Sebep ve sonuç kelimeleri bir arada kullanıldığında nedense ortaokuldaki tarih sınavlarını hatırlarım. Tarih eğitimini, savaşların, antlaşmaların, devrimlerin sebep ve sonuçlarını madde madde ezberletmekten ibaret sayan bir müfredattan, tarihinden kopartılmış nesiller yetişmesinin önünü açmaktan başka bir şey beklemek hayalcilik olur. Neyse ki tarihi başka kaynaklardan öğrenebilme imkanlarına sahibiz. Tarih denince ilk aklımıza gelen siyasi tarihtir. Siyasetten başka sahaların da kendi tarihi vardır. Dünya ekonomisinin olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin de kendi biriktirdiği bir iktisat tarihi var. Belki birçok sebep sayılabilir ama herhangi bir alanda yetişen uzmanların, ilk önce o sahanın birikimini özümseyerek işe başlamasının en bilinen sebebi, hazır tecrübelerden faydalanarak zamanını, olanın üstüne yeni tuğlalar koymak için etkin bir şekilde değerlendirmek istemeleridir. Oysa bizim ekonomi geçmişimiz, sokma akılla uyguladığımız her politikanın sonucunun iflaslar ve krizler olacağını ortaya koymada yeterli birikime sahipken yöneticilerimizin hatta bilim adamlarımızın olan bitenlerden ders alma konusunda derslerine çalışmadığının örnekleriyle doludur ve maalesef dolmaya devam etmektedir. Sanayi devriminden sonra dünya ölçeğinde iki ekonomik görüş taraftar bulmuş ve uygulanmıştır. Felsefeleri bakımından aynı olmakla birlikte metot ve sembolleri bakımından aralarında bulunan farklar, aslen aynı olan kapitalizm ve komünizmi insanlara farklı algılatmıştır. Hangi sistem olursa olsun, iktisat tarihini genel olarak incelediğimiz zaman şimdiye kadar ele alınmış bütün sorunları iki ana başlık altında toplayabileceğimizi fark ederiz. Birincisi, gelirin, var olanın nasıl paylaşılacağıyla ilgili sorunlardır. Ekonomik savaşların çoğu bu sebeple olmuştur. Örneğin işsizlik, iş bulamama nedeniyle hayatını sürdürebilmesi için bireyin ihtiyacı olan nimetlerden faydalanamama sonucunu doğurduğundan birinci kategoridedir. İkincisi de, artan nüfusa ve talebe karşılık pastadaki büyümenin sürekliliğinin zaman zaman sekteye uğramasıyla ortaya çıkan problemlerdir. Bu duruma da, krizleri ve buhranlı dönemleri örnek verebiliriz.Bu iki ana sorunun alt kümesi olan problemleri tek başına ele almak hiçbir zaman istenilen neticeyi vermemiştir bundan sonrada veremeyecektir. Yakından incelediğinde, gelirin paylaşımındaki adaletsizliğin belli bir müddet sürmesi durumunda ikinci grubu tetiklediği aşikardır. Tersinin gerçekleşmesinin olası olduğu durumlar da söz konusu olmasına rağmen genellikle mekanizma böyle çalışmaktadır. İktisadın problemler yumağındaki sebep sonuç ilişkisi çoğunlukla karmaşık gösterilmesinin aksine bu basit minvalde işler. Gelirin paylaşımı kaynaklı bu hastalığın reçetesine gelince, tarihte ilk kez Milli Ekonomi Modeli'nde vurgulanan, gelir ve harcama arasındaki bağıntıyı bir tasarruf noktası gerçeğiyle tam olarak ifade eden gelir-tüketim tablosu, çözüme götüren yolun ilk açı farkıdır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Serdar Peker / diğer yazıları
- Domuz jeltini / 09.07.2012
- Dış ticaret ve futbol endüstrisi / 20.06.2012
- Tüketim kabiliyeti / 03.06.2012
- 21. yüzyıl ve paranın hürriyeti / 25.04.2012
- 21. yüzyıl ve paranın işlevi / 12.04.2012
- Belirleyici olan kabullerdir / 06.03.2012
- MEM presi altında kapitalizm / 18.02.2012
- Ekonomide belirlilik / 23.04.2010
- Reel faiz gerçekten reel mi? / 19.10.2007
- Dolardan Kaçışın Akıbeti / 04.10.2007
- Dış ticaret ve futbol endüstrisi / 20.06.2012
- Tüketim kabiliyeti / 03.06.2012
- 21. yüzyıl ve paranın hürriyeti / 25.04.2012
- 21. yüzyıl ve paranın işlevi / 12.04.2012
- Belirleyici olan kabullerdir / 06.03.2012
- MEM presi altında kapitalizm / 18.02.2012
- Ekonomide belirlilik / 23.04.2010
- Reel faiz gerçekten reel mi? / 19.10.2007
- Dolardan Kaçışın Akıbeti / 04.10.2007