Cumhuriyet kurulduğu yıllardın itibaren her sahada "tam bağımsızlık" ilkesini benimseyen Atatürk Türkiye'sinde, özellikle 1923-1938 yılları arasındaki dönem, ayrı bir öneme sahiptir.
Ağır savaş şartlarından çıkmış bir ülkenin, bu ilkeden taviz vermeden neler yapabileceğinin tüm dünya ülkelerine göstergesi olan bu dönem, Atatürk'ün ölümünün ardından bir daha yaşanmamak üzere tarihe karışmıştır.
1 Mart 1920'deki TBMM konuşmasında: "Memleketin kaynakları milli dâvâmızın güvenle sonuçlandırılmasına yeterlidir" diyen Mustafa Kemal, yalnızca milli kaynakların hayata geçirilmesi ve ülke insanının emeğini devreye sokulmasıyla üreten, sanayisini devreye sokmuş, çalışan, hatta ve hatta dış ülkelere ihracaat yapabilme noktasına gelmiş büyük bir devleti şekillendirmişti.
Türk Milleti, geçmişinde yapabildiği bu "milli kalkınma hamlesini" bugün de yapabilir.
Zira, ülke imkanlarımızın neredeyse tamamı el değmemiş şekilde korunurken, insanımızın çalışma azmi ve tam bağımsızlık aşkı atalarından bugüne bir şey kaybetmemiştir.
Global dünyada değişen dış ekonomik ilişkiler ve ticaret dengesi, ülkeleri bir devlete veya topluluğa bağımlı hale getirme yöntemidir. Ekonomik olarak başlayan bu bağımlılık, neticede siyasi bağımlılığa neden olmaktadır.
Bu nedenle AB veya IMF'nin projeleri ülkemizde halkın tepkisini çekmektedir.
Zira, ekonomik bir birliktelik olarak başlayan AB, bugün büyük Avrupa Devleti olma yolunda gelişimini tamamlamak üzeredir.
IMF'den alınan borç krediler, istenenler, yine siyasi tavizlerdir.
AB ve IMF uğruna yapılanların faturası ise halka çıkartılmakta; halkımızın büyük çoğunluğunun istemediği bu uluslararası kuruluşlara bağımlılık, ülkenin bir kaderi olarak gösterilmektedir.
İnsanımız bu ağır yaptırımlara artık sessiz değildir.
Aş, iş için vazgeçilmez gösterilen AB'ye; ve politikaları ile tarım kesimini, sanayiciyi, esnafı, memuru, topyekün üretici kesimi adeta yok eden IMF'ye karşı artık sokaklarda boy gösterilmekte, meydanlarda bu güçleri istemeyen söylemlere rastlanmaktadır.
Türkiye'nin gerçeği, işte bu tablodur.
İnsanımız iş, aş istemektedir. Ancak bunlara başkasının izni ile, onun göstereceği sınırlarda sahip olmak değil; kendi imkanlarıyla ulaşmak gayesindedir.
Atatürk zamanında denenmiş ve tarihe örnek olacak neticeler alınmıştır.
Bugün yine milli kaynaklar kullanılarak, ülke insanımızın emeğinin devreye sokulması ile aynı başarının sağlanmaması için hiç bir sebep yoktur.
Yeter ki, bunu yapabilecek iradeyi gösterebilelim.
Ağır savaş şartlarından çıkmış bir ülkenin, bu ilkeden taviz vermeden neler yapabileceğinin tüm dünya ülkelerine göstergesi olan bu dönem, Atatürk'ün ölümünün ardından bir daha yaşanmamak üzere tarihe karışmıştır.
1 Mart 1920'deki TBMM konuşmasında: "Memleketin kaynakları milli dâvâmızın güvenle sonuçlandırılmasına yeterlidir" diyen Mustafa Kemal, yalnızca milli kaynakların hayata geçirilmesi ve ülke insanının emeğini devreye sokulmasıyla üreten, sanayisini devreye sokmuş, çalışan, hatta ve hatta dış ülkelere ihracaat yapabilme noktasına gelmiş büyük bir devleti şekillendirmişti.
Türk Milleti, geçmişinde yapabildiği bu "milli kalkınma hamlesini" bugün de yapabilir.
Zira, ülke imkanlarımızın neredeyse tamamı el değmemiş şekilde korunurken, insanımızın çalışma azmi ve tam bağımsızlık aşkı atalarından bugüne bir şey kaybetmemiştir.
Global dünyada değişen dış ekonomik ilişkiler ve ticaret dengesi, ülkeleri bir devlete veya topluluğa bağımlı hale getirme yöntemidir. Ekonomik olarak başlayan bu bağımlılık, neticede siyasi bağımlılığa neden olmaktadır.
Bu nedenle AB veya IMF'nin projeleri ülkemizde halkın tepkisini çekmektedir.
Zira, ekonomik bir birliktelik olarak başlayan AB, bugün büyük Avrupa Devleti olma yolunda gelişimini tamamlamak üzeredir.
IMF'den alınan borç krediler, istenenler, yine siyasi tavizlerdir.
AB ve IMF uğruna yapılanların faturası ise halka çıkartılmakta; halkımızın büyük çoğunluğunun istemediği bu uluslararası kuruluşlara bağımlılık, ülkenin bir kaderi olarak gösterilmektedir.
İnsanımız bu ağır yaptırımlara artık sessiz değildir.
Aş, iş için vazgeçilmez gösterilen AB'ye; ve politikaları ile tarım kesimini, sanayiciyi, esnafı, memuru, topyekün üretici kesimi adeta yok eden IMF'ye karşı artık sokaklarda boy gösterilmekte, meydanlarda bu güçleri istemeyen söylemlere rastlanmaktadır.
Türkiye'nin gerçeği, işte bu tablodur.
İnsanımız iş, aş istemektedir. Ancak bunlara başkasının izni ile, onun göstereceği sınırlarda sahip olmak değil; kendi imkanlarıyla ulaşmak gayesindedir.
Atatürk zamanında denenmiş ve tarihe örnek olacak neticeler alınmıştır.
Bugün yine milli kaynaklar kullanılarak, ülke insanımızın emeğinin devreye sokulması ile aynı başarının sağlanmaması için hiç bir sebep yoktur.
Yeter ki, bunu yapabilecek iradeyi gösterebilelim.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002