Bağımsızlık ve özgürlük kavramlarının anlaşılması ve ruhlara yerleşmesi açısından tarihe bakmak gerekir. Biz Türklerin devlet anlayışında bireysellik yoktur. Osmanlı döneminde bile mutlaka danışılacak kurum ve kurullar vardı. Ama sonunda Padişah kendi fermanını halka duyurur ve bireysellik ön plana çıkardı.
Üçüncü Selim (1789-1807) döneminde Nizam-ı Cedid (Yeni Düzen) adıyla anılan reformları belirlemek amacıyla "Şura" adı verilen bir heyet kurulmuştur. Üçüncü Selim ülkede yeni bir düzen kurmak için çaba göstermiştir.
Yeni Düzen adıyla anılan reformların oluşmasında en yetkili kuruluş Şura'dır. Şura üyelerinin tam konuşma özgürlükleri vardır. Yapılan düzenlemeler bu kurul tarafından kararlaştırılır ve uygulamaya konulurdu. Bu yaklaşımı tarihçiler bizdeki ilk kuvvetler ayrımı olarak değerlendirmektedirler.
Eskiden divan üyelerinin görüşleri alınsa da Padişahın Fermanı geçerliydi. Ama 3. Selim'le birlikte kurullara gereksinim duyuldu.
Kuvvetler ayrılığı kavramını bugünkü anlamda kullanan Padişah Abdülaziz'dir. Abdülhamit döneminde de yenileşme hareketleri elbette ki oldu. Bu dönemde Elmalı Hamdi Efendi, "Milli İrade hilafetten üstündür." sözü ile bireycilikten kanunlara ve belirli kurallara gereksinim olduğunu belirtmek istemiştir. Bu günse buna "Hukuk Devleti" diyoruz.
İkinci Meşrutiyet'le birlikte yönetim tarzımıza meclis, özgürlük, yasa, ulusal irade kuvvetler ayrılığı yaşantımızda yer aldı. Meclis-i Mebusan'la birlikte egemenlik hakkı ulusa geçmiş oldu. Bağımsızlık hakkımız Ferman değil meclis olmuştur.
Bu ülke, meclise dayalı kurtuluşa gitmiştir. 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul İngilizlerce işgal edilmiş; ama üç gün sonra Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920 tarihinde Cuma günü Ankara'da üstün yetkilere sahip bir meclisin toplanacağını duyurmuştur. Her dinden ve her zümreden insanların aday olmasını ve seçime katılmasını istedi. Böylece sağcılar, solcular, sarıklılar ağalar köylüler seçime katılacak ve meclis çoğulcu olacaktır. Bu da gösteriyor ki Kurtuluş Savaşı, meşru özelliği olan Meclis tarafından yönetilmiştir. Bunun adı da ulusal iradedir.
"Biz buraya ölmeye geldik, kaçmaya değil," diyen milletvekillerinin toplandığı meclisti o Meclis. O günün Meclis'i özgür iradeye sahip, üstün yetkilerle donatılmış bir Meclis'ti. Liderlerin emrinde olmayan Meclis'ti de o Meclis. O gün kuvvetler birliği yetkisi kişiye değil Meclis'e verilmişti.
Özetin özeti: Yukarıdan beri örneklerle belirtmeye çalıştığım şu: Türkiye'nin geleceği özgürlükçü demokrasiye ve kuvvetler ayrılığına bağlıdır.
Ben mi yanılıyorum yoksa?
Üçüncü Selim (1789-1807) döneminde Nizam-ı Cedid (Yeni Düzen) adıyla anılan reformları belirlemek amacıyla "Şura" adı verilen bir heyet kurulmuştur. Üçüncü Selim ülkede yeni bir düzen kurmak için çaba göstermiştir.
Yeni Düzen adıyla anılan reformların oluşmasında en yetkili kuruluş Şura'dır. Şura üyelerinin tam konuşma özgürlükleri vardır. Yapılan düzenlemeler bu kurul tarafından kararlaştırılır ve uygulamaya konulurdu. Bu yaklaşımı tarihçiler bizdeki ilk kuvvetler ayrımı olarak değerlendirmektedirler.
Eskiden divan üyelerinin görüşleri alınsa da Padişahın Fermanı geçerliydi. Ama 3. Selim'le birlikte kurullara gereksinim duyuldu.
Kuvvetler ayrılığı kavramını bugünkü anlamda kullanan Padişah Abdülaziz'dir. Abdülhamit döneminde de yenileşme hareketleri elbette ki oldu. Bu dönemde Elmalı Hamdi Efendi, "Milli İrade hilafetten üstündür." sözü ile bireycilikten kanunlara ve belirli kurallara gereksinim olduğunu belirtmek istemiştir. Bu günse buna "Hukuk Devleti" diyoruz.
İkinci Meşrutiyet'le birlikte yönetim tarzımıza meclis, özgürlük, yasa, ulusal irade kuvvetler ayrılığı yaşantımızda yer aldı. Meclis-i Mebusan'la birlikte egemenlik hakkı ulusa geçmiş oldu. Bağımsızlık hakkımız Ferman değil meclis olmuştur.
Bu ülke, meclise dayalı kurtuluşa gitmiştir. 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul İngilizlerce işgal edilmiş; ama üç gün sonra Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920 tarihinde Cuma günü Ankara'da üstün yetkilere sahip bir meclisin toplanacağını duyurmuştur. Her dinden ve her zümreden insanların aday olmasını ve seçime katılmasını istedi. Böylece sağcılar, solcular, sarıklılar ağalar köylüler seçime katılacak ve meclis çoğulcu olacaktır. Bu da gösteriyor ki Kurtuluş Savaşı, meşru özelliği olan Meclis tarafından yönetilmiştir. Bunun adı da ulusal iradedir.
"Biz buraya ölmeye geldik, kaçmaya değil," diyen milletvekillerinin toplandığı meclisti o Meclis. O günün Meclis'i özgür iradeye sahip, üstün yetkilerle donatılmış bir Meclis'ti. Liderlerin emrinde olmayan Meclis'ti de o Meclis. O gün kuvvetler birliği yetkisi kişiye değil Meclis'e verilmişti.
Özetin özeti: Yukarıdan beri örneklerle belirtmeye çalıştığım şu: Türkiye'nin geleceği özgürlükçü demokrasiye ve kuvvetler ayrılığına bağlıdır.
Ben mi yanılıyorum yoksa?
Ekrem Yazar / diğer yazıları
- Atatürk Gençlik ve Spor Bayramı / 20.05.2023
- Ulusal günümüz ve çocuklarımız / 24.04.2023
- Neden köy enstitüleri? / 19.04.2023
- Lider olmak kolay mı? / 06.04.2023
- Doğru paylaşmak / 27.03.2023
- Bir ulusun direnişi (18 Mart) / 20.03.2023
- Okullarımız / 13.03.2023
- Önemli olan sistemdir / 01.03.2023
- İnsan olmak / 20.02.2023
- Dağ başını duman aldı / 12.02.2023
- Ulusal günümüz ve çocuklarımız / 24.04.2023
- Neden köy enstitüleri? / 19.04.2023
- Lider olmak kolay mı? / 06.04.2023
- Doğru paylaşmak / 27.03.2023
- Bir ulusun direnişi (18 Mart) / 20.03.2023
- Okullarımız / 13.03.2023
- Önemli olan sistemdir / 01.03.2023
- İnsan olmak / 20.02.2023
- Dağ başını duman aldı / 12.02.2023