Bağımsızlığın en önemli göstergelerinden birisi devletlerin ekonomik özgürlüğe sahip olmasıdır.
Global sistemde, üretime katılmak yerine, geri kalmış ülkelerin para ve sermaye piyasalarında para spekülasyonlarıyla kazanç elde eden büyük şirketler devletlere hükmeder konumdadır. Bu sebeple; bir devletin parasını basabilme ve belirli bir değerde tutabilme yeterliliği bugün bağımsızlığın ilk şartı haline gelmiştir.
Şu anda dünyada ciddi bir ekonomik savaş vardır.
Uluslararası Para Fonu (IMF) ile anlaşmanın ve uluslararası tahkimi kabulün şart koşulduğu düzenlemelerle ülkeler dış destekli ekonomik programlar ve kalkınma modelleri önerilerek içten ele geçirilmektedir.
Ülkemizde de aynı oyun denenmekte, büyük ölçüde de başarı sağlanmaktadır.
Bugün Türkiye'de ekonomiye yön verenler IMF direktörleridir. Talimatları doğrultusunda Merkez Bankası çalışamaz bir duruma gelmiştir. Emisyonun genişletileceği yerde gittikçe küçültülmesi, reel sektörü mahvetmiş, üretim neredeyse "sıfır" seviyelerine düşmüştür.
Sanayide yüzlerce işyeri kapanmıştır; tarım sektörü yok olma noktasındadır.
Paraya olan ihtiyacını, emisyonu genişletemediği için Hazine ihaleleriyle bankalar aracılığıyla karşılamaya çalışan devlet, yüksek faizle bu kuruluşlardan para temin etmektedir.
Yerli bankalar ise devlete verdikleri bu borç parayı, yabancı bankalardan aldıkları sendikasyon kredileri ile sağlarlar. Neticede bankalar; iç piyasada ekonomi için önemli bir para kaynağı olmakta; dışarıdan aldıkları sendikasyon kredileri döviz cinsinden olduğu için, çıkartılacak sunî bir döviz kriziyle batık hale getirilerek yabancı sermayeye, uluslararası tefecilere peşkeş çekilmektedir.
Bir devletin ekonomi yönetimi işte bu sayede uluslararası para güçlerinin eline geçmektedir.
Ülkemizde bir süre önce patlak veren batık bankalar operasyonunun sebebi de bu küresel sistemdir.
Devamlı vergi oranlarını arttıran ya da yeni vergi düzenlemelerine gidilen Türkiye'de, toplanan vergi gelirlerinin tamamı, alınan IMF kredilerinin faiz giderlerine harcanmaktadır. Bu rakam 2002 yılı bütçe programında 42 katrilyon olarak belirlenmişti. Bu, bütçenin % 45'i demekti.
Ülkemizde vergi oranlarının bu kadar yüksek olması ve neredeyse soluduğumuz hava için dahi vergi alınması, kaynaklarını kullanamayan, emisyon hacmini genişletemeyen devletimizin ve piyasaların ihtiyaç duyduğu nakiti temin içindir.
Bu çerçevede gelir, kurumlar ve katma değerden sonra 4. büyük temel vergi olacak özel tüketim vergisinin de Ağustos ayından itibaren uygulamaya gireceği belirtildi.
Oysa, denetim ve cezaların yetersizliği ile sadece halka kesilen bu vergiler sorunların çözümü değildir.
Meselenin halli, tamamen bağımsız bir ekonomiden geçmektedir.
Devlet, piyasanın ihtiyacı olan emisyonu üretim için sağlamalı, damarlarındaki kan mesabesindeki para bulunmalıdır.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın ifadeleriyle "IMF'ye geriye dön marş" denilmeli, tamamen kendi insanımızın emeği, üretimiyle, kendi imkânlarımız değerlendirilerek bağımsız bir milli kalkınma modeli hayata geçirilmelidir.
Vergisiz ve zamsız bir Türkiye'nin nasıl olacağını projeleriyle anlatan Sn. Baş'ın bu konudaki görüşlerini bir kaç madde ile özetleyecek olursak:
1. Kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına almalı bu şekilde bir yılda alınması gereken vergi miktarı hesaplanmalıdır.
2. Vergi almak yerine emisyon o miktarda artarak "sıfır" faizle proje karşılığı kredi sağlanmalıdır. Reel sektöre bu sayede "sıfır" faizle kaynak aktarılmış olur.
3. Zaten toplanan vergiler sadece dış borçların faizine verildiği için, bu sayede vergi alınmasına gerek olmadan kaynak sağlanacaktır.
4. Vergilere ödenecek faiz ise, ya borç ertelenmesiyle yeni bir takvime bağlanmalı ya da para basılarak ödenmelidir.
Anlaşılacağı üzere vergi oranlarını arttırmak ya da bazı yeni düzenlemelerle cazip hale getirmeye uğraşmak, global sermaye güçlerinin elindeki ekonomimizi rayına oturtmak için yeterli değildir.
Gerçek ve kalıcı çözüm Prof. Dr. Haydar Baş'ın ve BTP'nin programlarıyla şekillenen Milli Ekonomiye geçişle sağlanabilir.
(Kaynak: Prof. Dr. Haydar Baş'ın Ekonomi İle İlgili Görüşleri kitabı).
Global sistemde, üretime katılmak yerine, geri kalmış ülkelerin para ve sermaye piyasalarında para spekülasyonlarıyla kazanç elde eden büyük şirketler devletlere hükmeder konumdadır. Bu sebeple; bir devletin parasını basabilme ve belirli bir değerde tutabilme yeterliliği bugün bağımsızlığın ilk şartı haline gelmiştir.
Şu anda dünyada ciddi bir ekonomik savaş vardır.
Uluslararası Para Fonu (IMF) ile anlaşmanın ve uluslararası tahkimi kabulün şart koşulduğu düzenlemelerle ülkeler dış destekli ekonomik programlar ve kalkınma modelleri önerilerek içten ele geçirilmektedir.
Ülkemizde de aynı oyun denenmekte, büyük ölçüde de başarı sağlanmaktadır.
Bugün Türkiye'de ekonomiye yön verenler IMF direktörleridir. Talimatları doğrultusunda Merkez Bankası çalışamaz bir duruma gelmiştir. Emisyonun genişletileceği yerde gittikçe küçültülmesi, reel sektörü mahvetmiş, üretim neredeyse "sıfır" seviyelerine düşmüştür.
Sanayide yüzlerce işyeri kapanmıştır; tarım sektörü yok olma noktasındadır.
Paraya olan ihtiyacını, emisyonu genişletemediği için Hazine ihaleleriyle bankalar aracılığıyla karşılamaya çalışan devlet, yüksek faizle bu kuruluşlardan para temin etmektedir.
Yerli bankalar ise devlete verdikleri bu borç parayı, yabancı bankalardan aldıkları sendikasyon kredileri ile sağlarlar. Neticede bankalar; iç piyasada ekonomi için önemli bir para kaynağı olmakta; dışarıdan aldıkları sendikasyon kredileri döviz cinsinden olduğu için, çıkartılacak sunî bir döviz kriziyle batık hale getirilerek yabancı sermayeye, uluslararası tefecilere peşkeş çekilmektedir.
Bir devletin ekonomi yönetimi işte bu sayede uluslararası para güçlerinin eline geçmektedir.
Ülkemizde bir süre önce patlak veren batık bankalar operasyonunun sebebi de bu küresel sistemdir.
Devamlı vergi oranlarını arttıran ya da yeni vergi düzenlemelerine gidilen Türkiye'de, toplanan vergi gelirlerinin tamamı, alınan IMF kredilerinin faiz giderlerine harcanmaktadır. Bu rakam 2002 yılı bütçe programında 42 katrilyon olarak belirlenmişti. Bu, bütçenin % 45'i demekti.
Ülkemizde vergi oranlarının bu kadar yüksek olması ve neredeyse soluduğumuz hava için dahi vergi alınması, kaynaklarını kullanamayan, emisyon hacmini genişletemeyen devletimizin ve piyasaların ihtiyaç duyduğu nakiti temin içindir.
Bu çerçevede gelir, kurumlar ve katma değerden sonra 4. büyük temel vergi olacak özel tüketim vergisinin de Ağustos ayından itibaren uygulamaya gireceği belirtildi.
Oysa, denetim ve cezaların yetersizliği ile sadece halka kesilen bu vergiler sorunların çözümü değildir.
Meselenin halli, tamamen bağımsız bir ekonomiden geçmektedir.
Devlet, piyasanın ihtiyacı olan emisyonu üretim için sağlamalı, damarlarındaki kan mesabesindeki para bulunmalıdır.
Prof. Dr. Haydar Baş'ın ifadeleriyle "IMF'ye geriye dön marş" denilmeli, tamamen kendi insanımızın emeği, üretimiyle, kendi imkânlarımız değerlendirilerek bağımsız bir milli kalkınma modeli hayata geçirilmelidir.
Vergisiz ve zamsız bir Türkiye'nin nasıl olacağını projeleriyle anlatan Sn. Baş'ın bu konudaki görüşlerini bir kaç madde ile özetleyecek olursak:
1. Kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına almalı bu şekilde bir yılda alınması gereken vergi miktarı hesaplanmalıdır.
2. Vergi almak yerine emisyon o miktarda artarak "sıfır" faizle proje karşılığı kredi sağlanmalıdır. Reel sektöre bu sayede "sıfır" faizle kaynak aktarılmış olur.
3. Zaten toplanan vergiler sadece dış borçların faizine verildiği için, bu sayede vergi alınmasına gerek olmadan kaynak sağlanacaktır.
4. Vergilere ödenecek faiz ise, ya borç ertelenmesiyle yeni bir takvime bağlanmalı ya da para basılarak ödenmelidir.
Anlaşılacağı üzere vergi oranlarını arttırmak ya da bazı yeni düzenlemelerle cazip hale getirmeye uğraşmak, global sermaye güçlerinin elindeki ekonomimizi rayına oturtmak için yeterli değildir.
Gerçek ve kalıcı çözüm Prof. Dr. Haydar Baş'ın ve BTP'nin programlarıyla şekillenen Milli Ekonomiye geçişle sağlanabilir.
(Kaynak: Prof. Dr. Haydar Baş'ın Ekonomi İle İlgili Görüşleri kitabı).
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002