Yurt dışına çıkış yasak, -Allah korusun- öbür dünyaya göçüş serbest! Adâletin batsın Kalkınma Partisi!
E. Orgeneral Ergin SAYGUN Paşa'nın, ameliyat masasında gelen tahliye haberini okuyorum! "Babamın tahliyesiyle ilgili kararı imzaladım. Kimliğini, bir miktar parası varmış, onu verdiler. Tahliye oldu. İlk duyduğumda Cemal Süreya'nın 'Özgürlüğün geldiği gün o gün ölmek yasak' şiiri geldi aklıma!"diye içinde bulundukları rûh halini müthîş anlatan Ece Saygun'dan ve Annesi Hanfendiden utanarak, dişlerim sıkılı, kaşlarım çatık!...
Cumhurun başbakan ettiği BOP Eş Başkanı'nın Köşk'e atadığı A. Gül'ün, hastalıkları dolayısıyla affettiği ve tahliye olur olmaz örgüte koşan PKK'lıları hatırladım; gözlerim kapalı, dişlerim sıkılı, tüylerim diken diken!...
Ergin Paşa'nın da ameliyat masasında tahliye olduğu cezaevi günlerinden sonra hastaneden de -inşallah- taburcu olduktan sonra "Silahlı Terör Örgütü" konumundaki ömrünü geçirdiği yuvasına, koşup koşmayacağını merak ediyorum, öfkeyle soluyup homurdanarak...
"İnsanı tanımak için ya asker arkadaşlığı, ya da yol arkadaşlığı yapmak gerek" atalar öğüdünü hatırlıyorum! Ömürlerinin nerdeyse tamamını üniformalı olarak geçiren ve şu anda "Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek"le suçlanan Genelkurmay Başkanı'nın da silah arkadaşı, asker arkadaşı olan cezaevlerindeki Paşaları, Albayları, rütbeli-rütbesiz millet evlâdı kahramanları düşünüyorum, kaşlarım çatık, gözlerim kapalı ve dişlerimi gıcırdatarak!
BOP Eş Başkanı Başbakan'ın; "Terörle mücadele için komutan bulamıyoruz!" diye TV'lerden dünyaya ilan ve ihbâr ettiği, Türk Silahlı Kuvvetlerinin anlı-şânlı bir Paşası, ameliyattayken gereken kan için yakındaki askeri birliğe TSK tarafından talimat verilmemesi; Ergin Paşa'nın, hastaneye 4 silahlı asker tarafından sedye ile taşınarak getirilmesi ve "Hastaneye geldiğinde zaten virüs kapmıştı. Bu kadar silahlı adamla dolaştırılan birinin virüs kapmasından daha doğal ne olabilir?" yorumlarında kahkaha attım! Bu Türkçe kahkahanın ne anlama geldiğini, anlayabilecek Adâleti batası Kalkınma Partili biri çıkar mı?
Atsız Hoca'nın, bir neslin rûhunda Türk'lük ve Türk Milliyetçiliği odunu yakan meşhûr romanı Bozkurtların Ölümü'ndeki meşhûr Yüzbaşı Sançar'ı ve onun kahkahalarla; "Tanrı'nın işine bak! Tavşan sürüsü Bozkurtları tutsak etmiş götürüyor! Islak kargalar doğanları yendi be!" haykırışlarını; "Gök Türklere bak! Hepsi atsız kalmış! Bir tek atta da bacağı kopmuş yüzbaşı gidiyor! " sitemleriyle anlatılan sahneyi hatırladım!
Kahkahalarla rûhunu teslîm eden Yüzbaşı Sançar'ın yerine M. Levent GÖKTAŞ geçti, hayâlime hükmederek! Dört askerin taşıdığı sedye, tek atın yerine ve sedyedeki Ergin Paşa da tek attaki yaralı Yüzbaşının yerini alıverdi! Sahne tamam! Hatta fazlası var!
"Yüzbaşı Sançar'a bak! Uyuz Çinli kendisini sançıyor da koca Gök Türk bir şey yapamıyor!" nârâlarıyla kahkaha atan M. Levent GÖKTAŞ'ı; dört askerin taşıdığı sedyeyi at etmiş yaralı komutanı düşledim! Dişlerim sıkılı, öfkeden sırtım terleyerek!
Önden-arkadan, sağdan-soldan, yukarıdan-aşağıdan nereden bakılırsa bakılsın Türklüğü belli olan, ömrünü Türk Milliyetçiliği ve Türk Milletçiliği uğrunda geçirmiş bir Müslüman Türk olarak ömrümün 45 yılını geçirdiğim cenâha dönüp;
- Kurt Kaya, elini çöz!... Komutunu haykırmak istedim!
Sol cenâha dönüp;
- Udaçı erti Türk Budun, ökün! diye Bilge Kağan'ca seslenmek istedim! Hâlâ silahlı olan ve hâlâ Genelkurmay Başkanı'nın "Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekle" suçlandığı Türk Silahlı Kuvvetlerine dönerek;
"Şânı büyük Osman Paşa,
Pilevne'den çıkmam diyor!" marşını okumak istedim! İstedim ama; "Tespihini verdim eline. 'Baba tahliye oldun, beni duyuyorsan kırp gözlerini' dedim. Kırptı. 'Sakın vazgeçme dayan' dedim." sahnesi ile Atsız Hoca'nın Ruh Adam Romanındaki;
"...
- Babam hasta oldu da gitti...
- Babanın hasta olduğunu nerden biliyorsun?
- Babam ağladı.
- Hastalar ağlar mı?
- Ağlar. Sen de ağladın.
...
Baban gelecek mi?
- Gelecek...
- Ne zaman?
- Ben subay olunca olunca gelecek...
Ayşe bitkindi:
- Bunların hepsini baban mı söyledi?
- Babam söyledi.
- Nasıl söyledi?
- Ben ona baktım. bana güldü. Sonra yukarıdan indi. Beni kucağına aldı. Sonra beni okşadı. Sen subay olunca gelirim dedi. Sonra gitti." şeklindeki final sahnesini ve romanın bitiş cümlesi; "Bir erkek, 'Izdırap çekiyorum, sen de beni seviyor musun?' diye ağlıyor, bir kadın da buna, 'Sus, sus ben de ızdırap çekiyorum!' diye cevap veriyordu." Sahnesini kıyasladım! Dişlerim, yumruklarım sıkılı, içime nâralar atıyorum:
- Kurt Kaya, Allahını seversen elini çöz!
- Udaçı erti Türk Budun, Çalap aşkına kendine dön!
Canım sıkılıyor, yumruklarım ve dişlerim sıkılı...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
E. Orgeneral Ergin SAYGUN Paşa'nın, ameliyat masasında gelen tahliye haberini okuyorum! "Babamın tahliyesiyle ilgili kararı imzaladım. Kimliğini, bir miktar parası varmış, onu verdiler. Tahliye oldu. İlk duyduğumda Cemal Süreya'nın 'Özgürlüğün geldiği gün o gün ölmek yasak' şiiri geldi aklıma!"diye içinde bulundukları rûh halini müthîş anlatan Ece Saygun'dan ve Annesi Hanfendiden utanarak, dişlerim sıkılı, kaşlarım çatık!...
Cumhurun başbakan ettiği BOP Eş Başkanı'nın Köşk'e atadığı A. Gül'ün, hastalıkları dolayısıyla affettiği ve tahliye olur olmaz örgüte koşan PKK'lıları hatırladım; gözlerim kapalı, dişlerim sıkılı, tüylerim diken diken!...
Ergin Paşa'nın da ameliyat masasında tahliye olduğu cezaevi günlerinden sonra hastaneden de -inşallah- taburcu olduktan sonra "Silahlı Terör Örgütü" konumundaki ömrünü geçirdiği yuvasına, koşup koşmayacağını merak ediyorum, öfkeyle soluyup homurdanarak...
"İnsanı tanımak için ya asker arkadaşlığı, ya da yol arkadaşlığı yapmak gerek" atalar öğüdünü hatırlıyorum! Ömürlerinin nerdeyse tamamını üniformalı olarak geçiren ve şu anda "Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek"le suçlanan Genelkurmay Başkanı'nın da silah arkadaşı, asker arkadaşı olan cezaevlerindeki Paşaları, Albayları, rütbeli-rütbesiz millet evlâdı kahramanları düşünüyorum, kaşlarım çatık, gözlerim kapalı ve dişlerimi gıcırdatarak!
BOP Eş Başkanı Başbakan'ın; "Terörle mücadele için komutan bulamıyoruz!" diye TV'lerden dünyaya ilan ve ihbâr ettiği, Türk Silahlı Kuvvetlerinin anlı-şânlı bir Paşası, ameliyattayken gereken kan için yakındaki askeri birliğe TSK tarafından talimat verilmemesi; Ergin Paşa'nın, hastaneye 4 silahlı asker tarafından sedye ile taşınarak getirilmesi ve "Hastaneye geldiğinde zaten virüs kapmıştı. Bu kadar silahlı adamla dolaştırılan birinin virüs kapmasından daha doğal ne olabilir?" yorumlarında kahkaha attım! Bu Türkçe kahkahanın ne anlama geldiğini, anlayabilecek Adâleti batası Kalkınma Partili biri çıkar mı?
Atsız Hoca'nın, bir neslin rûhunda Türk'lük ve Türk Milliyetçiliği odunu yakan meşhûr romanı Bozkurtların Ölümü'ndeki meşhûr Yüzbaşı Sançar'ı ve onun kahkahalarla; "Tanrı'nın işine bak! Tavşan sürüsü Bozkurtları tutsak etmiş götürüyor! Islak kargalar doğanları yendi be!" haykırışlarını; "Gök Türklere bak! Hepsi atsız kalmış! Bir tek atta da bacağı kopmuş yüzbaşı gidiyor! " sitemleriyle anlatılan sahneyi hatırladım!
Kahkahalarla rûhunu teslîm eden Yüzbaşı Sançar'ın yerine M. Levent GÖKTAŞ geçti, hayâlime hükmederek! Dört askerin taşıdığı sedye, tek atın yerine ve sedyedeki Ergin Paşa da tek attaki yaralı Yüzbaşının yerini alıverdi! Sahne tamam! Hatta fazlası var!
"Yüzbaşı Sançar'a bak! Uyuz Çinli kendisini sançıyor da koca Gök Türk bir şey yapamıyor!" nârâlarıyla kahkaha atan M. Levent GÖKTAŞ'ı; dört askerin taşıdığı sedyeyi at etmiş yaralı komutanı düşledim! Dişlerim sıkılı, öfkeden sırtım terleyerek!
Önden-arkadan, sağdan-soldan, yukarıdan-aşağıdan nereden bakılırsa bakılsın Türklüğü belli olan, ömrünü Türk Milliyetçiliği ve Türk Milletçiliği uğrunda geçirmiş bir Müslüman Türk olarak ömrümün 45 yılını geçirdiğim cenâha dönüp;
- Kurt Kaya, elini çöz!... Komutunu haykırmak istedim!
Sol cenâha dönüp;
- Udaçı erti Türk Budun, ökün! diye Bilge Kağan'ca seslenmek istedim! Hâlâ silahlı olan ve hâlâ Genelkurmay Başkanı'nın "Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekle" suçlandığı Türk Silahlı Kuvvetlerine dönerek;
"Şânı büyük Osman Paşa,
Pilevne'den çıkmam diyor!" marşını okumak istedim! İstedim ama; "Tespihini verdim eline. 'Baba tahliye oldun, beni duyuyorsan kırp gözlerini' dedim. Kırptı. 'Sakın vazgeçme dayan' dedim." sahnesi ile Atsız Hoca'nın Ruh Adam Romanındaki;
"...
- Babam hasta oldu da gitti...
- Babanın hasta olduğunu nerden biliyorsun?
- Babam ağladı.
- Hastalar ağlar mı?
- Ağlar. Sen de ağladın.
...
Baban gelecek mi?
- Gelecek...
- Ne zaman?
- Ben subay olunca olunca gelecek...
Ayşe bitkindi:
- Bunların hepsini baban mı söyledi?
- Babam söyledi.
- Nasıl söyledi?
- Ben ona baktım. bana güldü. Sonra yukarıdan indi. Beni kucağına aldı. Sonra beni okşadı. Sen subay olunca gelirim dedi. Sonra gitti." şeklindeki final sahnesini ve romanın bitiş cümlesi; "Bir erkek, 'Izdırap çekiyorum, sen de beni seviyor musun?' diye ağlıyor, bir kadın da buna, 'Sus, sus ben de ızdırap çekiyorum!' diye cevap veriyordu." Sahnesini kıyasladım! Dişlerim, yumruklarım sıkılı, içime nâralar atıyorum:
- Kurt Kaya, Allahını seversen elini çöz!
- Udaçı erti Türk Budun, Çalap aşkına kendine dön!
Canım sıkılıyor, yumruklarım ve dişlerim sıkılı...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017