Dünya küresel aktörler tarafından yeniden şekillendirilmeye çalışılırken millet, eski ve yeniyetme politikacılarımızın ahvaline şaşıyor. Hayret ediyor; konjonktüre göre açılan yelkenlere şaşırıyor.
112'lik çomaklar
Küresel aktörler tarafından dünyanın, Ortadoğu'nun ve hatta Türkiye'mizin çok hassas bir biçimde yeniden karıldığı bir süreçten geçtiğimiz herkesin ma'lumu.
AB'nin Türkiye'nin önüne koyduğu 112 maddelik "ev ödevi"nde saklı "etnik çomaklar"la Türk devletinin istiklalinin, istikbalinin ve bütünlüğünün nasıl da dağıtılmak istendiğini bilmeyen yok. Nitekim PKK'yı terör listesine almamakla kalmayıp "idamın kaldırılması" ev ödeviyle Apo başta olmak üzere tüm idamlıkların kurtarılmasını isteyen AB, bu kadarla yetinmedi. ABD ile el altından adeta ittifak ederek Lozan'ın "azınlık, ancak gayr-i müslimlerdir" maddesini rafa kaldırıp getirdiği "etnik azınlık" tanımıyla Güneydoğumuzu ve ardından da sümenaltındaki Rum-Pontus hayalleriyle Karadenizimizi ana gövdeden ayırma seansları başlattı.
Gaf mı, AB ile saf mı?
Türkiye böyle bir cendereye alınmış ve hatta AB neyse de, stratejik partnerimiz ABD'nin üniversitelerinde Kürdistan haritaları basılıp dağıtılırken, yeni AB hamisi Tayyip Erdoğan'ın Celal Talabani ile konuşurken "Kürdistan"dan bahis açması toplumun son derece dikkatini çekti. Bu arada Erdoğan'ın, aynı mecliste Kürdistan bahsinden önce 'Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği" mensuplarının Güneydoğu'daki vatandaşlarla akrabalık ilişkisinin bulunduğuna dikkat çekmesi de manidar bulundu.
Görüşmedeki mütercim Yaşar Yakış'ın 'Kürdistan' kelimesini Irak'ın Kürt bölgesi şeklinde tercüme etmesi ve Murat Mercan'ın birgün sonra özür kabilinden "sürç-i lisan" diye nitelemesi, Türkiye'nin içinde bulunduğu süreç ve özellikle Erdoğan'ın ABD lobilerindeki temasları göz önüne alınmazsa "özrü kabahatinden büyük klasik bir siyasi gaf" olarak değerlendirilebilir. Velev ki gaf olsun; devlet adamlığının tam bir ciddiyet istediği ise madalyonun bir başka yüzü...
Ancak Erdoğan'ın ABD'deki lobisel temasları ve Atlantik ötesindeki beyanatları, toplumu haklı çıkartacak veriler sunmaktadır.
Gafın arka planındaki
seanslar
Toplum demektedir ki, her ne kadar Murat Mercan ABD gezisinin organizasyon pirimini başkalarına kaptırmak istemese de, Erdoğan'ın ABD gezisinin arka planında, Güneydoğumuz konusunda radikal "etnik azınlık"çı bir Musevi olan Henry J. Barkley bulunmaktadır. CIA'nın Türkiye ve Ortadoğu eski Sorumlusu Graham Fuller'in yakın arkadaşıdır. Erdoğan'ın dili, ABD'de Barkley, Abramowitz, Fuller ve Makovsky gibi CIA'nın kurmaylarıyla diyaloğundan sonra sürçmeye başlamıştır.
Hatta asıl sinyalleri oradan vermeye başlamış; Washington'daki Stratejik Etüdler Merkezi (CSIS) Kürtçe eğitim ve yayına müsaade edebileceğini söylemiştir. Bu seanslardan geçen Erdoğan'ın Ankara'da "Kürdistan" ifadesini sarfetmesini sürç-i lisan olarak görmeyenler çok da haksız değiller sanki.
Erdoğan aynı lobilerde çok önemli bir başka güncel mesaj daha vermiştir. O da Filistin'de ellerindeki taşları, topraklarını işgal eden İsrail tanklarına fırlatan insanlarla ilgilidir.
Bu da mı gaf; yoksa?
Biliyorsunuz, PKK'yi terör listesine almayan AB, Filistin'de evlerini-barklarını tanklarla tarümar eden İsrail'e karşı direnen mesela Hamas gibi örgütleri sözkonusu terör listesinde baş köşeye kondurdu. Kimi Ortadoğu uzmanları, Filistin'deki bu intifada oluşumlarını, Türk Kurtuluş Mücadelesi'nde işgalcilere karşı direnen yerel teşkilatlar olarak tanımlamaktadır.
Tam bu noktada Washington'da kendisine yöneltilen "Bunlar sizce terörist bir midir?" türünden sorulara Erdoğan, "Bu konu benim bilgi alanıma girmiyor. Eğer terörizme bulaşmışsa teröristtir'' cevabını yapıştırmıştır. ABD'deki lobisel seanslar sebebiyle mi, yoksa AB'den gayrı rasyonel bir çıkış göremediği için mi bilinmez; Erdoğan'ın şimdi Filistin'de yaşanan gelişmeler karşısında dıştaki bu "AB'ci veya ABD'ci tavıra uyumlu" nasıl bir "iç tavır" takınacağı merak konusudur.
Türkiye'nin bahtı
Bu vahim ve paradoksal politik manzaralar, dışa endeksli siyaset anlayışlarında doğaldır. Hele de kimi mandacılar, hep bu kabil paradokslarla ma'luldur zaten. Zira her dere kendi yatağında akar.
Ancak bu vahim olup-bitenler gözönüne alındığında Türk siyasetinde, milli duruş sahibi, icazetini sadece milletinden almayı yegane şeref kabul eden, devlet ve milletin bölünmez bütünlüğünde zerrece taviz vermeyen, vatanperver, dindar ve dirayetli Kuvay-ı Milliye kadrolarına dünkünden daha çok bugün ihtiyaç olduğu aşikardır. Bu bağlamda BTP'nin, projeleriyle, ufkuyla, ilkeleriyle, Kuvay-ı Milliye lideri ve kadrosuyla Türkiye'miz ve bölgemizin geleceği için yegane şans olduğu açıktır. Yani Türkiye'nin bahtı açıktır.
112'lik çomaklar
Küresel aktörler tarafından dünyanın, Ortadoğu'nun ve hatta Türkiye'mizin çok hassas bir biçimde yeniden karıldığı bir süreçten geçtiğimiz herkesin ma'lumu.
AB'nin Türkiye'nin önüne koyduğu 112 maddelik "ev ödevi"nde saklı "etnik çomaklar"la Türk devletinin istiklalinin, istikbalinin ve bütünlüğünün nasıl da dağıtılmak istendiğini bilmeyen yok. Nitekim PKK'yı terör listesine almamakla kalmayıp "idamın kaldırılması" ev ödeviyle Apo başta olmak üzere tüm idamlıkların kurtarılmasını isteyen AB, bu kadarla yetinmedi. ABD ile el altından adeta ittifak ederek Lozan'ın "azınlık, ancak gayr-i müslimlerdir" maddesini rafa kaldırıp getirdiği "etnik azınlık" tanımıyla Güneydoğumuzu ve ardından da sümenaltındaki Rum-Pontus hayalleriyle Karadenizimizi ana gövdeden ayırma seansları başlattı.
Gaf mı, AB ile saf mı?
Türkiye böyle bir cendereye alınmış ve hatta AB neyse de, stratejik partnerimiz ABD'nin üniversitelerinde Kürdistan haritaları basılıp dağıtılırken, yeni AB hamisi Tayyip Erdoğan'ın Celal Talabani ile konuşurken "Kürdistan"dan bahis açması toplumun son derece dikkatini çekti. Bu arada Erdoğan'ın, aynı mecliste Kürdistan bahsinden önce 'Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği" mensuplarının Güneydoğu'daki vatandaşlarla akrabalık ilişkisinin bulunduğuna dikkat çekmesi de manidar bulundu.
Görüşmedeki mütercim Yaşar Yakış'ın 'Kürdistan' kelimesini Irak'ın Kürt bölgesi şeklinde tercüme etmesi ve Murat Mercan'ın birgün sonra özür kabilinden "sürç-i lisan" diye nitelemesi, Türkiye'nin içinde bulunduğu süreç ve özellikle Erdoğan'ın ABD lobilerindeki temasları göz önüne alınmazsa "özrü kabahatinden büyük klasik bir siyasi gaf" olarak değerlendirilebilir. Velev ki gaf olsun; devlet adamlığının tam bir ciddiyet istediği ise madalyonun bir başka yüzü...
Ancak Erdoğan'ın ABD'deki lobisel temasları ve Atlantik ötesindeki beyanatları, toplumu haklı çıkartacak veriler sunmaktadır.
Gafın arka planındaki
seanslar
Toplum demektedir ki, her ne kadar Murat Mercan ABD gezisinin organizasyon pirimini başkalarına kaptırmak istemese de, Erdoğan'ın ABD gezisinin arka planında, Güneydoğumuz konusunda radikal "etnik azınlık"çı bir Musevi olan Henry J. Barkley bulunmaktadır. CIA'nın Türkiye ve Ortadoğu eski Sorumlusu Graham Fuller'in yakın arkadaşıdır. Erdoğan'ın dili, ABD'de Barkley, Abramowitz, Fuller ve Makovsky gibi CIA'nın kurmaylarıyla diyaloğundan sonra sürçmeye başlamıştır.
Hatta asıl sinyalleri oradan vermeye başlamış; Washington'daki Stratejik Etüdler Merkezi (CSIS) Kürtçe eğitim ve yayına müsaade edebileceğini söylemiştir. Bu seanslardan geçen Erdoğan'ın Ankara'da "Kürdistan" ifadesini sarfetmesini sürç-i lisan olarak görmeyenler çok da haksız değiller sanki.
Erdoğan aynı lobilerde çok önemli bir başka güncel mesaj daha vermiştir. O da Filistin'de ellerindeki taşları, topraklarını işgal eden İsrail tanklarına fırlatan insanlarla ilgilidir.
Bu da mı gaf; yoksa?
Biliyorsunuz, PKK'yi terör listesine almayan AB, Filistin'de evlerini-barklarını tanklarla tarümar eden İsrail'e karşı direnen mesela Hamas gibi örgütleri sözkonusu terör listesinde baş köşeye kondurdu. Kimi Ortadoğu uzmanları, Filistin'deki bu intifada oluşumlarını, Türk Kurtuluş Mücadelesi'nde işgalcilere karşı direnen yerel teşkilatlar olarak tanımlamaktadır.
Tam bu noktada Washington'da kendisine yöneltilen "Bunlar sizce terörist bir midir?" türünden sorulara Erdoğan, "Bu konu benim bilgi alanıma girmiyor. Eğer terörizme bulaşmışsa teröristtir'' cevabını yapıştırmıştır. ABD'deki lobisel seanslar sebebiyle mi, yoksa AB'den gayrı rasyonel bir çıkış göremediği için mi bilinmez; Erdoğan'ın şimdi Filistin'de yaşanan gelişmeler karşısında dıştaki bu "AB'ci veya ABD'ci tavıra uyumlu" nasıl bir "iç tavır" takınacağı merak konusudur.
Türkiye'nin bahtı
Bu vahim ve paradoksal politik manzaralar, dışa endeksli siyaset anlayışlarında doğaldır. Hele de kimi mandacılar, hep bu kabil paradokslarla ma'luldur zaten. Zira her dere kendi yatağında akar.
Ancak bu vahim olup-bitenler gözönüne alındığında Türk siyasetinde, milli duruş sahibi, icazetini sadece milletinden almayı yegane şeref kabul eden, devlet ve milletin bölünmez bütünlüğünde zerrece taviz vermeyen, vatanperver, dindar ve dirayetli Kuvay-ı Milliye kadrolarına dünkünden daha çok bugün ihtiyaç olduğu aşikardır. Bu bağlamda BTP'nin, projeleriyle, ufkuyla, ilkeleriyle, Kuvay-ı Milliye lideri ve kadrosuyla Türkiye'miz ve bölgemizin geleceği için yegane şans olduğu açıktır. Yani Türkiye'nin bahtı açıktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019