Bu ülkede bizzat en yetkili şahısların ağzından IMF'nin her dediğinin virgülüne dokunulmadan yapıldığı itiraf edilmiştir.
IMF'nin bu sâdık uygulayıcıları nedense yine bu memleketin iki kurumu ile işbirliği içinde bulunmayı, onların isteklerini dikkate almayı bir türlü içlerine sindirememektedirler. Askerin MGK'da bir takım endişelerini dile getirmesi veya Cumhurbaşkanı'nın anayasal hakkını kullanarak bazı kanunları veto etmesi tahammül edilemez davranışlar olarak algılanmaktadır.
Vâsi IMF'nin vesayet rejimi altında ondan icazet almak iyidir de Cumhurbaşkanı'nın veya askerin bir anlamda "icazet"i nedense beylerin ağırına gitmektedir.
Aksi fikirde olanlar da vardır.
Tütün yasasına varana kadar, bizatihi egemenliğin devrinin bile söz konusu edildiği durumlarda Cumhurbaşkanı-asker-yargı'nın; yâni bu memleketin dinamik güçlerinin neden sesini yükseltmediğini soranlar, sessiz kaldığını eleştirenler de bulunmaktadır.
Ve ne mutludur ki bu cephe giderek genişlemekte, AB işbirlikçileri, egemenlik tezgâhtarları artık salyangoz satacak mahalle bulmakta zorluk çekmektedirler.
Yâni kimse "memleketin tek sahibi benim" havasına kapılmamalıdır.
Vatanını seven vatanseverler vardır. Bütün mesele birbirlerini tanımaları, aynı safta birleşmeleri, saflarını sıklaştırmalarıdır.
Moraller bozulmamalı, ye'se düşülmemelidir.
Kitaplar her çağda, her ülkede mücadelenin başlangıcında işbirlikçilerin % 10, mukavemetçilerin % 10, kararsızların ise % 80 olduğunu yazar. Bir iki puanlık artı-eksiler genel sınıflandırmaya etki etmez.
Çok öğündüğümüz Kurtuluş Savaşının başlangıcında bile şablon aynen böyleydi.
Ezici çoğunluk yıllar süren savaşlar sonunda yorgun, harab ve bitab düşmüş idi. Fertler, düşman askeri tarlasının sınırına gelinceye kadar kendisinden hayır beklenilmemesini bizzat Samsun'a vazifeyle giden Ordu Müfettişi Paşa'ya bile söylemekten çekinmemişlerdi.
Millette zaten mevcut istiklâl ateşi uygun kıvılcımla canlandırıldığında sadece iki senede o yorgun, bezgin, bitab düşmüş çiftçi, İzmir'de Yunan askerini, Çanakkale'de İngiliz askerini, İstanbul'da Fransız, İngiliz, İtalyan askerlerini ay yıldızlı al bayrağı selâmlamaya mecbur bırakmıştır.
Durum Kurtuluş Savaşı başlangıcından vahimdir.
Üstelik millet, bir eski Cumhurbaşkanı ve MGK raporlarına göre sosyal patlama arifesindedir.
Çözüm ise siyasi partiler yasası ve seçim yasası değiştirildikten sonra yapılacak bir seçimdir.
Milletten kaçılmaz, çözüm millettedir.
Sandık lâfı işitince dudağı uçuklayan iktidar "Seçime bir yıldan daha az bir süre içinde seçim yasasında yapılan değişiklikler ancak müteakip seçimde uygulanır" diye bir kanun çıkararak en az bir yılını garantiye bile almıştır.
Tek çıkış yolu seçim olduğuna göre ve sandığın da ucu göründüğüne göre taban paylaşımlarının da gündeme gelmesi kaçınılmaz olmuştur.
Mevcut oy potansiyelinin % 70'ini teşkil eden sağda en cazip taban, halen partisi dördüncü kez kapatılmış bulunan Nizam, Selamet, Refah, Fazilet eksenindedir.
Bu tabandan iki parti çıkacak gibidir. Aynı zamanda Bahçeli'nin transfer piyasasını da açması yatay geçişleri hızlandırmıştır.
İşte böyle bir ortamda zihinlerde kaçınılmaz olarak "asker acaba ne der?" sorusunun uyanması da olağandır.
Fakat nüansa dikkat etmek gerektir.
Bu toz duman arasında yeni bir takım oluşumcuların "filân görüş askerle anlaşıp parti kurma hazırlıklarını hızlandırdı" lâfları bulanık suda balık avlamaktır, edepsizliktir.
Askere elbette danışılacaktır. O, bu memleketin askeridir. Vatanın koruyucusu, kollayıcısıdır, milletinin emrindedir.
Atlantik ötesinde melce arayarak siyonist ulemanın elini, eteğini öpenler, bu milletin askeri ile fikir alış verişine girilmesine elbette tahammül edemeyeceklerdir. Mazûrdurlar.
IMF'nin bu sâdık uygulayıcıları nedense yine bu memleketin iki kurumu ile işbirliği içinde bulunmayı, onların isteklerini dikkate almayı bir türlü içlerine sindirememektedirler. Askerin MGK'da bir takım endişelerini dile getirmesi veya Cumhurbaşkanı'nın anayasal hakkını kullanarak bazı kanunları veto etmesi tahammül edilemez davranışlar olarak algılanmaktadır.
Vâsi IMF'nin vesayet rejimi altında ondan icazet almak iyidir de Cumhurbaşkanı'nın veya askerin bir anlamda "icazet"i nedense beylerin ağırına gitmektedir.
Aksi fikirde olanlar da vardır.
Tütün yasasına varana kadar, bizatihi egemenliğin devrinin bile söz konusu edildiği durumlarda Cumhurbaşkanı-asker-yargı'nın; yâni bu memleketin dinamik güçlerinin neden sesini yükseltmediğini soranlar, sessiz kaldığını eleştirenler de bulunmaktadır.
Ve ne mutludur ki bu cephe giderek genişlemekte, AB işbirlikçileri, egemenlik tezgâhtarları artık salyangoz satacak mahalle bulmakta zorluk çekmektedirler.
Yâni kimse "memleketin tek sahibi benim" havasına kapılmamalıdır.
Vatanını seven vatanseverler vardır. Bütün mesele birbirlerini tanımaları, aynı safta birleşmeleri, saflarını sıklaştırmalarıdır.
Moraller bozulmamalı, ye'se düşülmemelidir.
Kitaplar her çağda, her ülkede mücadelenin başlangıcında işbirlikçilerin % 10, mukavemetçilerin % 10, kararsızların ise % 80 olduğunu yazar. Bir iki puanlık artı-eksiler genel sınıflandırmaya etki etmez.
Çok öğündüğümüz Kurtuluş Savaşının başlangıcında bile şablon aynen böyleydi.
Ezici çoğunluk yıllar süren savaşlar sonunda yorgun, harab ve bitab düşmüş idi. Fertler, düşman askeri tarlasının sınırına gelinceye kadar kendisinden hayır beklenilmemesini bizzat Samsun'a vazifeyle giden Ordu Müfettişi Paşa'ya bile söylemekten çekinmemişlerdi.
Millette zaten mevcut istiklâl ateşi uygun kıvılcımla canlandırıldığında sadece iki senede o yorgun, bezgin, bitab düşmüş çiftçi, İzmir'de Yunan askerini, Çanakkale'de İngiliz askerini, İstanbul'da Fransız, İngiliz, İtalyan askerlerini ay yıldızlı al bayrağı selâmlamaya mecbur bırakmıştır.
Durum Kurtuluş Savaşı başlangıcından vahimdir.
Üstelik millet, bir eski Cumhurbaşkanı ve MGK raporlarına göre sosyal patlama arifesindedir.
Çözüm ise siyasi partiler yasası ve seçim yasası değiştirildikten sonra yapılacak bir seçimdir.
Milletten kaçılmaz, çözüm millettedir.
Sandık lâfı işitince dudağı uçuklayan iktidar "Seçime bir yıldan daha az bir süre içinde seçim yasasında yapılan değişiklikler ancak müteakip seçimde uygulanır" diye bir kanun çıkararak en az bir yılını garantiye bile almıştır.
Tek çıkış yolu seçim olduğuna göre ve sandığın da ucu göründüğüne göre taban paylaşımlarının da gündeme gelmesi kaçınılmaz olmuştur.
Mevcut oy potansiyelinin % 70'ini teşkil eden sağda en cazip taban, halen partisi dördüncü kez kapatılmış bulunan Nizam, Selamet, Refah, Fazilet eksenindedir.
Bu tabandan iki parti çıkacak gibidir. Aynı zamanda Bahçeli'nin transfer piyasasını da açması yatay geçişleri hızlandırmıştır.
İşte böyle bir ortamda zihinlerde kaçınılmaz olarak "asker acaba ne der?" sorusunun uyanması da olağandır.
Fakat nüansa dikkat etmek gerektir.
Bu toz duman arasında yeni bir takım oluşumcuların "filân görüş askerle anlaşıp parti kurma hazırlıklarını hızlandırdı" lâfları bulanık suda balık avlamaktır, edepsizliktir.
Askere elbette danışılacaktır. O, bu memleketin askeridir. Vatanın koruyucusu, kollayıcısıdır, milletinin emrindedir.
Atlantik ötesinde melce arayarak siyonist ulemanın elini, eteğini öpenler, bu milletin askeri ile fikir alış verişine girilmesine elbette tahammül edemeyeceklerdir. Mazûrdurlar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002