Hıristiyan dünyasında, mezhep savaşları yıllarca sürdü. Katolikler ve Ortodokslar birbirlerini astılar, kestiler. Tarihin kaydettiği çok acı olaylar yaşandı. Bu olaylardan birisi şöyledir: Katolik askerler, Katolik ve Ortodoksların birlikte yaşadıkları bir beldeye saldırdılar. Ortodokslar, ölümden kurtulmak için Katolik olduklarını söylediler. Katolik askerler, Ortodoksları ayırıp öldüremediler. Durumu din adamlarına bildirdiler. Din adamlarının verdiği hüküm tüyler ürpertici. Dediler ki: “Mademki, Katolik ve Ortodoksları ayırt edemiyorsunuz, hepsini öldürün, Tanrı öte dünyada ayırımı yapar.” Söz konusu hükme uyan Katolik askerler, o beldede yaşayan çoluk çocuk, kadın ihtiyar toplam, 10 bin insanı kılıçtan geçirdiler. Hıristiyanlar, kendi aralarında yaşadıkları bu insanlık dışı mezhep savaşlarını, İslâm dünyasına da yaşatmak için yıllarca bin bir türlü hile, desise ve entrikaya başvurdular, fakat bekledikleri sonucu alamadılar.
Müslümanlar, Batılıların mezhep savaşları çıkarma plânlarını, işgal altında iken bile, bozmayı başardılar. Bu amaçla, 7 Aralık 1931’de Kudüs Müftüsü Hacı Emin el Hüseyin’in girişimiyle, Kudüs’te “İslâm Genel Kongresi” toplandı. Kongreye Türkiye, Suriye, İran, Irak, Filistin, Yemen, Libya, Mısır, Yugoslavya, Endonezya, Doğu Türkistan olmak üzere 22 ülkeden 153 temsilci katıldı. Kongrede, özellikle Sünni-Şii kardeşliği vurgulandı, 17 maddeden oluşan kararlar alındı ve şu hedefler ortaya konuldu: “İslâm inancını ve değerlerini yaymak için etnik köken ve mezhep ayırımı yapılmaksızın Müslümanlar arasındaki işbirliği ve genel İslâm kardeşliğini geliştirmek. Müslümanların menfaatlerini savunmak ve kutsal mekânlar ile toprakları herhangi bir müdahaleye karşı korumak.” Sünni-Şii kardeşliğini teyit için de Şii din alimi Muhammed el Hüseyin Al-i Kâşif, 10 bini aşkın cemaate Mescid-i Aksa’da Cuma namazı kıldırdı, hutbede “İslâm kardeşliğinin önemini ve İslâm birliğinin gerekliliğini” anlattı.
Batılılar, istedikleri şekilde bir Sünni-Şii çatışmasını çıkaramadılar. Çıkaramadılar ama emellerinden de vazgeçmiş değiller. İşgal altında yapamadıklarını, kurdukları kukla yönetimler ve o yönetimlerin başına geçirdikleri işbirlikçiler sayesinde yapmaya çalışıyorlar. Günümüzdeki plânları daha ciddi ve tehlikeli. Halklar arasında çıkaramadıkları Sünni-Şii çatışmasını, devletler düzeyine taşımanın peşindeler. Bir başka deyişle, İslâm devletlerini, Sünni-Şii diye ayırıp, savaştırmak için uğraşıyorlar. Ne demek Sünni-Şii devleti? Tarih boyunca hiçbir İslâm devleti, mezhep üzerine yapılanmamıştır, bugün de öyle bir yapılanma yoktur. Farz-ı muhal yapılansa, o çatışma değil, kaynaşma ve dayanışma getirir. Çünkü mezheplerin kaynakları aynıdır, yani Kur’an ve sünnettir. Meselâ İran, halkının çoğunluğu Şii’dir, ama İran kendini ‘Şii Devleti’ değil, ‘İslam Cumhuriyeti’ olarak tanımlıyor. Sünni diye ayırdıkları Türkiye Cumhuriyeti’nin tanımı ise, “demokratik, lâik, sosyal, hukuk devletidir.” Demek ki, Sünni-Şii devlet ayırımı, kocaman bir yalan ve aldatmacadır. Ortadoğu’da, Sünni-Şii devletleri yok, rejimleri farklı devletler ve o devletlerin idaresinde yaşayan değişik mezheplere mensup Müslümanlar vardır. Oyun şu: Müslümanları kendi aralarında Sünni-Şii diye çatıştıramayınca, şimdi devletleri ayırarak, bunu devletler düzeyinde yaptırmaktır. Müslüman olan bir insanın, bu oyuna gelmesi ve zerre kadar destek sağlaması düşünülebilir mi?
Müslümanlar, 7 Aralık 1931 yılında gerçekleştirilen ‘İslâm Genel Kongresi’yle bu oyunu bozdular. Günümüzde de Prof. Dr. Haydar Baş, Ehl-i Beyt külliyatı ve kongreleriyle, aynı oyunu tek başına bozuyor, daha doğrusu, en büyük fitnenin önüne set çekiyor ve en büyük hizmeti yapıyor. Millete de ona kulak vermek ve destek olmak düşüyor.
Müslümanlar, Batılıların mezhep savaşları çıkarma plânlarını, işgal altında iken bile, bozmayı başardılar. Bu amaçla, 7 Aralık 1931’de Kudüs Müftüsü Hacı Emin el Hüseyin’in girişimiyle, Kudüs’te “İslâm Genel Kongresi” toplandı. Kongreye Türkiye, Suriye, İran, Irak, Filistin, Yemen, Libya, Mısır, Yugoslavya, Endonezya, Doğu Türkistan olmak üzere 22 ülkeden 153 temsilci katıldı. Kongrede, özellikle Sünni-Şii kardeşliği vurgulandı, 17 maddeden oluşan kararlar alındı ve şu hedefler ortaya konuldu: “İslâm inancını ve değerlerini yaymak için etnik köken ve mezhep ayırımı yapılmaksızın Müslümanlar arasındaki işbirliği ve genel İslâm kardeşliğini geliştirmek. Müslümanların menfaatlerini savunmak ve kutsal mekânlar ile toprakları herhangi bir müdahaleye karşı korumak.” Sünni-Şii kardeşliğini teyit için de Şii din alimi Muhammed el Hüseyin Al-i Kâşif, 10 bini aşkın cemaate Mescid-i Aksa’da Cuma namazı kıldırdı, hutbede “İslâm kardeşliğinin önemini ve İslâm birliğinin gerekliliğini” anlattı.
Batılılar, istedikleri şekilde bir Sünni-Şii çatışmasını çıkaramadılar. Çıkaramadılar ama emellerinden de vazgeçmiş değiller. İşgal altında yapamadıklarını, kurdukları kukla yönetimler ve o yönetimlerin başına geçirdikleri işbirlikçiler sayesinde yapmaya çalışıyorlar. Günümüzdeki plânları daha ciddi ve tehlikeli. Halklar arasında çıkaramadıkları Sünni-Şii çatışmasını, devletler düzeyine taşımanın peşindeler. Bir başka deyişle, İslâm devletlerini, Sünni-Şii diye ayırıp, savaştırmak için uğraşıyorlar. Ne demek Sünni-Şii devleti? Tarih boyunca hiçbir İslâm devleti, mezhep üzerine yapılanmamıştır, bugün de öyle bir yapılanma yoktur. Farz-ı muhal yapılansa, o çatışma değil, kaynaşma ve dayanışma getirir. Çünkü mezheplerin kaynakları aynıdır, yani Kur’an ve sünnettir. Meselâ İran, halkının çoğunluğu Şii’dir, ama İran kendini ‘Şii Devleti’ değil, ‘İslam Cumhuriyeti’ olarak tanımlıyor. Sünni diye ayırdıkları Türkiye Cumhuriyeti’nin tanımı ise, “demokratik, lâik, sosyal, hukuk devletidir.” Demek ki, Sünni-Şii devlet ayırımı, kocaman bir yalan ve aldatmacadır. Ortadoğu’da, Sünni-Şii devletleri yok, rejimleri farklı devletler ve o devletlerin idaresinde yaşayan değişik mezheplere mensup Müslümanlar vardır. Oyun şu: Müslümanları kendi aralarında Sünni-Şii diye çatıştıramayınca, şimdi devletleri ayırarak, bunu devletler düzeyinde yaptırmaktır. Müslüman olan bir insanın, bu oyuna gelmesi ve zerre kadar destek sağlaması düşünülebilir mi?
Müslümanlar, 7 Aralık 1931 yılında gerçekleştirilen ‘İslâm Genel Kongresi’yle bu oyunu bozdular. Günümüzde de Prof. Dr. Haydar Baş, Ehl-i Beyt külliyatı ve kongreleriyle, aynı oyunu tek başına bozuyor, daha doğrusu, en büyük fitnenin önüne set çekiyor ve en büyük hizmeti yapıyor. Millete de ona kulak vermek ve destek olmak düşüyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018