Tarih, bir milletin hafızasıdır. Eğer insan, tarihinin ayrıntılarına ne kadar hakimse, kendine olan güveni o derece güçlü olur. Atacağı adımlardan emin olur. Yarınlarına hakimken, önünü daha rahat görebilir. Bundan dolayıdır ki, Türkiye'nin içine düşmüş olduğu bu ekonomik buhrandan kurtulmanın reçetesini, tarihe ve tecrübeye dayalı ekonomik projelerde bulacağız.
Selçukluların en parlak yılları, meşhur hükümdar Alaeddin Keykubat dönemine rastlar. Bu sultan döneminde ülke, bolluk ve bereket içerisinde yüzen bir hal almıştı. Alaeddin Keykubat devri iktisadî hayat özetlemek istenirse şu şekilde özetlenebilir: Üretim, 'pazarlama ve devletin her alanda üreticisine olan desteği' olarak izah edilebilir. Selçuklu devletinin yükselmesine sebep olan bu metodlardır. Osmanlı'yı kalkındıran savaşlar ve ganimetler değildir. Savaş sonrası insanların gönlünü ve midesini doyurmaktır. Osmanlı şehzadeleri de farklı yollar kullanmadı. Atatürk döneminde ise bu metodlarla çok kısa sürede Avrupa'yla boy ölçüşür duruma geldik.
İşte, sizlere tarihten günümüze mukayeseli bir kaç ekonomik uygulamaları aktarmak istiyorum. Bununla da kimlerin yanlış yaptığını ve kimlerin büyük Türkiye projelerine ulaşabileceğini ortaya koyabilelim.
Selçuklu döneminde üretimi arttırmak için meralar, köylüye ücretsiz dağıtıldı. Köylüden uzun süre vergi alınmazdı. Üretim teşvik edilirdi.
Atatürk, 1 Mart 1992'de "Köylü milletin efendisidir" diyerek toprağa dayalı üretimi teşvik etti. 1 Kasım 1928'de ise "Çiftçiye arazi vermek, hükümetin mütemadiyen takip etmesi lazım gelen bir keyfiyetle çalışan Türk köylüsüne işleyebileceği kadar toprak temin etmek, memleketin durumunu zenginleştirecek başlıca çareler de 1929 yılında çıkartılan yasa ile de topraksız köylüye toprak verildi.
Şimdi gelelim, Prof. Dr. Haydar Baş beyin bu konulardaki politikalarına:
1. Ülkemizdeki tarıma uygun arazinin envanteri çıkarılarak, iklim ve toprak özelliklerine göre uygun tarımsal ürün grupları belirlenecek.
2. Toprağı olmayan köylüye, üretim yapma garantisi altında toprak verilecek, üretime katılması sağlanacak.
3. Çiftçi, planlı ve sürekli üretime katıldığı sürece vergi alınmayacak ve ürün alım garantisiyle doğrudan desteklenecek.
Aslında, Prof. Dr. Haydar Baş bey'in tarımla ilgi projeleri daha da uzun. Fakat biz, konumuzla bire bir örtüştüğü ve önemine binaen bunları almakla yetindik.
Toprak dağıtımında aslolan, üretimin arttırılmasıdır. Osmanlı ve Selçuklu bunu şu müeyyideyle kontrol altına almıştır. Üç yıl toprağını peşpeşe ekmeyenin, verilen toprağı geri alınacak. Bağını bahçesini ekmeyip üretimden çekilenden özel bir vergi olan çiftbozan vergisi alınacaktır. Dikkat edilirse, Prof. Dr. Haydar Baş beyin projesinde de aynı uygulamalar mevcuttur: Üretime katıldığı sürece vergi alınmayacak. Topraksız köylüye üretim yapma garantisi altında toprak verilecektir. Unutulmamalıdır ki, dünya üzerinde üretmeden zengin olan hiçbir devlet yoktur. Sömürge mantığına sahip olan ülkeler hariç.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, "Köylüye ve üreticiye borç para, tohum, fidan, damızlık hayvan verildi. Ekime zararlı unsurlarla savaş için istasyonlar ve Ziraat Enstitüleri kuruldu. Uzun sürede, azar azar ödemek üzere borç para verildi. 1929'da "Zirai Kredi Kooperatifleri" yasası çıkarılarak çiftçiye kendi itibarları üzerine ve karşılık göstermeden kredi verildi. Böylece toprağı olan köylünün tefeci eline düşecek faizlerini bile karşılayamayan tarlasının elinden çıkarılması önlenmiş oldu" (E. Karatekin s 265).
Bu politikalarla, bu devlet; kısa sürede dünya üzerinde kendi kendine yeten 7 devletten birisi oldu. Onlarca yıl süren savaşın çöküntülerinin altından genç dimdik durabilen bir Türkiye Cumhuriyeti çıktı.
Şimdi, Prof. Dr. Haydar Baş beyin milli politikalarına tekrar dönelim: "Coğrafya, iklim, nüfus ile, iç ve dış piyasa dengeleri göz önünde tutularak tarım sektörünün üretim, miktar, çeşit ve nitelik planlamaları ve ARGE (Araştırma Geliştirme) çalışmaları yapılacak. Kuraklık, don, sel gibi doğal afetlerde "ürün sigorta sistemi" getirilecek. Minimum su sarfiyatıyla yüksek ürün miktarı ve kalite sağlayan modern tarım teknolojileri yaygınlaştırılacak.
İsterseniz bunu güzel bir beyitle süsleyelim:
"Ele geçmezse eğer sevdiğimiz,
Çare ne?! Eldekini sevmeliyiz."
Uzaklara gidip nostaljilerle uğraşmanın sırası geldi de geçti bile. Şeyh Edebâli'nin şu ifadelerini sakın ama sakın unutmayalım: "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!"
Vesselam....
Selçukluların en parlak yılları, meşhur hükümdar Alaeddin Keykubat dönemine rastlar. Bu sultan döneminde ülke, bolluk ve bereket içerisinde yüzen bir hal almıştı. Alaeddin Keykubat devri iktisadî hayat özetlemek istenirse şu şekilde özetlenebilir: Üretim, 'pazarlama ve devletin her alanda üreticisine olan desteği' olarak izah edilebilir. Selçuklu devletinin yükselmesine sebep olan bu metodlardır. Osmanlı'yı kalkındıran savaşlar ve ganimetler değildir. Savaş sonrası insanların gönlünü ve midesini doyurmaktır. Osmanlı şehzadeleri de farklı yollar kullanmadı. Atatürk döneminde ise bu metodlarla çok kısa sürede Avrupa'yla boy ölçüşür duruma geldik.
İşte, sizlere tarihten günümüze mukayeseli bir kaç ekonomik uygulamaları aktarmak istiyorum. Bununla da kimlerin yanlış yaptığını ve kimlerin büyük Türkiye projelerine ulaşabileceğini ortaya koyabilelim.
Selçuklu döneminde üretimi arttırmak için meralar, köylüye ücretsiz dağıtıldı. Köylüden uzun süre vergi alınmazdı. Üretim teşvik edilirdi.
Atatürk, 1 Mart 1992'de "Köylü milletin efendisidir" diyerek toprağa dayalı üretimi teşvik etti. 1 Kasım 1928'de ise "Çiftçiye arazi vermek, hükümetin mütemadiyen takip etmesi lazım gelen bir keyfiyetle çalışan Türk köylüsüne işleyebileceği kadar toprak temin etmek, memleketin durumunu zenginleştirecek başlıca çareler de 1929 yılında çıkartılan yasa ile de topraksız köylüye toprak verildi.
Şimdi gelelim, Prof. Dr. Haydar Baş beyin bu konulardaki politikalarına:
1. Ülkemizdeki tarıma uygun arazinin envanteri çıkarılarak, iklim ve toprak özelliklerine göre uygun tarımsal ürün grupları belirlenecek.
2. Toprağı olmayan köylüye, üretim yapma garantisi altında toprak verilecek, üretime katılması sağlanacak.
3. Çiftçi, planlı ve sürekli üretime katıldığı sürece vergi alınmayacak ve ürün alım garantisiyle doğrudan desteklenecek.
Aslında, Prof. Dr. Haydar Baş bey'in tarımla ilgi projeleri daha da uzun. Fakat biz, konumuzla bire bir örtüştüğü ve önemine binaen bunları almakla yetindik.
Toprak dağıtımında aslolan, üretimin arttırılmasıdır. Osmanlı ve Selçuklu bunu şu müeyyideyle kontrol altına almıştır. Üç yıl toprağını peşpeşe ekmeyenin, verilen toprağı geri alınacak. Bağını bahçesini ekmeyip üretimden çekilenden özel bir vergi olan çiftbozan vergisi alınacaktır. Dikkat edilirse, Prof. Dr. Haydar Baş beyin projesinde de aynı uygulamalar mevcuttur: Üretime katıldığı sürece vergi alınmayacak. Topraksız köylüye üretim yapma garantisi altında toprak verilecektir. Unutulmamalıdır ki, dünya üzerinde üretmeden zengin olan hiçbir devlet yoktur. Sömürge mantığına sahip olan ülkeler hariç.
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, "Köylüye ve üreticiye borç para, tohum, fidan, damızlık hayvan verildi. Ekime zararlı unsurlarla savaş için istasyonlar ve Ziraat Enstitüleri kuruldu. Uzun sürede, azar azar ödemek üzere borç para verildi. 1929'da "Zirai Kredi Kooperatifleri" yasası çıkarılarak çiftçiye kendi itibarları üzerine ve karşılık göstermeden kredi verildi. Böylece toprağı olan köylünün tefeci eline düşecek faizlerini bile karşılayamayan tarlasının elinden çıkarılması önlenmiş oldu" (E. Karatekin s 265).
Bu politikalarla, bu devlet; kısa sürede dünya üzerinde kendi kendine yeten 7 devletten birisi oldu. Onlarca yıl süren savaşın çöküntülerinin altından genç dimdik durabilen bir Türkiye Cumhuriyeti çıktı.
Şimdi, Prof. Dr. Haydar Baş beyin milli politikalarına tekrar dönelim: "Coğrafya, iklim, nüfus ile, iç ve dış piyasa dengeleri göz önünde tutularak tarım sektörünün üretim, miktar, çeşit ve nitelik planlamaları ve ARGE (Araştırma Geliştirme) çalışmaları yapılacak. Kuraklık, don, sel gibi doğal afetlerde "ürün sigorta sistemi" getirilecek. Minimum su sarfiyatıyla yüksek ürün miktarı ve kalite sağlayan modern tarım teknolojileri yaygınlaştırılacak.
İsterseniz bunu güzel bir beyitle süsleyelim:
"Ele geçmezse eğer sevdiğimiz,
Çare ne?! Eldekini sevmeliyiz."
Uzaklara gidip nostaljilerle uğraşmanın sırası geldi de geçti bile. Şeyh Edebâli'nin şu ifadelerini sakın ama sakın unutmayalım: "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!"
Vesselam....
Recep Sarıhan / diğer yazıları
- Millet zengin olursa, devlet de zengin olur / 07.01.2011
- ABD ile ilişkilerde hazan dönemi / 14.07.2003
- Dünden bugüne Avrupa'ya uydurulma yasaları-III / 12.07.2003
- Dünden bugüne Avrupa'ya uydurulma yasaları-II / 11.07.2003
- Dünden bugüne Avrupa'ya uydurulma yasaları / 10.07.2003
- Beyaz goncaların kızıla boyandığı mukaddes topraklar-II / 06.04.2003
- Beyaz goncaların kızıla boyandığı mukaddes topraklar-I / 05.04.2003
- AB Uyum Yasaları ve Filistin manzarası / 27.09.2002
- Mukayeseli tarım politikaları / 25.09.2002
- Emir Karatekin diyarından selamlar / 21.09.2002
- ABD ile ilişkilerde hazan dönemi / 14.07.2003
- Dünden bugüne Avrupa'ya uydurulma yasaları-III / 12.07.2003
- Dünden bugüne Avrupa'ya uydurulma yasaları-II / 11.07.2003
- Dünden bugüne Avrupa'ya uydurulma yasaları / 10.07.2003
- Beyaz goncaların kızıla boyandığı mukaddes topraklar-II / 06.04.2003
- Beyaz goncaların kızıla boyandığı mukaddes topraklar-I / 05.04.2003
- AB Uyum Yasaları ve Filistin manzarası / 27.09.2002
- Mukayeseli tarım politikaları / 25.09.2002
- Emir Karatekin diyarından selamlar / 21.09.2002