Eğer ilim adamları, filozoflar ve araştırmacılar arası farklı ve birbirlerinin görüşlerine aykırı konuların dile getirilmesinden bir hakikat doğmasını, hakikate ve gerçek olana varılmasını ve dolayısıyla hakikate susayan insanların faydalanmasını arzu ediyorsak, bunun iki yolu vardır:
Birincisi Yol; hür ve özgür bir ortam. Bir ilim adamı inandıklarını, düşüncelerini, birikimlerini, tecrübelerini ve ilme adanmış olan yılların kazandırmış olduğu gerçekleri hiçbir baskı altında kalmayacak tarzda inanç, düşünce ve ifade özgürlüğü ile dile getirebilmelidir. Bunu yaparken de toplumsal kutuplaşma ve zıtlaşmaya çok dikkat etmelidir. Bir ülkede bir ilim adamı, mütefekkir toplumsal kutuplaşma ve zıtlaşmaya mahal vermeden düşüncelerini rahat bir biçimde ifade edemiyorsa orada bir sorun vardır demektir.
Bu noktada İslâm'ın bir yasaklaması yoktur. Aksine o, insanı düşünmeye, tefekküre, tedebbüre davet eder ve bu noktada muhataplarını teşvik de eder. İslamda düşünce hürriyeti o kadar önemsenmiş ve o kadar geniş tutulmuş ki, Hz. Ali'nin devlet başkanlığı döneminde bir harici camiye girerek cami içerisinde Müslümanların huzurunda Müslümanların devlet başkanı imam Ali'yi istediği şekilde eleştiriyor ve hatta o hazrete ağır hakaretlerde bulunuyordu. Böylelerinin camiye kadar sokulup bu tarzda hareket etmeleri ve yine Hz. Ali'nin bu türleri cezalandırmaması İslam'da yani Allah iradesinde düşünce ve ifade özgürlüğünün olduğunu gösterir.
Kanunlar çerçevesinde, toplumsal asayişi bozmayacak, kutuplaşma ve zıtlaşmaya mahal vermeyecek şekilde düşünce, inanç ve ifade özgürlüğüne karşı çıkanlar, farklı sesleri bastırmaya çalışanlar kendilerinden, inandıklarından emin olmayan ve kendilerinden korkan insanlardır. Kendilerinden ve inandıklarından emin olanlar her türlü düşüncenin konuşularak cevaplarının verilmesini sağlamışlardır. Kendilerinden ve inançlarından emin olmayıp kendilerinden korkan insanlar kendileri gibi düşünmeyenlere, inanmayanlara karşı saldırgan olmuşlar, onları fırka-i dalle, zındık, kafir (hâşâ) ilan etmiş ve etmektedirler. Buna hiç de gerek yoktur. Böylelerine şunu teklif etmek en doğrusu olacaktır: Madem sizin düşünceleriniz, en doğru, en güzel ve hakikatlerle bağdaşıyor, öyleyse buyurun sizin de öngördüğünüz bir tv kanalında ülkemiz insanının gözleri önünde düşüncelerimizi müzakere edelim, edelim de bizi haksız çıkarın ve artık kâfir, zındık demenize gerek kalmasın. Zira bizi mahcup ederseniz size göre yanlış olan şeylerden ve düşüncelerden döneriz artık.
Her insanın sizin gibi düşünmesi, sizin gibi inanması ve sizin safınızda olması Allah emri değildir. Her insan sizin gibi düşünmeyebilir. Bundan korkmamak lazımdır. Korkulursa bu durum korkanın, düşünce ve ifade özgürlüğü karşıtının yanlışlar içerisinde olduğunu gösterir ve yanlışlar eninde sonunda anlaşılır ve doğrunun doğruluğunu kanıtlayan bir belgeye dönüşür. Doğrular daha bir takdir edilir, değer kazanır, güçlenir.
İkinci Yol; Gerçeklere, doğrulara âlim olmak kadar karşı tarafın düşüncelerine de âlim olmak.
Her aklın içerisinde düşüncelerden oluşan bir inançlar manzumesi vardır. Bu manzume sadece dini inançlar için söz konusu değildir. Hayatın her evresinde, maddeye ve manaya dair her konuda düşünülenler bir inanç manzumesini oluşturur.
Herhangi bir konuda bir düşünceyi savunan insan, kendi düşüncesi kadar, karşı tarafında düşüncesini de bilmeğe, anlamağa çalışmalıdır. Eğer böyle olursa, taraflar birbirini anlayacak, tanıyacak, belki yeni terkiplere, sentezlere ulaşarak faydalanacak, en azından birbirlerini hoşgörü ile karşılayacaklardır.
Bu ise sevginin, saygının, birliğin, dayanışma içinde gelişme ve kalkınmanın bir tezahürüdür. Eğer insanlar gerek kendilerinin, gerekse kendilerinden farklı inanan ve düşünenlerin inançlarını, düşüncelerini yeterince bilmeden, tanımadan tartışıyorlarsa, bunun kaynağı ve nedeni bağnazlıktır, taassuptur, aşırılıktır sonucu ise nefrettir, kindir, kutuplaşma ve zıtlaşmadır, kavgadır, düşmanlıktır. Bu da bir toplum için en büyük felakettir. İslam tarihinde Müslümanlar bağnazlık, taassup ve cehl-i mürekkepten dolayı çok ahır bedeller ödemişlerdir. Artık Müslümanlar bu bedellerden ders ve ibret alarak inançlarını, düşüncelerini her alanda zıtlaşma, nefret ve kutuplaşmaya mahal vermeden özgürce ifade edebilmeli ve buna ülkemizdeki bütün mekanizmalar, organlar destek çıkmalıdırlar. Bu aynı zamanda bir coğrafyada yaşayan insanların bir birlerini daha iyi tanımalarına sebep olacak ve böylelikle muhabbet bağı oluşacaktır. Zira kişi bilmediğinin düşmanıdır sözü bir gerçektir.
İslam dünyasında Müslümanlara, Müslümanların birliğine en fazla zarar veren ve Müslümanların gerilemesine, iç savaşların çıkmasına neden olan tekfirci zihniyet olmuştur. Bu zihniyet öyle bir zihniyettir ki, Hz. İmam Ali gibi yüce bir şahsiyete kâfir diyecek kadar ileri giden bir zihniyettir. Müslümanlar arasında bu zihniyete sahip olmayanlar, kendileri gibi inanmayanları kafir ilan etmeyen farklı düşünce sahiplerinin makul çerçevelerde konuşmaları, bir araya gelmeleri tekfirci zihniyeti de bir noktaya kadar etkisiz kılacak ve sağduyulu Müslümanlar tarafından onların tanınmalarını sağlayacaktır.
Yaşadığımız ilim ve iletişim çağında bile birilerinin, "İslâm, yalnız benim anladığımdır" demesi ve diğerlerini kâfir, zındık, batıl ilan etmesi kesinlikle yanlıştır.
Müslümanların farklı düşüncelerle beraber barış içinde olmaları mümkündür ve böyle de olmalıdır. Aksine bundan bütün Müslümanlar zarar görür ve sadece ecnebiler fayda sağlar.
Sözün özü, ilmî görüş ayrılığı anlamında ihtilaftan korkmamalı ama inanç adına bağnazlık, cehâlet, kin, nefret, düşmanlık ve taassuptan korkmalıyız. Birbirimizi anlamaya çalışmalıyız. Birbirimizi, körü körüne itham etmemeli, ortaya delil koymalı ve ikna etmeliyiz. Düşüncelerimizi sunma fırsatını, anlatma fırsatını birbirimize vermeliyiz. Düşüncemizi ifade üslubumuzu da İslâm'ın istediği güzelliğe erdirmeliyiz. Böyle yaparsak birbirimizi daha güzel tanımış olacak ve böylelikle bir birimizi sevip sayacağız. Zira bugün buna her zamankinden daha fazla muhtacız.
Birincisi Yol; hür ve özgür bir ortam. Bir ilim adamı inandıklarını, düşüncelerini, birikimlerini, tecrübelerini ve ilme adanmış olan yılların kazandırmış olduğu gerçekleri hiçbir baskı altında kalmayacak tarzda inanç, düşünce ve ifade özgürlüğü ile dile getirebilmelidir. Bunu yaparken de toplumsal kutuplaşma ve zıtlaşmaya çok dikkat etmelidir. Bir ülkede bir ilim adamı, mütefekkir toplumsal kutuplaşma ve zıtlaşmaya mahal vermeden düşüncelerini rahat bir biçimde ifade edemiyorsa orada bir sorun vardır demektir.
Bu noktada İslâm'ın bir yasaklaması yoktur. Aksine o, insanı düşünmeye, tefekküre, tedebbüre davet eder ve bu noktada muhataplarını teşvik de eder. İslamda düşünce hürriyeti o kadar önemsenmiş ve o kadar geniş tutulmuş ki, Hz. Ali'nin devlet başkanlığı döneminde bir harici camiye girerek cami içerisinde Müslümanların huzurunda Müslümanların devlet başkanı imam Ali'yi istediği şekilde eleştiriyor ve hatta o hazrete ağır hakaretlerde bulunuyordu. Böylelerinin camiye kadar sokulup bu tarzda hareket etmeleri ve yine Hz. Ali'nin bu türleri cezalandırmaması İslam'da yani Allah iradesinde düşünce ve ifade özgürlüğünün olduğunu gösterir.
Kanunlar çerçevesinde, toplumsal asayişi bozmayacak, kutuplaşma ve zıtlaşmaya mahal vermeyecek şekilde düşünce, inanç ve ifade özgürlüğüne karşı çıkanlar, farklı sesleri bastırmaya çalışanlar kendilerinden, inandıklarından emin olmayan ve kendilerinden korkan insanlardır. Kendilerinden ve inandıklarından emin olanlar her türlü düşüncenin konuşularak cevaplarının verilmesini sağlamışlardır. Kendilerinden ve inançlarından emin olmayıp kendilerinden korkan insanlar kendileri gibi düşünmeyenlere, inanmayanlara karşı saldırgan olmuşlar, onları fırka-i dalle, zındık, kafir (hâşâ) ilan etmiş ve etmektedirler. Buna hiç de gerek yoktur. Böylelerine şunu teklif etmek en doğrusu olacaktır: Madem sizin düşünceleriniz, en doğru, en güzel ve hakikatlerle bağdaşıyor, öyleyse buyurun sizin de öngördüğünüz bir tv kanalında ülkemiz insanının gözleri önünde düşüncelerimizi müzakere edelim, edelim de bizi haksız çıkarın ve artık kâfir, zındık demenize gerek kalmasın. Zira bizi mahcup ederseniz size göre yanlış olan şeylerden ve düşüncelerden döneriz artık.
Her insanın sizin gibi düşünmesi, sizin gibi inanması ve sizin safınızda olması Allah emri değildir. Her insan sizin gibi düşünmeyebilir. Bundan korkmamak lazımdır. Korkulursa bu durum korkanın, düşünce ve ifade özgürlüğü karşıtının yanlışlar içerisinde olduğunu gösterir ve yanlışlar eninde sonunda anlaşılır ve doğrunun doğruluğunu kanıtlayan bir belgeye dönüşür. Doğrular daha bir takdir edilir, değer kazanır, güçlenir.
İkinci Yol; Gerçeklere, doğrulara âlim olmak kadar karşı tarafın düşüncelerine de âlim olmak.
Her aklın içerisinde düşüncelerden oluşan bir inançlar manzumesi vardır. Bu manzume sadece dini inançlar için söz konusu değildir. Hayatın her evresinde, maddeye ve manaya dair her konuda düşünülenler bir inanç manzumesini oluşturur.
Herhangi bir konuda bir düşünceyi savunan insan, kendi düşüncesi kadar, karşı tarafında düşüncesini de bilmeğe, anlamağa çalışmalıdır. Eğer böyle olursa, taraflar birbirini anlayacak, tanıyacak, belki yeni terkiplere, sentezlere ulaşarak faydalanacak, en azından birbirlerini hoşgörü ile karşılayacaklardır.
Bu ise sevginin, saygının, birliğin, dayanışma içinde gelişme ve kalkınmanın bir tezahürüdür. Eğer insanlar gerek kendilerinin, gerekse kendilerinden farklı inanan ve düşünenlerin inançlarını, düşüncelerini yeterince bilmeden, tanımadan tartışıyorlarsa, bunun kaynağı ve nedeni bağnazlıktır, taassuptur, aşırılıktır sonucu ise nefrettir, kindir, kutuplaşma ve zıtlaşmadır, kavgadır, düşmanlıktır. Bu da bir toplum için en büyük felakettir. İslam tarihinde Müslümanlar bağnazlık, taassup ve cehl-i mürekkepten dolayı çok ahır bedeller ödemişlerdir. Artık Müslümanlar bu bedellerden ders ve ibret alarak inançlarını, düşüncelerini her alanda zıtlaşma, nefret ve kutuplaşmaya mahal vermeden özgürce ifade edebilmeli ve buna ülkemizdeki bütün mekanizmalar, organlar destek çıkmalıdırlar. Bu aynı zamanda bir coğrafyada yaşayan insanların bir birlerini daha iyi tanımalarına sebep olacak ve böylelikle muhabbet bağı oluşacaktır. Zira kişi bilmediğinin düşmanıdır sözü bir gerçektir.
İslam dünyasında Müslümanlara, Müslümanların birliğine en fazla zarar veren ve Müslümanların gerilemesine, iç savaşların çıkmasına neden olan tekfirci zihniyet olmuştur. Bu zihniyet öyle bir zihniyettir ki, Hz. İmam Ali gibi yüce bir şahsiyete kâfir diyecek kadar ileri giden bir zihniyettir. Müslümanlar arasında bu zihniyete sahip olmayanlar, kendileri gibi inanmayanları kafir ilan etmeyen farklı düşünce sahiplerinin makul çerçevelerde konuşmaları, bir araya gelmeleri tekfirci zihniyeti de bir noktaya kadar etkisiz kılacak ve sağduyulu Müslümanlar tarafından onların tanınmalarını sağlayacaktır.
Yaşadığımız ilim ve iletişim çağında bile birilerinin, "İslâm, yalnız benim anladığımdır" demesi ve diğerlerini kâfir, zındık, batıl ilan etmesi kesinlikle yanlıştır.
Müslümanların farklı düşüncelerle beraber barış içinde olmaları mümkündür ve böyle de olmalıdır. Aksine bundan bütün Müslümanlar zarar görür ve sadece ecnebiler fayda sağlar.
Sözün özü, ilmî görüş ayrılığı anlamında ihtilaftan korkmamalı ama inanç adına bağnazlık, cehâlet, kin, nefret, düşmanlık ve taassuptan korkmalıyız. Birbirimizi anlamaya çalışmalıyız. Birbirimizi, körü körüne itham etmemeli, ortaya delil koymalı ve ikna etmeliyiz. Düşüncelerimizi sunma fırsatını, anlatma fırsatını birbirimize vermeliyiz. Düşüncemizi ifade üslubumuzu da İslâm'ın istediği güzelliğe erdirmeliyiz. Böyle yaparsak birbirimizi daha güzel tanımış olacak ve böylelikle bir birimizi sevip sayacağız. Zira bugün buna her zamankinden daha fazla muhtacız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mehdi Aksu / diğer yazıları
- Eleştiri nedir ve nasıl olmalıdır? / 03.12.2012
- Maruf’a davet terk edilince değerler yozlaşır / 02.12.2012
- Hayırlı ümmetin önemli özelliği / 28.11.2012
- Marufa davet etmenin yöntemleri / 27.11.2012
- Marufa emretme ve münkerden nehyetme / 25.11.2012
- Bu mudur Ehl-i Beyt sevgisi / 22.11.2012
- İmam Hüseyin ve sünnet kavramı / 21.11.2012
- Muharrem aylarında genelde konuşulmayanlar / 20.11.2012
- İmam Hüseyin’i anlayabildik mi? / 19.11.2012
- Sönmeyen ebedi aşkın Hüseyin / 17.11.2012
- Maruf’a davet terk edilince değerler yozlaşır / 02.12.2012
- Hayırlı ümmetin önemli özelliği / 28.11.2012
- Marufa davet etmenin yöntemleri / 27.11.2012
- Marufa emretme ve münkerden nehyetme / 25.11.2012
- Bu mudur Ehl-i Beyt sevgisi / 22.11.2012
- İmam Hüseyin ve sünnet kavramı / 21.11.2012
- Muharrem aylarında genelde konuşulmayanlar / 20.11.2012
- İmam Hüseyin’i anlayabildik mi? / 19.11.2012
- Sönmeyen ebedi aşkın Hüseyin / 17.11.2012