İnsan mutsuzluk ve yalnızlıktan kurtulmak için, oyalanmak için, sanal dünyada kendisine hitap eden veya ilgisini çeken yeni çevreler edinerek, bu çevrelerden oluşan kitlelerin ağ ortamında başkalarının neler yaptığını, kimlerin çevrimiçi olduğunu merak eder ve takip eder. İnsan, bu meraka bağlı olarak sürekli yeniden sosyal ağlara bağlanmanın yollarını ararken, kendini de göstermeye çalışır. Mutsuzluk ve yalnızlığını, sanal dünyada ağa düşen(!) diğer katılımcılarla sanki yarışıyormuş gibi fütursuz paylaşımlarla kendini göstererek, var etmeye çalışarak çözmeye çalışır. Sosyal medyanın en büyük tehlikelerinden biri de bu yarış halidir.
İnsanlar sürekli kendilerini birilerine beğendirmek için video, fotoğraf ya da bir söz paylaşarak beğeni ve takipçi sayısını artırmak istiyor. Bu da genelde insanlar, özelde gençler arasında sosyal medyada rekabete yol açıyor. Bireyler göz önünde olmak, yani fenomen olabilmek için akıl dışı işler yapmaya çalışarak bazen sağlıklarına bile zarar verebilmekteler. Eğer fenomen olma yolunda başarısız olunursa da psikolojik olarak bunalım, depresyon gibi eğilimler bireylerde gözlene bilmekte.
Gerçek hayatın zorluklarından, acılarından kurtulmanın ya da sevinçlerin kapısını araladığı düşünülen, çoğu insana göre de bu çok eğlenceli sanal ortamlar, giderek gerçeğin önüne de geçmeye başlıyor. İnsanlar beğenilmek, beğeni almak için gerçekte olduğu gibi değil de olmak istediği gibi kendini gösteriyor. Tabi bu konuda ki paylaşımlarda bazı dijital rötuşlar ve hileler sayesinde olmazlarda olabiliyormuş gibi gösterilebiliyor. Mesela, dijital bir illüzyonla yer elmasını muz olarak, katranı pekmez olarak, suna biliyorlar. Maalesef kişiler sosyal medya sayesinde yapay olan da, doğal olmayan da, gerçek dışı sanal dünyada hazzı, huzuru arıyor. Bazı insanlar neredeyse tüm hayatını sosyal medyaya bağlı olarak geçiriyor.
Günümüzde mutluluk daha ziyade, oburlukta, gösterişte, kendini övmede, başkalarına göre yüksekte olmakta aranıyor. Sanal dünya da bu işin adeta katalizörü oluyor.
Sanal dünyanın, gerçek hayatın önüne geçebilme gibi bir riski de var. Bir diğer tehlike, gerçek hayattaki sosyal ilişkilerin deformasyonuna da neden olabiliyor olması. Bütün günü sanal dünyada, bilgisayar, tablet, cep telefonu ya da televizyon önün de geçirenlerin özellikle de çocukların, gençlerin diğer insanlarla iletişim kurma sorunları baş gösterebiliyor. Yaşına uygun davranış olgunluğunu gösteremeyen bu kişiler de aynı zamanda davranış bozuklukları da ortaya çıkabiliyor. Mesela cenaze evinde gülen, düğün evinde ağlayan veya insanların niye güldüğünü, niye ağladığını anlayamayan, bulunduğu ortamın duygusunu okuyamayan bireyler meydana geliyor. Her yönden çok sıkıntılı bir durum.
Davranış geliştirmek çocuğa genetik olarak gelen bir şey değildir. Çocuğun hayatı öğrenmesi, davranış geliştirmesi, olumlu davranış ile olumsuz davranışı ayırt etmesi sosyal hayat içinde kazandığı tecrübeler ile olacaktır. Özellikle aile ortamı çocukların ilkokulu gibidir. Bura da yalan söylememeyi, paylaşımcı olmayı, sevmeyi, saymayı, duygusal okuryazarlığı, empati kurmayı yani kısaca sonuç olarak, güzel ahlak sahibi olur, terbiye olur, iyi bir insan nasıl olunur onu öğrenir.
Ama eğer dünyanın en ucuz bakıcısı olarak tablet ve bilgisayarı görüyorsak, çocukları bunların karşısında oturtarak bu dijital oyuncaklarla oyalıyorsak, bu çocukların sosyal gelişimlerini anne, baba olarak kendi ellerimizle engellediğimizi fark etmemiz gerekiyor.
Sosyal gelişim insanın doğası gereği aile ve arkadaş ortamında olur. İnsan, toplum içinde başkası ile yan yana veya karşı karşıya geldiği zaman, münasebette bulunduğu zaman kişidir. İnsan bir başkası olmadan kendi kişiliğini kazanamaz. Ama kapitalist yapı bize gerçek bir beraberliğin olmadığı bir toplumu ve kişiliksizliği teklif ediyor. Maalesef Covit-19, dijital teknoloji, sosyal medya da kapitalizmin bu isteğine tam bir uygulama sahası açtı. Ekmeğine yağ sürdü.
Çocuklarımızın sosyal gelişimini sağlamada çok etkili olan Okul ve arkadaş ortamı bu pandemi döneminde neredeyse yok gibi. Özellikle gelişim dönemindeki çocuklarımız da ve gençlerimiz de ileri ki zamanlar da hatta şimdiden diğer insanlarla iletişim, sosyal ilişkiler kurma açısından büyük sıkıntılar görülebilir. Mesela, arkadaşlarıyla oynarken uyumsuz olan, eve gelen misafire hoş geldin diyemeyen, sokakta karşılaştığı komşusuna, arkadaşına selam veremeyen, merhaba diyemeyen, amca, teyze, abla, abi vs. nasılsınız diye hatır soramayan gibi sonuçlarla veya daha büyük sıkıntılarla karşılaşmamız bu gidişle çok mümkün görünüyor. Oysaki insan yaradılışı ve yönelişi gereği sevgidir. Bu asrın en önemli gönül insanı, ilim adamı ve mürebbilerinden olan çok muhterem Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın bir medeniyetin özeti olan şu veciz ifadesinde belirttiği gibi "İNSAN GÖNÜLDÜR GÖNÜL". Yani insan eşya değildir, bir obje değildir. İnsan bir başkasına yönelebiliyorsa, sosyal bir varlık olarak yaşadığı toplumun insanlarıyla tasada, kıvançta birlikte olabiliyorsa o kişi, şahsiyetli bir şekilde bu hayatta vardır. Kişi başkası aracılığıyla kendini tanır ve yalnız başkasında kendini bulur. Bununla birlikte bir kimlik bir şahsiyet kazanır. Hayatın kuralı; insan, insan olana muhtaçtır.
İnsanlar sosyal medyada geçirdikleri vakti boş zamanı değerlendirme olarak savunabiliyorlar. Ama geçirilen zamanın hayatın genelinden çalınarak, özellikle gençlerin geleceğini planlamaları açısından, yetişmeleri ve gelişmeleri bakımından en kıymetli günleri olduğu konusunda ikna edilmeleri gerekiyor.
Gençlerimizin bu en kıymetli günlerini klavye başında, cep telefonunda adeta havanda su döverek bir uyuşturucu bağımlısı gibi geçirmeleri hem kendileri için hem de ülkemiz geleceği için çok büyük bir kayıp olduğu gerçeğini ifade etmemiz gerekiyor. Geleceğimizin teminatı olan gençlerimiz sanal dünyanın onlara sunduğu geçici rahatlıklar ve mutluluklara kanıp hayatın onlara sunduğu fırsatları boşa harcamamalı. Gençliğe sahip çıkılarak onlara güçlerinin farkında olmalarını sağlayacak imkânlar verilmelidir. Gençler her konuda güvende olduklarını bilmeli, bunu hissetmeli bunu yaşamalı. Gençlerin hem kendi yararına, hem de aile ve ülkeleri yararına yönelik hayaller kurabilmelerini sağlamalıyız. Gençlerin hayallerini gerçekleştirecek imkân ve destekleri kendilerine cömertçe vermeliyiz. Gençlere gelecek kaygısı yaşatmamalıyız. Çünkü yarınlarımız onlara emanettir.
(Devam edecek…)
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025