Verilere göre dünyada günlük 2 doların altında kazanarak yaşam mücadelesi vermek durumunda olan milyarın üstünde insan var. Bu insanları istatistik olarak görmek ve değerlendirmek liberalizmin bakış açısıdır. Teşhis yok, çare aramak yok, çare bulmak yok. Kısaca insana değer vermek diye bir kavram bu bakış açısında yok.
Ülkemizde memur maaşları üzerinden yapılan tartışmalara şahit olduk. Birkaç puanlık fark için yapılan tartışmalar ve son olarak memurların isteklerine karşılık Başbakan Erdoğan’ın “hesaplar yapıldı yoksa Yunanistan gibi oluruz” demeci. Oysaki yüzde 8,5 büyüme rakamını açıklayan özel kuruluşlar değil, devlete bağlı birimlerdi. Enflasyon oranı + büyüme payı orta direği temsil etmesi gereken memura yansıtılmayacak da nereye yansıtılacak? Eğer böyle bir büyüme gerçekten varsa diye soruyoruz. Asgari ücretin 701 TL olduğunu da unutmadan belirtelim.
İnsanımızın pek çok kabiliyetinin olduğunu biliyoruz. Fakat yukarıdaki tabloya göre tüketim, henüz bu kabiliyetlerden biri değil.
Ekonomi dünyasında yeni trendler vatandaşın tüketim kabiliyetini artırmak üzerinde yoğunlaşıyor. Pek çok ülkede krizlerden çıkış paketlerinin hemen harcayacak kesime yönelik hazırlanması tesadüf değil. Bütünsel bir yaklaşım tarzını benimseyerek sistemin tamamen değiştirilmesinin gerekli olduğunun anlaşılması meselesinin ise domino tarzında gerçekleşeceğine inananlardanım.
Milli Ekonomi Modeli’nde (MEM) tüketimin, vatandaşa kazandırılması gereken bir kabiliyet olduğunun ortaya konmasının böyle büyük bir açılım yapması, otomatik olarak ortaya çıkmış ya da çıkacak her iktisadi görüşe karşı bir meydan okuma anlamına geliyor. Çağdaş dünyada iktisadın yeni bir turnusolü daha var; insana tüketim kabiliyetini kazandırmak. Prof. Dr. Haydar Baş Bey’in bu çerçevede pek çok kez “dünyanın en güçlü iktisatçılarını getirsinler, milletin huzurunda tartışalım” dediğini hatırlıyoruz.
Kredi imkânlarını artırarak, vatandaşı bankalara mahkûm ederek bu yeni fikirle yarışmaya çalışmak ekonominin çivisini çıkarmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Maalesef ülkemizde bu yanlışa düşülmekte “borç yiyen kesesinden yer” özdeyişi pas geçilmektedir. Prof. Dr. Haydar Baş Bey bu görüşü ortaya atarken tüketimin ekonomi için kaynak olduğunu analizine yansıtmıştır. Yani tüketim kabiliyetini artırmanın tek amacı yoktur, başka amaçları da vardır.
Tüketim kabiliyeti kavramı önümüzdeki yıllarda iktisat dünyasında ve siyasette en çok bahsedilen kavramlardan olacaktır. Nitekim Türkiye’de ve dünyada MEM’den lisanssız faydalananlar en çok bu konuda aşırma yapmaktadırlar. Ne mutlu lisanslı olarak MEM’i savunup uygulayacaklara!
Ülkemizde memur maaşları üzerinden yapılan tartışmalara şahit olduk. Birkaç puanlık fark için yapılan tartışmalar ve son olarak memurların isteklerine karşılık Başbakan Erdoğan’ın “hesaplar yapıldı yoksa Yunanistan gibi oluruz” demeci. Oysaki yüzde 8,5 büyüme rakamını açıklayan özel kuruluşlar değil, devlete bağlı birimlerdi. Enflasyon oranı + büyüme payı orta direği temsil etmesi gereken memura yansıtılmayacak da nereye yansıtılacak? Eğer böyle bir büyüme gerçekten varsa diye soruyoruz. Asgari ücretin 701 TL olduğunu da unutmadan belirtelim.
İnsanımızın pek çok kabiliyetinin olduğunu biliyoruz. Fakat yukarıdaki tabloya göre tüketim, henüz bu kabiliyetlerden biri değil.
Ekonomi dünyasında yeni trendler vatandaşın tüketim kabiliyetini artırmak üzerinde yoğunlaşıyor. Pek çok ülkede krizlerden çıkış paketlerinin hemen harcayacak kesime yönelik hazırlanması tesadüf değil. Bütünsel bir yaklaşım tarzını benimseyerek sistemin tamamen değiştirilmesinin gerekli olduğunun anlaşılması meselesinin ise domino tarzında gerçekleşeceğine inananlardanım.
Milli Ekonomi Modeli’nde (MEM) tüketimin, vatandaşa kazandırılması gereken bir kabiliyet olduğunun ortaya konmasının böyle büyük bir açılım yapması, otomatik olarak ortaya çıkmış ya da çıkacak her iktisadi görüşe karşı bir meydan okuma anlamına geliyor. Çağdaş dünyada iktisadın yeni bir turnusolü daha var; insana tüketim kabiliyetini kazandırmak. Prof. Dr. Haydar Baş Bey’in bu çerçevede pek çok kez “dünyanın en güçlü iktisatçılarını getirsinler, milletin huzurunda tartışalım” dediğini hatırlıyoruz.
Kredi imkânlarını artırarak, vatandaşı bankalara mahkûm ederek bu yeni fikirle yarışmaya çalışmak ekonominin çivisini çıkarmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Maalesef ülkemizde bu yanlışa düşülmekte “borç yiyen kesesinden yer” özdeyişi pas geçilmektedir. Prof. Dr. Haydar Baş Bey bu görüşü ortaya atarken tüketimin ekonomi için kaynak olduğunu analizine yansıtmıştır. Yani tüketim kabiliyetini artırmanın tek amacı yoktur, başka amaçları da vardır.
Tüketim kabiliyeti kavramı önümüzdeki yıllarda iktisat dünyasında ve siyasette en çok bahsedilen kavramlardan olacaktır. Nitekim Türkiye’de ve dünyada MEM’den lisanssız faydalananlar en çok bu konuda aşırma yapmaktadırlar. Ne mutlu lisanslı olarak MEM’i savunup uygulayacaklara!
Serdar Peker / diğer yazıları
- Domuz jeltini / 09.07.2012
- Dış ticaret ve futbol endüstrisi / 20.06.2012
- Tüketim kabiliyeti / 03.06.2012
- 21. yüzyıl ve paranın hürriyeti / 25.04.2012
- 21. yüzyıl ve paranın işlevi / 12.04.2012
- Belirleyici olan kabullerdir / 06.03.2012
- MEM presi altında kapitalizm / 18.02.2012
- Ekonomide belirlilik / 23.04.2010
- Reel faiz gerçekten reel mi? / 19.10.2007
- Dolardan Kaçışın Akıbeti / 04.10.2007
- Dış ticaret ve futbol endüstrisi / 20.06.2012
- Tüketim kabiliyeti / 03.06.2012
- 21. yüzyıl ve paranın hürriyeti / 25.04.2012
- 21. yüzyıl ve paranın işlevi / 12.04.2012
- Belirleyici olan kabullerdir / 06.03.2012
- MEM presi altında kapitalizm / 18.02.2012
- Ekonomide belirlilik / 23.04.2010
- Reel faiz gerçekten reel mi? / 19.10.2007
- Dolardan Kaçışın Akıbeti / 04.10.2007