.
Ben, bırakınız mangayı, fakat tek bir erin bile kullanılmasının söz konusu olması bakımından doğrudan askeri ilgilendiren benzer konularda, plânlamasında askerin bulunmasının; en azından askerle çok sıkı koordinenin yapılmasının mutlak şart olduğu böyle durumlarda bu tür başka herhangi bir "belirsizlik" örneği hatırlamıyorum.
Doğrusu hayra da yormuyorum.
Çünkü "belirsizlik" askerî harekâtın doğasına terstir. Askerlik sanatı ilimdir, mantıktır, matematiktir. Hiçbir komutan sonu belli olmayan bir maceraya askerini sürüklemez. Plânlamanın başkaları tarafından yapılmasına izin vermez. Çünkü "komuta sorumluluğu" devredilemez.
c). Aralık 2001 başında, MGK'nın Aralık ayı olağan toplantı gündemi "ön almak" bakımından basına sız(dırıl)ıyor. Gündemde yer alacak olan rapor şöyle;
"MGK için hazırlanan raporda, asıl amacının; bir din propagandası yapmaktan öte "Türkiye'yi bölmek" olduğu vurgulanan misyonerlik faaliyetleri karşısında gereken tedbirlerin alınamadığı, yasaların bu faaliyetleri önlemede yetersiz kaldığı vurgulandı. MGK'ya sunulacak bilgilere göre, Türkiye'de misyonerlik faaliyetleri, birçok ülkede faaliyette bulunan Ermeni Toprakları Merkezi, Avrupa Kiliseler Birliği, Ortodoks Kiliseler Birliği, Dünya Kiliseler Birliği üyesi kişiler tarafından sürdürülüyor. Son zamanlarda misyonerlik faaliyetlerinde Türklerin sempatisini kazanmış oldukları için Güney Kore vatandaşlarının da kullanılmaya başlandığına işaret ediliyor. Raporda, misyonerlik faaliyetlerinin Karadeniz'de Pontus, Güneydoğu'da Yezidilik, Keldanilik ve Hıristiyan Kürtler, Doğu Anadolu'da Ermenilik, Ege ve İstanbul'da ise Hıristiyanlığın eski toprakları şeklinde gündeme geldiği açıklanıyor."
Fakat toplantı gerçekleştiğinde hayretle konunun görüşülmediği anlaşılıyor.
Buna 1) 2002 yılının Türkiye-AB ilişkileri açısından son derece önemli olduğu; 2) 2002 yılında Türkiye'nin IMF-Dünya Bankası'ndan yüklü yardımlar alacağı; 3) Ecevit'in hemen Ocak ayı içinde Amerika'ya gidecek olması; 4) Bütün bu ilişkilerin "Hıristiyan" dünyası ile gerçekleştirileceği; 5) MGK Toplantısının yapılacağı Aralık ayı son haftasının Hıristiyanlar için "kutsal" olduğu faktörlerinden hareketle siyasi geleceğini AB'ye adayan bir iktidar partisinin genel başkanının bıktırıcı gayretleri sonucu başbakanın ikna edilmesinin neden olduğu öğreniliyor.
Asker, koordinatör olduğu konularda hep geri adım atmaya zorlanıyor, belirsizlikler içinde kalıyor, önünü göremiyor.
El yordamıyla hareket askerin doğasına ters.
Asker ulusal egemenlik-tam bağımsızlık gibi rezerv koyduğu hayatî konularda hızlanan AB sürecinin elini kolunu bağladığını, bir süre sonra fikir bile beyan edemez hâle getirileceği, tepkilerinin önemseyeceği gerçeğini görüyor mu?
Askerin de pasifize edilmesi hâlinde; fikri, vicdanı, irfanı işgal edilmiş beyinleri kim kurtaracak?
Tam bağımsızlıkçı zinde güçlerin Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü yolunda Meclis içinde ve dışında güç birliği yapması elzemdir.
Çözüm elbette demokratik düzen içinde aranacaktır ve dolayısı ile Askerin TBMM içinde âcilen güvenilir bir müttefike ihtiyacı vardır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002