Dağ başını duman almış
Gümüş dere durmaz akar
Güneş ufuktan şimdi doğar
Yürüyelim arkadaşlar.
Bu marşımızı, oldum olası çok severim. Ne yazık ki, şu günlerde dağ başını bile göremiyoruz. Ülkemizin derelerinden gümüş değil kan akıyor. Ufuk karanlık, akan acıdır, akan gözyaşıdır, akan ölümdür, çaresizliktir.
Benim ülkem, benim insanım çaresizlik içinde gözyaşı döküyor. Evet, insanım duygusal, insanım yardımsever, insanım çaresizliğe çare arıyor. Hepimiz ağlıyoruz, hepimiz şaşkınız. 15 milyonluk bir insanımızın çaresizlik içinde olduğunu görüyor ve duyuyor ve ağlıyoruz. Uyuyamıyoruz, gülemiyoruz, yiyemiyoruz. Çünkü depremi yaşayanların acısını biz de yaşıyoruz.
Ne yazık ki bu acımızı ranta çevirmeye çalışanlar, bu felaketimizle siyasi çıkar sağlamaya çalışanlar var. Bu insanları lanetliyoruz.
Bir siyasi partinin yetkilisinin, "Bizim ittifak, görevi başında, biz çalışıyoruz" gibi siyasi yaklaşımlarını ben ve tüm ülkemiz insanının kınadığını biliyorum. 15 milyon insanımız deprem acısını bizzat yaşarken, 85 milyon insanımız, acıları yüreklerinde, beyinlerinde duyarken, bir partinin sorumlusu, bu felaketimizden çıkar sağlamaya çalışması gerçekten acıtıyor bizi.
Deprem bölgesindeki felaketzedelerimiz, yıkıntıların başındalar, yakınlarının geleceklerini umutla bekliyorlar. Aç ve susuz bekliyorlar, hatta kar altında bekliyorlar.
Her yer enkaz… Kurtarılmayı bekleyen binlerce insan var. Ne yazık ki yaralanıyorlar ve ölüyorlar. Bizim içimiz yanıyor, çünkü elimizden fazla bir şey gelmiyor ama gerçeklerle karşı karşıyayız ki o da çaresizlik…
Gece zifiri karanlık… Gerçek olan ise koskoca bir acı… Enkazlardan gelen yardım çığlıkları; ama çözüm yok. Çünkü alan çok geniş, yıkılan bina çok fazla, ulaşım olanakları çok zayıf…
Gece uyuyamıyorum. Acı çekiyorum. Bu felaketin içinde bizler de olabilirdik. Orada insanlarımız var, çaresizlik içinde boşluğa bakıyorlar, umuda bakıyorlar.
En büyük acılardan biri de yürekleri acı dolu insanlarımızın barınacak evleri yok. Sahipsiz çocuklar, annelerini, babalarını bekliyorlar. Ne olduğunu, neyin olduğunu bilmeden hastane köşelerinde yakınlarını bekliyorlar. Gelecek günler onlara ne getireceğini bilemeden, kimsesizlik içinde sevgi arıyorlar.
Evet, bu, büyük bir felaket. Ölülerimiz enkaz altında, dirilerimiz yağmur, kar altındalar! 10 ilimizde milyonlarca insanımız, acıya, zor yaşam koşullarına sürüklendi. O acıya ve o insanlara zamanında ulaşılamadı. AFAD bu olaya hazırlıklı mıydı? AFAD yönetim kadrosu, bu konuda yeterli bilgiye beceriye sahip miydi? Bu, sorgulanması gereken önemli bir konudur. Çünkü bu kuruluşlar, teknik özellikli ve donanımlı insanlarca yönetilirse başarılı olunur.
Tamam, tamam da yıkılan binalardan, bu ölümlerden, bu yaralanmalardan ve bu evsiz barksız kalan insanlardan sorumlu olanlar kimler? Müteheaahitler, onları denetleyen birimler, bu olumsuzluk karşısında yine elini kolunu sallayarak işlerine devam edecekler mi? Yoksa devlet ve yetkililer bu acının hesabını gerçekten araştıracak mı?
Biz, devlet ciddiyetiyle büyüdük ve yaşlandık. Biz önce insan, sonra devlet sonra da siyaset anlayışıyla bu yaşa geldik. Biz; ırk, din, mezhep ayırımı olmadan hizmet anlayışıyla görev yaptık. Bu felaket karşısında siyaset yapanları, bu oluşumdan kazanç sağlamak isteyenleri görüyor ve onları kınıyorum.
Biliyor musunuz, keçi can derdinde; kasap et derdinde olanlar var ülkemizde…
- Ulusal günümüz ve çocuklarımız / 24.04.2023
- Neden köy enstitüleri? / 19.04.2023
- Lider olmak kolay mı? / 06.04.2023
- Doğru paylaşmak / 27.03.2023
- Bir ulusun direnişi (18 Mart) / 20.03.2023
- Okullarımız / 13.03.2023
- Önemli olan sistemdir / 01.03.2023
- İnsan olmak / 20.02.2023
- Dağ başını duman aldı / 12.02.2023