Fransa'da yayınlanan Le Figaro gazetesi 16 Nisan 2001 günü "Tükenmiş Bir Rejim" başlığıyla Türkiye hakkında şu yorumlara yer vermişti: "NATO'nun 50 yıldır temel direklerinden olan Türkiye, aynı zamanda Batı'nın Orta Asya ülkeleri ve Kafkasya'ya açılan kapısıdır. Otuzlu yılların ideolojisine takılı kalan fosilleşmiş bir rejime sahip olan Türkiye'de; bürokrasi işlersiz ve yolsuzluklar süreklidir. Bankacılık sektörü çökmüştür... Tüm bunlara karşın Türkiye ne IMF'ye terk edilecek, ne de sahipsiz bırakılacak bir ülkedir. Türkiye Avrupa için çok önemli bir ülkedir."
Fransa'nın bir gazetesindeki bu yorum aslında AB'nin Türkiye'ye bakışının ifadesidir.
ABD'nin Türkiye'ye verdiği önem de Avrupa'dan aşağı değildir.
ABD Eski Başkanı Bill Clinton, 1999 yılında ülkemiz için şunları söylemişti:
"20 yüzyılın ilk 50 yılı Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasının paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21. yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye'nin alacağı doğrultuyla şekillenecektir. Türkiye modelinin, hem İslam dünyası, hem Türkiye'nin bulunduğu bölge hem de Avrupa için çok büyük etkileri olacaktır."
Batı'nın gözünde Türkiye, ne kadar zor şartlardan geçerse geçsin, dünya dengelerine yön verebilecek bir noktadadır.
Sahip olduğu kaynaklar ve stratejik konumuyla özel bir ülke olan Türkiye bu sebeple tarih boyunca işgal edilme planlarına sahne olmuştur.
Büyük Türk milleti, en tehlikeli saldırıları Atatürk zamanında yaşamış ve onun riyasetinde "birlik ve beraberlik içinde" hareket ederek bugünkü cumhuriyet devletini kurmayı başarmıştır.
Ülkemiz bugün de aynı saldırıların farklı biçimleriyle karşı karşıyadır.
IMF sayesinde ekonomisini hem de kendi eliyle batma noktasına getirmiştir.
AB yolunda, AB'nin kuruluş sözleşmelerinde bile rastlanmayacak tavizlere "evet" denmektedir.
Siyasi iradenin yanlış kararlarının da etkisiyle gelinen bu nokta ise milletimizin kaderi değildir.
Batı'nın IMF reçeteleri ve AB sürecindeki dayatmaları Türk milletinin 1923-1938 yılları arasında gerçekleştirdiği devrimi tekrar yaparak kendi ayakları üzerinde durmasını engellemektedir.
Türk milleti ise bunu tekrar başarabilir. Yeter ki, Atatürk'ün benzeri bir lidere kavuşabilsin.
Ve bizce milletimiz yıllardır aradığı liderini bulmuştur.
Türkiye'yi 2 yılda Avrupa'yı, 3. yılda Amerika'yı yakalayacak, 4. yılda da "kainat devleti" yapacak plân ve programa sahip bir kadro artık vardır.
Ülkeyi tıpkı 1919'un şartlarındaki gibi mandacı bir zihniyetten kurtaracak mili duruş sahibi bir kadro artık vardır.
Batı'nın tekrar dirilmesinden çekindiği "Hasta Adamı" iyi edecek projelerle iktidara taliptir.
Ve on binlerin katılımıyla gerçekleşen mitingler, halkımızın bu kadroyu iktidarda görmek istediğine delildir.
Fransa'nın bir gazetesindeki bu yorum aslında AB'nin Türkiye'ye bakışının ifadesidir.
ABD'nin Türkiye'ye verdiği önem de Avrupa'dan aşağı değildir.
ABD Eski Başkanı Bill Clinton, 1999 yılında ülkemiz için şunları söylemişti:
"20 yüzyılın ilk 50 yılı Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasının paylaşılmasının yol açtığı değişikliklerle geçti. 21. yüzyılın ilk elli yılı da Türkiye'nin alacağı doğrultuyla şekillenecektir. Türkiye modelinin, hem İslam dünyası, hem Türkiye'nin bulunduğu bölge hem de Avrupa için çok büyük etkileri olacaktır."
Batı'nın gözünde Türkiye, ne kadar zor şartlardan geçerse geçsin, dünya dengelerine yön verebilecek bir noktadadır.
Sahip olduğu kaynaklar ve stratejik konumuyla özel bir ülke olan Türkiye bu sebeple tarih boyunca işgal edilme planlarına sahne olmuştur.
Büyük Türk milleti, en tehlikeli saldırıları Atatürk zamanında yaşamış ve onun riyasetinde "birlik ve beraberlik içinde" hareket ederek bugünkü cumhuriyet devletini kurmayı başarmıştır.
Ülkemiz bugün de aynı saldırıların farklı biçimleriyle karşı karşıyadır.
IMF sayesinde ekonomisini hem de kendi eliyle batma noktasına getirmiştir.
AB yolunda, AB'nin kuruluş sözleşmelerinde bile rastlanmayacak tavizlere "evet" denmektedir.
Siyasi iradenin yanlış kararlarının da etkisiyle gelinen bu nokta ise milletimizin kaderi değildir.
Batı'nın IMF reçeteleri ve AB sürecindeki dayatmaları Türk milletinin 1923-1938 yılları arasında gerçekleştirdiği devrimi tekrar yaparak kendi ayakları üzerinde durmasını engellemektedir.
Türk milleti ise bunu tekrar başarabilir. Yeter ki, Atatürk'ün benzeri bir lidere kavuşabilsin.
Ve bizce milletimiz yıllardır aradığı liderini bulmuştur.
Türkiye'yi 2 yılda Avrupa'yı, 3. yılda Amerika'yı yakalayacak, 4. yılda da "kainat devleti" yapacak plân ve programa sahip bir kadro artık vardır.
Ülkeyi tıpkı 1919'un şartlarındaki gibi mandacı bir zihniyetten kurtaracak mili duruş sahibi bir kadro artık vardır.
Batı'nın tekrar dirilmesinden çekindiği "Hasta Adamı" iyi edecek projelerle iktidara taliptir.
Ve on binlerin katılımıyla gerçekleşen mitingler, halkımızın bu kadroyu iktidarda görmek istediğine delildir.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002